“Kapsayıcı, Sürdürülebilir Yaşlanma ve Yaşlılık Ajandası Gerekli”

Türkiye’nin acilen kapsayıcı ve sürdürülebilir bir yaşlanma ve yaşlılık ajandası oluşturması gerekir. Ancak kalkınma planlarına bakıldığında yaşlanmaya yönelik bütüncül yaklaşımların izlerine rastlayamıyoruz. Konu yüzeysel birkaç maddeye sıkıştırılmış durumda. Yaşlı bireyleri, yaşlı Türkiye’yi ve daha da yaşlanacak olan Türkiye’yi reddetmeden sosyal, kültürel, ekonomik ve politik alanlardaki kapsayıcı ve sürdürülebilir mekanizmalar evvela bugünün yaşlıları için hızlı bir şekilde hayata geçirilmelidir.

İnsanlar her zaman daha uzun yaşamanın ama diğer yandan da genç kalmanın hayalini kurar. Hal böyleyken yaşlanma ve yaşlılık olguları insanların yaygın olarak görmezden geldiği, yok saydığı veya kaçınmak zorunda hissettiği konular arasında kendine yer buluyor. İyi ama bu ne yaman bir çelişki! Daha uzun yaşayacağız ama yaşlanmayacağız… İmkânsızları zorlamak yerine gerçekleri kabul etmeliyiz. Zira yaşayan her canlı her an yaşlanmaya devam eder, ancak bazıları yaşlılık dönemine erişebilir.

Yaşlanma, 1950’lerden günümüze küresel düzeydeki en çarpıcı toplumsal değişimlerden birisi olmuştur. Özellikle refah toplumlarında olmak üzere dünya nüfusu hızla yaşlanmaya başlamıştır. Bu demografik dönüşümün ardındaki en önemli faktörler ölüm oranlarının azalması ve doğum oranlarının azalmasıdır. Peki dünya yaşlanırken Türkiye’de ne oldu?

Dünya yaşlanırken Türkiye elbette yerinde saymadı. Refah ülkelerine kıyasla kendini daha geç gösterse de Türkiye de yaşlanmaktadır. Öyle ki Türkiye dünyanın en hızlı yaşlanan ülkelerinden biridir. Kimi ülkelerin neredeyse bir asırda yaşadığı yaşlanma sürecini Türkiye’nin 15-20 yıl gibi çok kısa bir sürede yaşaması bekleniyor. Nitekim bu kısacık süreci tamamlamak üzereyiz. Aslında bugün Türkiye’de yaşayan insanlar olarak tarihi bir demografik dönüşüme tanıklık ediyoruz. Buna karşın toplumun her kademesinde ciddi bir kesim hâlâ Türkiye’nin genç bir ülke olduğunu ve yaşlanan Avrupa’ya bizim gençlerimizin bakacağı safsatasına inanıyor. Oysa gerçek senaryo bambaşka!

Türkiye İstatistik Kurumu’nun güncel verilerine göre 1935 yılında %3,9 olan yaşlı oranı 2020 yılı itibariyle %9,5’e ulaşmış durumda (TÜİK, 2021). Yapılan sınıflamaya göre yaşlı nüfus oranı %7-10 arasında olan toplumlar “yaşlı toplum”, %10’dan fazla olanlar ise “çok yaşlı toplum” kabul edilir. Yani sanılanın aksine Türkiye yaşlı bir toplumdur. 2025 yılında ise %11’lik yaşlı oranıyla çok yaşlı toplum kategorisine girmesi beklenmektedir. Sonraki süreçte de yaşlanmaya devam edeceğiz. Nüfus projeksiyonları 2040 yılında %16,3, 2060 yılında %22,6 ve 2080 yılında %25,6’lık bir yaşlı oranına sahip olacağımıza işaret ediyor (TÜİK, 2021). Yani yarım asır sonra sokaktaki her 4 kişiden birisi yaşlı olacak. Birleşmiş Milletler’in raporuna göre 2018 yılında tarihte ilk kez yaşlı nüfus 0-4 yaş nüfusundan daha fazla oldu. Hatta önümüzdeki 20-25 yıl içerisinde yaşlı nüfusu 0-14 yaş grubundakilerin sayısını da aşacak. Yaş yapısındaki bu değişim sosyal, politik ve ekonomik birtakım gerekçelerle hükümetler açısından riskli bir konu ve sorun olarak kabul edilmektedir. Tehdit olarak görülen ‘yaşlanma sorunu!’nu ortadan kaldırmak için ise doğumları teşvik etmek gibi öneriler ortaya koyulur. Öyle ya, gençlerin sayısı ne kadar çoksa yaşlılar o kadar az göze batar. Ne yazık ki yeni doğumlar mevcut yaşlıları görünmez kıl(a)mamaktadır, onlar hâlâ oradadır.

Demografik dönüşümlerle birlikte başta hükümetler olmak üzere toplumun geneli “yaşlanma bir sorun mudur?” sorusuna yanıt arar ve genellikle sığ fikirlerden hareketle yaşlanmanın sorun olduğu sonucuna varılır. Oysa yaygın kanının aksine toplumsal yaşlanma bir sorun değildir! Nitekim dünyanın en yaşlı ülkelerine bakıldığında bu ülkelerin refah seviyesi yüksek toplumlar olduğu dikkati çekmektedir. Esas sorun yaşlanan bireyleri görmezden gelmek, yok saymak ve bu kesime özgü sosyal, psikolojik, ekonomik, politik ve hak temelli yaşam ortamı yaratamamaktır. Özetle sorun, yaşlanma yönündeki demografik dönüşüm değil, toplumların yaşlanmaya uygun dönüşememesidir.

türkiye nüfus pramidi
Grafik: Türkiye Nüfus Piramidi, 1935-1975-2020 Kaynak: TÜİK, 2021

 

Türkiye’deki çarpıcı demografik dönüşüme rağmen yaşlılık ve yaşlanma; üzerinde pek konuşulmayan, düşünülmeyen, tartışılmayan, araştırılmayan konulardandır. Yaşlanma sosyopolitik alanda olduğu gibi sivil toplum ve akademik alan içerisinde de hak ettiği ilgiyi görmemektedir. Yapılan girişimler ve çalışmalar ise hem nitelik hem nicelik açısından sınırlı kalmaktadır. Arun’un 2018 yılındaki çalışmasına göre 2012-2017 yılları arasında Türkiye’de sosyal bilimler alanında yaşlılık ve yaşlanmayı konu alan 231 bilimsel çalışma bulunmaktadır. Çalışmaya göre 6 yıllık süreç içerisinde her geçen yıl çalışmaların niceliksel olarak nispeten arttığı görülse de içerik anlamında dar bir perspektife sıkışıp kaldığı dikkat çekmektedir. Yaşlılık ve yaşlanma alanında en çok çalışılan konuların başında toplumsal yaşlanma, demografi, bakım ve emeklilik çalışmaları gelmektedir. Yoksulluk, toplumsal cinsiyet, göç, yerinde yaşlanma, bilgi iletişim teknolojileri ve yaş ayrımcılığı gibi uluslararası yazında kendisine sıkça yer bulan tematik alanların ise Türkiye’de neredeyse hiç çalışılmadığı dikkat çekmektedir.

Yaşlanma başlı başına bir sorun olmamakla birlikte refah seviyesine ulaşamadan yaşlanmak gelecekte yaşanacak sorunların habercisi niteliğindedir. Bu denli hızlı yaşlanmamıza rağmen konunun Türkiye gündeminde henüz yeterli değeri görmemesi sorunların önümüzdeki yıllara ötelenmesi mahiyetini taşımaktadır. Dolayısıyla yaşlanma ve yaşlılık alanında radikal girişimler ve değişimlere ihtiyaç vardır. Bunları birkaç başlıkta ele alabiliriz: 

  • Türkiye’de yaşlılık algısı negatif! Yaşama Dair Vakfı tarafından 2019 yılında 12 ilde Türkiye temsili 2400 katılımcı ile yapılan Türkiye’de Yaşlılık Tahayyülleri ve Pratikleri Araştırması’nın sonuçları tam olarak buna işaret ediyor. Yaşlılık korkulan, kaçınılması gereken ve olumsuzluklarla örülü bir dönem olarak görülmektedir. Bunun önemli nedenlerinden birisinin toplumda, medyada hatta çocuk kitaplarında bile sıklıkla yaşlılığın negatif temsillerine vurgu yapılması olduğu söylenebilir. Dolayısıyla yaşlılıkla ilgili önyargılar içselleştirilmektedir. Bu nedenle insanlar ancak kendisi yaşlandığında ve sümenaltı ettiği yaşlılığın olumsuz yönleriyle yüzleşmeye başladığında yaşlanmayı gündemine almaktadır. Yaşlanma ve yaşlılıkla ilgili negatif algıyı kırmak için gençliğin kutsanıp yaşlılığın yerildiği anlayıştan kaçınmak iyi bir başlangıç olabilir. Geç, hiçten iyidir!
  • İkinci olarak yaşlanma ve yaşlılık konuları birinci maddenin de beslediği bir arka plandan hareketle sağlık ve bakım ekseninde kendini tekrarlayan bir konuma pozisyonlanmış durumdadır. Yaşlıların “hasta, engelli veya bakıma ihtiyacı olan kişiler” olduğu algısı yaşlılığın tıbbileştirilerek hastalık-sağlık ikilemi üzerinde tartışılmasına zemin hazırlamaktadır. Oysa her yaşlı hasta, engelli veya bakıma ihtiyaç duyan kişiler değildir. Yaşlıları homojenize eden, tek tipleştiren böylesi bir ön kabulü kırmak Türkiye’deki yaşlanma ve yaşlılık çalışmaları için en kritik adımlardan birisi olacaktır. Zira diğer yaş gruplarında olduğu gibi yaşlılar arasında da çeşitlilik ihtiva eden bir görünüm hakimdir. 
  • Üçüncü olarak yaşlılık çalışmaları yanında yaşam döngüsü (life course) perspektifinden yola çıkan yaşlanma çalışmalarına ağırlık vermek gerekir. Türkiye’deki akademik çalışmaların önemli bir kesimi, yaşlılığın başlangıcı olarak kabul edilen yaş sınırının üzerindeki bireylerle yapılan çalışmalarla yaşlılığı ve yaşlıların özelliklerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Ancak böylesi bir yaklaşım mevcut durumu ortaya koysa da yanılgılı sonuçları da içerebilir. Örneğin 65+ bir grupla anket yapıldığında “yaşlıların eğitimsiz veya düşük eğitimli bireyler” olduğu sonucuna varılabilir. Oysa bu kişiler geride kalan 64 yılını okuma-yazma bilerek geçirip 65 yaşına girdiği gün birden bire eğitimsizleşmedi! Yaşam döngüsü perspektifinin hâkim olduğu yaşlanma çalışmalarında böylesi yanılgılı sonuçlar bertaraf edilerek, mevcut durumu doğuran arka plandaki yaşam koşulları daha gerçekçi bir biçimde ortaya koyulabilir. Yaşlanma ve yaşlılık konusunda geleceğini acilen tasarlamaya ve organize etmeye ihtiyaç duyan Türkiye’nin boylamsal çalışmalara ve bu yolla elde edilen bulguya dayalı verilere ihtiyacı vardır.
  • Dördüncü olarak hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve akademinin yaşlıların heterojen bir grubu temsil ettiği gerçeği üzerine kurgulanmış sosyopolitik girişimlerde bulunması gerekmektedir. Yaşlılığın sadece biyolojik/fizyolojik değişimlerden ibaret olmayan; sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuki birçok konuyu bünyesinde barındıran bir yaşam dönemi olduğu kabullenilmelidir. Bu bağlamda sorun odaklı belirli birkaç tematik alan dışında yaşlılığın pozitif temsillerine ve göz ardı edilen diğer alanlarına ağırlık verilmelidir. Örneğin önümüzdeki yıllarda Türkiye’de daha çok çalışılmaya muhtaç konu başlıklarını şöyle sıralayabiliriz: toplumsal cinsiyet, yoksulluk, göç, yaş ayrımcılığı, ihmal, bilgi iletişim teknolojileri, dijitalleşme, geronteknoloji, tasarım, çevre, cinsellik, LGBT…
  • Beşinci olarak yaşlanma ve yaşlılığın olumsuz yönleriyle yüzleşme ihtimali en yüksek olan bireyler genellikle alt sınıflara mensup, yoksul ve dezavantajlı gruptaki kişilerdir. Bu, dezavantajlı bireylerin dezavantajlarının sürmesine, hatta katlanarak artmasına neden olmaktadır. İmtiyazlı gruplar için ise durum biraz daha kolay… Hal böyleyken hak ve eşitlik temelli sosyopolitik kararlar ortaya koymak yaşlanan Türkiye için kritik bir öneme sahiptir.
  • Altıncı olarak Türkiye’nin acilen kapsayıcı ve sürdürülebilir bir yaşlanma ve yaşlılık ajandası oluşturması gerekir. Ancak kalkınma planlarına bakıldığında yaşlanmaya yönelik bütüncül yaklaşımların izlerine rastlayamıyoruz. Konu yüzeysel birkaç maddeye sıkıştırılmış durumda. Yaşlı bireyleri, yaşlı Türkiye’yi ve daha da yaşlanacak olan Türkiye’yi reddetmeden sosyal, kültürel, ekonomik ve politik alanlardaki kapsayıcı ve sürdürülebilir mekanizmalar evvela bugünün yaşlıları için hızlı bir şekilde hayata geçirilmelidir. Fakat bunu yaparken geleceği de unutmamak gerekir. Örneğin TÜİK verilerine göre her dört çocuktan birisi yoksuldur. Bu durum, günümüzdeki çocukların eşitsiz yaşlanacağına ve bunu yaşlılık dönemine aktaracağına işaret etmektedir. Dolayısıyla bugünün yaşlılığı dışında geleceğin yaşlılığını da tasarlamak önemlidir.

Yaşlı Türkiye henüz yaşlılığa hazır değil! Türkiye’nin yaş yapısındaki değişim ve yaşlanma konusundaki karnesine baktığımızda sınıfta kaldığımız söylenebilir. Kırıkları düzeltmek içinse çok fazla vakit kalmadı. Bir an evvel hem bireysel hem toplumsal olarak gerçeğin farkına varıp yukarıdaki ana başlıklar etrafında adımlar atmalıyız.