Salgın, Filantropi ve Türkiye’de Sivil Toplumun Durumu

TÜSEV’in Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı’nın yedinci dönem mezunları, eğitim programında öğrenilen teorik bilgiler ile saha tecrübeleri arasındaki ilişkiyi, filantropinin güncel durumunu ve geleceğe dair öngörüleri ile salgın zamanında ve sonrasında sivil toplumun gidişatını yorumluyor.

TÜSEV’in Türkiye’de bağışçılığın gelişmesi ve yaygınlaşması konusunda çalışan sivil toplum profesyonellerinin gelişimine katkıda bulunmak amacıyla 2014 yılından bu yana yürüttüğü Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı’nın yedinci dönemi Temmuz 2020’de tamamlandı. Ayın yazısında eğitim programında öğrenilen teorik bilgiler ile saha tecrübeleri arasındaki ilişkiyi, filantropinin güncel durumunu ve geleceğe dair öngörüleri ve salgın zamanında ve sonrasında sivil toplumun gidişatına dair yorumları Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı’nın yedinci dönem mezunlarından dinledik. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) Kaynak Geliştirme Uzmanı İnci Damla Çiyan, İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH) Kurumsal Uyum Koordinatörü Abdülkerim Erim, Sivil Sayfalar Yazarı Derya Kap, Gazeteciler Cemiyeti Destek Programı Uzmanı Merve Kartal, Proje Danışmanı ve Eğitmen Merve Kayaokay, Mardin Kültür Derneği Saymanı ve Proje Koordinatörü Gülcan Kılıç ve Cevdet İnci Vakfı Yöneticisi Pınar Ayaz Koçer’e “filantropinin bugününü ve geleceğini nasıl değerlendirdiklerini,” “programın sağladığı yeni bilgi ve tecrübeleri iş yaşamlarına nasıl aktardıklarını, farkındalıklarını nasıl artırdıklarını” ve “salgının Türkiye’deki sivil toplumu nasıl etkilediğini ve etkilemeye devam edeceğini” sorduk. Katılımcılarımızın filantropinin ve sivil toplumun durumuna dair önemli değerlendirmelerini ve öngörülerini aşağıda sizin için derledik.

Filantropinin Dünü, Bugünü, Yarını

Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı, filantropi ve sivil toplum alanlarında çalışanların uzmanlıklarını, bilgi birikimini ve tecrübelerini artırmaya yönelik TÜSEV’in Değişim için Bağış Projesi altında altı yıldır uyguladığı önemli ve katma değeri yüksek bir faaliyet. COVID-19 salgını ülkemizde baş gösterdiğinde programın yedinci dönemi henüz başlamış, altı eğitim modülünden ikisi fiziksel şartlarda uygulanmıştı. Koronavirüs’ün yayılmasıyla ve salgına karşı alınan tedbirler ışığında eğitim programının kalan dört modülü bir çevrimiçi toplantı platformu üzerinden icra edildi. Temmuz ayında program tamamlandığında, katılımcılar programa ayırdıkları zamanlarının önemli bir bölümünü birbirlerinden uzakta geçirmiş, fiziksel ortamda yapılması gereken faaliyetlerin çevrimiçi versiyonlarına teknik ve diğer şartlar el verdiğince katılabilmişlerdi.

Şüphesiz “Korona günlerinin” yarattığı “yeni normal”in her sektör üzerinde farklı bir etkisi var. Sivil toplum ve filantropi açısından bakıldığında, hızlı dijitalleşme ve halihazırda kısıtlı olan fon kaynaklarının daha da azalması gibi sorunlar ön plana çıkıyor. Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı’nın bu dönemki katılımcılarının çoğu, gerek işleri nedeniyle gerekse programdan edindikleri yeni bilgi ve deneyimleri ışığında bu gelişmelerden hem etkilendiler hem de geleceğe dair çeşitli öngörülerin ve çözüm önerilerinin ortaya çıkmasında etkin rol aldılar. Bu anlamda, mezunlarımızın özellikle filantropinin bugününe ve geleceğine dair yapıcı ve farklı değerlendirmeleri Türkiye’de COVID-sonrası sivil alanın yapılanması açısından emsalsiz bilgiler içeriyor.

Salgının, beklenmedik bir hızla yayılmasının sivil toplum ve filantropinin dinamiklerine dair kanıksadığımız kaideleri nasıl tepe taklak ettiğini Gazeteciler Cemiyeti Destek Programı Uzmanı Merve Kartal şu şekilde ifade ediyor:

“2020 itibariyle başlayan eğitim programında, filantropinin ne olduğunu henüz tartışmaya başlamışken, koronavirüs pandemisi filantropinin, filantropiyi kolaylaştıran aktörlerin ve hareketlerin ne kadar önemli olduğunu hepimize beklenmedik bir biçimde anlattı. Eğitimden önce sivil toplumun kaynak geliştirme ihtiyaçları çerçevesinde daha dar bir pencereden baktığım filantropi alanının aslında sayısız formda hayat bulduğunu, düzenli ve stratejik bağışın çok daha büyük bir değişimin parçası olma yolundaki ilk adım olduğunu öğrendim. Eğitimle birlikte sivil alanda yaptığım çalışmalarda hak temelli yaklaşımın önemini sürekli vurguladığım bir süreçte, özellikle kriz ortamında ihtiyaç temelli çalışmaların da önemini, hak ve ihtiyaç temelli yaklaşımın pratikte nasıl birlikte değerlendirilebileceğini gördüm. Mevcut koşullarda filantropinin bugününe ve geleceğine baktığımdaysa bağışçılar vakfı modelinin filantropi ekosistemindeki öneminin giderek arttığı bir dönemde olduğumuzu söyleyebilirim. Yakın gelecekte, yerel ihtiyaçları tespit etme ve uygun çözümler üretme noktasında dünyada daha fazla örneğini gördüğümüz, kendi kendine yetebilen, yereldeki ihtiyaca yönelik hızlı ve esnek hareket edebilen bu oluşumlar, Türkiye’deki sivil toplum için temel ihtiyaçlardan bir tanesi olacak.”

Kartal’ın filantropinin geleceğine dair “çözüm odaklılık” vurgusuna Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) Kaynak Geliştirme Uzmanı İnci Damla Çiyan da katılıyor ve bu bağlamda dijitalleşmenin önemine değiniyor: “Gelecekte, özellikle COVID-19 sonrası süreçte yaygınlaşan dijitalleşmeyle birlikte, birçok farklı iş birliği modeli ve iletişim stratejisinin ortaya çıkmasıyla tüm dünyanın bir bütün olarak ortak konulara yoğunlaşarak sivil toplumun ilerlemesine katkı sunacağını düşünüyorum.”

İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH) Kurumsal Uyum Koordinatörü Abdülkerim Erim’in bu konudaki düşüncelerine kulak vermekte fayda var:

“Filantropinin geleceğine ışık tutan, bugünden etkisini hissettiren bazı kritik kavramlardan bahsetmek istiyorum. Bu kavramları dijitalleşme, sürdürülebilirlik, ölçülebilirlik, yenilikçilik, talep ve hak odaklılık, çeşitlilik, farklılıklara açıklık ve katılımcılık olarak sıralayabilirim. Çalışmalarımızı daha etkili ve kolay hale getiren bu perspektiflerle yeni neslin alışkanlıklarına da uygun yöntemler geliştirdiğimiz oranda geleceğimizi daha eşitlikçi ve umutlu şekillendirebileceğimize inanıyorum.

Bütçe olarak küçük ölçekli kurumların değişime ve dönüşüme açık yaklaşımlarla samimi ve esnek modeller geliştirebileceğini görmek benim için farklı bir deneyimdi. Güvenilir, şeffaf ve hesap verebilir olma gerekliliği ise tecrübelerimle tamamen uyumluydu. Sürekli kendini tekrar eden, ezberlenmiş çalışmalar yerine daha ilgi çekici kampanyalarla filantropiye daha çok katkı verebiliriz.”

Sivil Sayfalar Yazarı Derya Kap da filantropinin günümüz siyasetini yönlendiren kutuplaştırıcı ve ayrımcı söylemlerin etkisinden kurtarılarak, gelecekte daha yapıcı, yaratıcı ve esnek bir alana dönüştürülmesi için önemli bir yol ayrımına gelindiğinin altını çiziyor:

“Filantropinin bugününü değerlendirmek, 2020 yılının olağanüstü koşullarını ve pandeminin yol açtığı ‘kriz dönemi’nin filantropi üzerindeki etkilerini anlamayı; filantropinin geleceğini değerlendirmek ise öngöremediğimiz ancak gelmesini umduğumuz ‘normal’ hayata dair bir tasavvuru gerektiriyor. Tüm bu çok bilinmeyenli denklem içinde, bir değerlendirme yapmak oldukça güç olsa da, her krizin beraberinde kendi fırsatlarını yarattığına inanan bir optimist olarak, filantropinin yeni, yaratıcı, dijitale uyumlu, esnek ve şimdiden tahmin edemeyeceğim değişim ve hatta dönüşümlere kapı aralayacağına inanıyorum. İnanıyorum ki, iklim krizi, siyasi kutuplaşmalar, ekonomik krizler ve pandemi gibi pek çok aciliyeti olan konu, diğer alanlar gibi filantropiyi de değiştirecek ve dönüştürecek.”

Mardin Kültür Derneği Saymanı ve Proje Koordinatörü Gülcan Kılıç ise filantropinin gelecekteki rolünü bugünkü sorunların tekrarlamasını önlemeye dair yenilikçi çözümlerle bağdaştırıyor: “Filantropinin ve sivil toplumun yeryüzünün daha demokratik, ekolojik, eşitlikçi, çoğulcu, adil ve barışçıl bir ortama dönüşmesi için üstlendiği rolün her geçen gün arttığına ve daha da arttırması gerektiğine inanıyorum. Çünkü yaşadığımız dünya maalesef daha iyi bir yere doğru gitmiyor.”

Sivil toplum kuruluşlarına eğitmen ve danışman olarak katkılarını sunan Merve Kayaokay da filantropinin bugünün sorunlarına yönelik geliştireceği çözümlerin sürdürülebilirliğine vurgu yaparak bu olgunun tarihten bugüne kadar uzanan kapsayıcı tanımıyla da bir köprü kuruyor:

“Filantropi kavram olarak “birinin, zamanını, uzmanlığını veya varlıklarını sosyal fayda yaratmak için gönüllü olarak vermesi’’ demektir. Yaşadığı evrene karşı sorumluluk bilincinde olan kişi ya da kurumların maddi ve manevi emekleri ile gelişecek filantropi eğilimlerinin temelinde “Dünyanın bize verdiklerini, dünya insanıyla paylaşma” duygusu yatmaktadır. Kişisel ve ahlaki değerlerimiz, hayat amacımız, inanç ve dini motivasyonlarımız, topluma geri verme misyonumuz ve daha güzel bir dünya arzusu gibi nedenler bizi filantropi eğilimleri içinde harekete geçirirken, aynı zamanda sürdürülebilir bir geleceği inşa etmeye de katkı sağlamaktadır. Sözün dediği gibi, “Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık” bilinciyle yaşayabilmek ve bunu yaygınlaştırabilmek filantropinin geleceğine de yön verecektir. Bunların yanında hayırseverlik ve stratejik bağışçılık arasındaki farkların doğru anlaşılması ve buna yönelik çalışmalar geliştirilmesi önemli olmakla birlikte kamu, özel sektör, sivil toplum ve vatandaşların sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için iş birliği içinde olması da filantropinin gelişimine önemli katkılar sağlayacaktır.”

Cevdet İnci Eğitim Vakfı Yöneticisi Pınar Ayaz Koçer ise filantropiye yüklenen görevlerin ve bugünün sorunlarının geleceğe taşınmamasındaki rolünü teori ve pratik arasındaki uyumda görüyor:

“Filantropinin bugününe baktığımızda, varlığını yeniden keşfettiğimiz, gelecekte hayatta kalmak için ihtiyaç      duyulanı sağlayabilecek zenginlikte, sinerji yaratan bir tohum benzetmesi yerinde olacaktır. Uluslararası mecrada, zamanında ekilmiş olan tohumların fidan haline geldiğini görebiliyor ve örnek alıyoruz. Türkiye’de ise bu tohumu toprağımıza yeni ekmeye ve ilk filizlerimizi almaya başladığımızı söyleyebiliriz. Gelecekte gölgesinde serinleyip, meyvelerinden besleneceğimiz bu ağaçlar için daha fazla emek ve zaman gerektiğini düşünüyorum. Teori ile uygulamanın örtüşmesi nadirdir ancak söz konusu filantropi olduğunda kaynağını zaten sahadan ve pratikten aldığı için eğitim programında anlatılanlar; uygulamaların sürdürülebilirliği ve sistemli hale getirilmesi açısından çok yararlı oldu diyebilirim.”

Peki Eğitim Şart mı?

Filantropi profesyonellerinin filantropinin bugünkü zorlukları ve gelecekteki eğilimleri üzerine paylaştıkları görüşlerin şekillenmesinde, COVID-19 sürecinde Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı ne kadar etkili oldu? Kendilerine nasıl beceriler kazandırdı? Katılımcılarımızın bu anlamda altını çizdikleri en önemli kazanımlar arasında işbirliği, farklı bakış açılarını duyma ve adapte etme, yeni kaynak ve uygulamalarla ilgili farkındalık ve dünyadaki gelişmelerden haberdar olma gibi yetileri sıralayabiliriz.

İHH Kurumsal Uyum Koordinatörü Abdülkerim Erim, programdaki deneyimini şu şekilde aktarıyor:

“Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı’nın bana en büyük katkısı sürekli bahsi geçen fakat uygulamada pek istediğimiz seviyeye ulaşamayan alandaki iş birliği ve birbirinden öğrenme kültürüne dair fırsatlardı. Sivil alan genişlediği takdirde toplum ve kamu yararına yapılabilecek çok iş olduğunu gördüm. Sivil toplumun üçüncü sektör olarak, hayatımızda ne kadar önemli bir yer kapladığını tekrar fark ettim. Program boyunca edindiğimiz bilgi ve deneyimler sayesinde pratikteki faaliyetlerimizin sivil alandaki teorik karşılıklarını görmek profesyonellik duygumu güçlendirdi. Eğitim sürecinin üçte ikisinin salgın sürecine denk gelmesi sebebiyle iş yapış biçimimizi doğrudan etkileyen bir örnekten şimdilik bahsedemiyorum. Önümüzdeki aylarda özellikle bireysel bağışçılığa ve hayırseverlik motivasyonuna dair açılan yeni pencereleri değerlendirmeye yönelik planlar yapıyorum.”

TEGV Kaynak Geliştirme Uzmanı İnci Damla Çiyan da programın STK ve filantropi profesyonelleri arasındaki birleştiriciliğine dikkat çekiyor:

“Bu eğitim sürecinde öncelikle farklı STK’lardan gelen kişilerle, farklı örnekler ve uygulamalar ile tanışma fırsatım oldu. Eğitim süresince ele alınan konulardan özellikle, vergisel düzenlemeler, İlkeli Temsil, fonlar ve yeni mecra kullanımları konusunda bakış açım genişledi ve yeni bilgiler edindim. Örneğin İlkeli Temsil başlığı altında konuşulan yönetim kurulları ve temsiliyet yöntemlerine dair daha geniş bir bilgi edinme fırsatım oldu. Diğer STK’ların yarattıkları farklı kampanya örnekleri ya da dijital eğilimlere bağlı olarak kullanılan yeni mecraların farkındalığıyla çalıştığım vakıfta neleri daha farklı ve daha iyi yapabiliriz diye bakmama ve ekip arkadaşlarımla paylaşmama sebep oldu.”

Katılımcılar nezdinde programın önemli bir katma değeri, teorik bilgi aktarımının yanı sıra kaynak geliştirme, yasal ve vergisel mevzuat, yönetişim uzmanlarının ve sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin misafir konuşmacı olarak sahadan pratik deneyimlerini aktarmalarıydı. Bu unsurun, işlenen akademik bilgilerin teorik seviyede kalmaması ve uygulamaya dönük iyi örneklerle pekiştirilmesinin, katılımcılara kariyerlerinde yol gösterecek ve filantropi kültürünü yaymalarına imkân sağlayacak becerilerin kazandırılmasında etkili olduğu gözlemlendi.

“Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı süresince filantropinin teorisini öğrenmek, pratikte gözlemlediğim ve deneyimlediğim durumları anlamlandırmamı kolaylaştırdı. Program sayesinde öncelikle filantropinin ne kadar zengin bir alan olduğunu kavradım. Ayrıca, siyasi-ekonomik-toplumsal koşulların filantropide belirleyici etkisini fark ettim,” diyor Sivil Sayfalar Yazarı Derya Kap ve ekliyor:

“Doğrudan bu alanda çalışan bir profesyonel olmasam da, alana dair yaklaşımımı ‘amatör’ olmanın ötesine taşıdı; konuya bakışımın akademik ve küresel bir perspektifle genişlemesini sağladı. Özellikle deneyim paylaşımında bulunan ve bu alanda çalışan değerli yöneticiler sayesinde, sivil toplum çalışanlarının, filantropiyi kaynak geliştirmenin çok ötesinde—hem küresel hem yerel dinamikleri dikkate alan bir yaklaşımla—ele almaları gerektiğini öğrendim. Ayrıca program benim filantropiye bakışımı değiştirdi; dahası bir bağışçı olarak bağış eğilimlerimi farklılaştırdı. Tüm bunlar sayesinde sivil toplum vizyonum genişledi; sivil alana baktığım çerçeve, programın öncesine göre kesinlikle çok daha geniş ve vizyoner.”

Proje Danışmanı ve Eğitmen Merve Kayaokay da Kap’ın değerlendirmelerine katılıyor ve farklı kurumlardan gelen profesyonellerin iş birliğinden doğacak bir gelişime dikkat çekiyor:

“Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek ve gerçekten bir şeyleri düzeltebilecek inancı farklı alanlarda çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek birbirini daha yakın tanımasının gelecekteki iş birliği ağlarını kuvvetlendireceğini düşünüyorum. Sivil toplum kuruluşlarına verdiğim eğitim ve danışmanlık çalışmalarımda bu hikayelerin ortak motivasyonunun dayanışma ve birlikte iyiliğe dair fayda üretmek olduğuna şahit oluyorum. Farklılığın zenginlik oluşturduğuna inanan biri olarak yer aldığım tüm çalışmalarda iş birliğini fazlaca önemsiyor ve güzel hikayelerin bu şekilde artacağına inanıyorum.”

Programın zengin ve tarihsel içeriğinin katılımcının bakış açısı üzerindeki genişletici etkisinden söz eden Mardin Kültür Derneği Saymanı ve Proje Koordinatörü Gülcan Kılıç, aynı zamanda müfredatın yerel oluşumlara daha fazla yer vermesi gerektiğinin üzerinde durarak şu yapıcı eleştiriyi yöneltiyor:

“Program, sivil toplum alanında yasal düzenlemelerden tarihçeye, dünyadaki eğilimlerden iletişim stratejilerinin önemine, farklı iş birliklerinden kaynaklara ve filantropi alanında daha birçok konuya dair kapsamlı bir yaklaşım sunuyor. 2014 yılından bu yana bu alanda çalışan biri olarak birçok durumda, bulunduğumuz noktadan tek bir açıyla konuları değerlendirdiğimizi ve çözüm üretmeye çalıştığımızı program sürecinde fark ettim. Örneğin; kurum olarak özel sektörle iş birliği yapmayı ajandamıza daha önce hiç almamıştık. Programda özel sektör ve sivil toplum iş birliğine dair o kadar güzel ve yaratıcı örnekler sunuldu ki bundan sonraki süreçlerde kurum olarak bu iş birliğini değerlendirmenin çok önemli olduğunu düşünmeye başladık.”

“Bu programla birlikte filantropi alanının ne kadar kapsamlı olduğunu görmenin yanı sıra yerel örgütlenmelere çok az noktalarının değebilmiş olduğunu da gördüm. Yerel örgütlenmelerin filantropi alanından çok kısıtlı bir şekilde faydalanması ve etkileşimin az olması yerelde yapılan çalışmaların etkisini daraltıyor olabilir. Hem yereldeki etkinin artması hem de filantropinin eğilimini ve stratejisini biraz daha yerelden belirleyebilmek için yerelle iletişimin artması gerektiğini düşünüyorum.”

Katılımcılardan bazıları ise programın planlanan hedeflerinde olmasa dahi, pandemi döneminde aralarında yarattığı dayanışmanın çok büyük bir artı değer olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu bağlamda Pınar Ayaz Koçer’in aşağıdaki paylaşımına yer vermekte yarar var:

“Pandemi süreci tüm katılımcıları aynı şekilde vurdu ancak yarattığı hasarı hepimiz farklı deneyimledik. Bu farklı etkileri bile paylaşmak aslında hedef kitlemiz dışındaki dünyada neler olduğu ve bizim çalışmalarımızı şekillendirirken toplumun geneline yönelik nasıl etkiler yaratabileceğimiz konusunda fikir verdi. Birbirimizden esinlendiğimiz ve öğrendiğimiz; yeni alanlar yarattığımız bir deneyim oldu.”

Pandemi Sonrasında Sivil Toplumu ve Filantropi Sektörünü Neler Bekliyor?

Görüşlerine başvurduğumuz Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı mezunlarının bu soruya yanıtlarını “ihtiyatlı iyimserlik” olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Yazının başında da belirttiğimiz gibi en çok karşılaşılan sorunlar, kısıtlı olan kaynakların daha da azalması, kurumların çalışmalarını dijitale uyarlamada ve stratejileri ile yöntemlerini topyekün dönüştürmede yaşadıkları problemler olarak ifade edilebilir. COVID-19 pandemisinin bu yıkıcı etkilerine Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı’nın henüz başında tanıklık eden katılımcıların salgın-sonrası Türkiye sivil toplumuna yönelik değerlendirmeleri, kılavuz niteliğinde önemli öngörüler de içeriyor.

İnci Damla Çiyan: “Salgın sürecinde bir anda tüm çalışma platformunu dijitale taşımak durumunda kalan tüm kurumlar gibi sivil toplum da çalışmalarını hızlı bir şekilde eve taşımak durumunda kaldı. Çevrimiçi mecralara alışmanın, adaptasyonun ve bu mecraların etkin kullanımının yanında, saha çalışmaları bir anda kesilen STK’ların ulaşmak istediği kitlelere dijital platformlar üzerinden erişimin yolları araştırılmaya ve hayata geçirilmeye çalışıldı. Ancak henüz alt yapısı ve sistemi tam hazır olmayan STK’larda bu sürecin, erişimin kademeli olarak devreye alınacağını düşünüyorum. Pek tabii belirsiz bir ortamda varlığını sürdürmeye çalışan kurumların da sosyal sorumluluk projelerine desteklerini aniden çekmesi ya da duraklamaya almaları ekonomik açıdan STK’ları da etkiledi. Ek olarak her STK’nın özünde yatan insan ilişkilerinin kimi noktada tamamen kesilmesi kimi noktada sadece online ortamda yapılabiliyor olmasının bir dezavantaj olduğunu düşünmekle birlikte, zorunluluklardan dolayı dijitale geçişin hızlanmış olmasının ve bazı çalışma alışkanlıklarının da değişecek olmasını olumlu buluyorum.”

Abdülkerim Erim: “Salgınla birlikte sivil toplumda hangi alanda çalışılırsa çalışılsın ihtiyaçların çok arttığı, daha önce aktif olunmayan yeni alanlarda çalışmalar yapılması gerekliliği ortaya çıktı. Sivil toplum genelde bu zorluklar karşısında esnek ve çevik cevaplar üretse de yüz yüze yapılması gerekenler başta olmak üzere ertelenen çok sayıda faaliyet oldu. Sürdürülebilirliği daha ön planda tutmamız gereken bir döneme giriyoruz. Kaynak olarak çevreyi, sermayeyi, emeği kullanırken tasarruflu ve dengeli davranmaya özen göstermeliyiz. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarda muhataplarımızı dinlemek, duygulara da hitap etmek, stratejileri paydaşların talepleri yönünde geliştirmek kaçınılmaz hale geliyor. Birlikten doğan gücün dönüştürücü ve değiştirici sosyal etkisine odaklanacak bir sivil toplum diliyorum.”

Derya Kap: “Sivil toplumun en öncelikli sorunlarından biri olan kaynak kısıtları, pandemi ve ekonomik koşullar nedeniyle daha fazla arttı. Siyasi ve toplumsal kutuplaşmalarla daralan sivil alana, pandemi kısıtlarının eklenmesiyle, STK’ların faaliyetlerini etkin şekilde sürdürmeleri güçleşti.  Bununla birlikte, STK’lar ile pandemiyle mücadelede faaliyete geçen yeni sivil inisiyatifler, dayanışma ağları, sosyal girişimlerin hayata geçirdiği ilham verici- örnek uygulamalar, sivil toplumun ve filantropinin sorunlarla baş etmede üstlendiği hayati rolü bize tekrar hatırlattı. Pandemi sayesinde, özel sektör-sivil toplum- kamu iş birliklerinde yeni ve iyi uygulama örneklerini deneyimledik. Tüm bunlar göz önüne alındığında, pandemi sonrası Türkiye’de sivil toplumun geleceğinin, öncelikle sivil aktörlerin kendi içlerinde dayanışabilmesi, daha sistemli ve kalıcı faaliyetler yürütebilmesi koşuluyla, parlak olduğuna samimiyetle inanıyorum.”

Merve Kartal: Salgın zamanında sivil toplumdaki tüzel kişiliğe sahip, kurumsal aktörlere oranla, sivil ve teknolojik inisiyatifler, dayanışma ağları ve aktivistler ihtiyaca yönelik olarak daha esnek harekete geçebildi. Bir yandan dayanışmanın etkili örneklerini ve yeni oluşumların başarısını izlerken, bir yandan da sivil toplumun mevcut aktörlerinin yaşadığı sıkıntıları hep birlikte gözlemledik. Saha çalışmaları yürüten ya da dijital mecralarda var olma mücadelesine henüz başlayamayan sivil toplum örgütleri faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldı, en kritiği de hedef kitlesinin ihtiyaçlarına pandemi sürecinde yanıt veremeyen birçok sivil aktörün olduğunu biliyoruz. Pandemi öncesinde hak ve özgürlük alanlarının güçlendirilmesi gereken kırılgan grupların, salgın dönemindeki ihtiyaçlarının artarak devam ettiğini maalesef hepimiz farkındayız. Bunun yanı sıra geleneksel yöntemleri kullanan sivil toplum örgütlerinin kaynak geliştirme sıkıntısı hala devam ediyor. Herkesin eve kapandığı ve durumun vahametinin devam ettiği bu dönemde, sivil toplum aktörleri gerek iletişim faaliyetleriyle gerek kaynak geliştirme gerekse de mevcut faaliyetleriyle dijitalde var olmaları gerektiği gerçeğiyle karşı karşıya. Kriz ortamını köklü değişikliklerle fırsata çevirebilecek, açık ve şeffaf yönetim biçimlerini benimseyen, stratejisini değişen şartlara uyarlayabilen ve eyleme geçen sivil toplum aktörleri mevcut düzende ayakta kalabilecek.”

Merve Kayaokay: “Salgın sadece sivil toplum değil diğer sektörlerde de belirsizlik durumunun oluşmasına neden oldu. Salgın ile birlikte birçok sivil toplum kuruluşu saha çalışmaları, eğitimler, etkinlikler ve kaynak geliştirme çalışmalarının kısmen ya da tamamen durdurmak zorunda kaldı. Bu engellerle birlikte online sürece hızlıca adapte olan sivil toplum kuruluşları faaliyet planlarını revize ederek çalışmalarını devam ettirdiğini söyleyebiliriz. Bu kapsamda online eğitim ve gönüllülük, dijital platformlarda kaynak geliştirme çalışmalarının geliştirilmesinin yanında online bilgi paylaşımının arttığını da söyleyebiliriz. Pandemi ile birlikte sivil toplum kuruluşları dijitalleşmenin çevrelediği dünyaya adapte olarak kendilerini ve yaptıkları işleri bu platformlar üzerinden aktarmaları daha da önem kazanacaktır.”

Gülcan Kılıç: “Salgınla birlikte sivil toplum alanında yaşanan sürdürülebilirlik sorununun artık daha ciddi boyutlara geldiğini düşünüyorum. Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının neredeyse tamamı proje ürettikçe altyapı ihtiyaçlarını ve insan kaynaklarını idame ettirebiliyor. Dolayısıyla pandemiyle birlikte sivil toplum örgütlerinin proje faaliyetlerini hayata geçirememesi onlar için varoluşsal bir soruna dönüşmüş gözüküyor. Bununla birlikte her sivil toplum örgütü yaptığı çalışmaları alanı ve ulaştığı kitle itibariyle dijital ortama adapte edemeyebiliyor. Bu ve benzeri engelleri aşmanın bir yolunun, iş birliklerini mümkün olduğunca çoğaltmak olduğunu düşünüyorum. Pandemiyle birlikte eşitsizlikler arttığı için sivil toplumun bu eşitsizlikler üzerine gidebileceğini düşünüyorum.”

Pınar Ayaz Koçer: “Sivil toplum böyle bir deneyime hazırlıksız yakalandı diye düşünüyorum. Uzun vadeli planlamalar ile gerek mali gerekse insan kaynağının bir şekilde yaratılacağı öngörülüyordu. Pandemi ile çok kısa bir sürede bu iki kaynağa ilişkin planlamalar temellerinden sarsıldı. Bundan daha vurucu olan ise faydalanıcılar ile bağların kesilmesi idi. Çoğu sivil toplum ekibi önce bildikleri yöntemleri ve alıştıkları becerilerin hepsini unutmak zorunda kalıp sonrasında temel beceriler seviyesine dönüş yaptı. Sürdürülebilirliğin ve kurumsal yapılanmanın gereği bir kez daha anlaşıldı. Günlük ihtiyaçlara odaklı çalışmalara paralel olarak gelecek ve teknolojinin getirdiklerine yönelik ihtiyaçlar da zihinlerde kendine yer bulmaya başladı. Kendi adıma bu sektörün ana kaynağını da toplumdan alan bir yapılanma olmasında dolayı esnekliği ve çevikliği bünyesine çok hızlı katacağını savunuyor; kamu ve özel sektör ile bağların daha hedefe yönelik ve stratejik olarak kurulmaya başlanacağı ve sinerjik çözümlerin hayatımıza daha sık gireceğini düşünüyorum.”

Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı mezunlarının da dikkat çektiği gibi pandeminin sivil alan ve filantropi sektörü üzerindeki en büyük etkisi çok katmanlı bir dönüşümü zorunlu kılması oldu. En yalın haliyle bu dönüşüm, salgına hazırlıksız yakalanan sivil toplum kuruluşlarının bazı teknolojik imkanların farkına varmalarını, bunları hızlıca öğrenmelerini ve uygulamalarını sağladı. Fakat, daha da önemlisi salgınla belirginleşen toplumsal kırılganlıklar, sivil toplum çalışmaları nezdinde “dönüşüm” kavramının teknik uyum, iyi yönetişim ve etkin iletişim gibi yeniliklerin ötesinde topyekûn yapısal reformları mecbur kılacağının habercisi gibi görülebilir. Bir başka deyişle, yeni süreçte sivil toplumun ve filantropi aktörlerinin kendilerini sadece idari yönden değiştirmeleri, teknolojiyi daha iyi kullanmaları yetmeyecek; belki de COVID-19’un ortaya çıkmasında, hızlıca ve yıkıcı bir biçimde yayılmasında rol oynayan yoksulluk, savaşlar, afetler, çevre kirliliği, iklim değişikliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, zorunlu göç ve iltica gibi toplumların kırılganlığını artıran sorunlara daha fazla eğilmelerini gerektirecek. Program katılımcılarımızın sıkça belirttiği gibi; iş birliği, kaynak ve birikim paylaşımı, dayanışma, koordinasyon bu zorluklarla başa çıkmanın yeni kolaylaştırıcıları olacak. Bu yaşamsal geçiş döneminde TÜSEV, her zaman olduğu gibi Türkiye’de filantropinin alt yapısını geliştiren, filantropi profesyonellerini güçlendiren programlarıyla sivil topluma desteğini tüm iradesiyle sürdürecek.

Yazıyı TÜSEV’in sitesinden okumak için tıklayınız.