AĞ-DA Kadın ve LGBTİ+ Hakları İçin Bir Arada

AĞ-DA Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı, 56 akademisyen ve 40 sivil toplum örgütünden oluşan kadrosuyla  kadın ve LGBTİ + hakları üzerine çalışıyor. Ağ üzerine Proje Koordinatörü Prof. Dr. Ülkü Doğanay ile konuştuk. 

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı, özellikle OHAL ve sonrasında STÖ ve akademiye yönelik artan baskılara karşı bir dayanışma ve ortak çözüm merkezi olmayı hedefliyor. Proje Koordinatörü Prof. Dr. Ülkü Doğanay; “Çıkış noktamız ‘Birbirimizin derdine nasıl sahip çıkabiliriz? Ortak bir alan nasıl geliştirebiliriz? Sözümüzü nasıl çoğaltabiliriz?’ soruları oldu” diyor.

19-20 Haziran’da ilk çevrimiçi eğitimlerini gerçekleştiren Ağ, 3-4 Temmuz ve 10-11 Temmuz tarihlerinde yine çevrimiçi olarak Toplumsal Cinsiyet Araştırmalarında Veri Toplama Yöntemleri ve Veri Çözümleme Yöntemleri üzerine iki atölye düzenleyecek. 

Ağın kuruluş amacını sizden dinleyebilir miyiz?

Ülkü DoğanayBizler, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışmalar yürüten, dersler veren, tezler yazan akademisyenler, Barış Bildirisi’ni imzaladığımız için üniversitenin dışına itildik. İhraç edildik ve dayanışma akademilerinin çatısı altında bir araya gelerek çalışmaya devam ettik. Ancak bizlerin üniversitenin dışında kalması, kadın ve LGBTİ+ hak örgütleriyle bir araya gelme ve birlikte çalışma mecramızı da önemli ölçüde ortadan kaldırdı. Diğer yandan OHAL ve sonrasında yaşananlar yalnızca işlerini kaybeden bizlerin değil, üniversitelerinde çalışmaya devam eden çok sayıda akademisyen ve sivil toplum örgütlerinin de çalışmalarını ağır biçimde etkiledi. Baskı hem akademiye, hem STÖ’ne karşı giderek artarken diğer hak alanlarında olduğu gibi kadın ve LGBTİ+ hakları alanındaki kazanımlar da iktidarın hedefinde yer aldı. Buna karşı her birimiz, kendi yöntemlerimizle mücadele etmeye çalıştık, çalışıyoruz ve bu mücadelemizde güçbirliği yapmanın bizi kuvvetlendireceğine inanıyoruz. Çıkış noktamız da bir araya gelmenin bizi güçlendireceğine duyduğumuz bu inanç oldu. Yani bu ağ, aslında Dayanışma Akademileri çatısı altında bir araya gelen ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışan akademisyenlerin sivil toplum örgütleriyle arasındaki bağı güçlendirme ihtiyacından doğdu. 

Geçtiğimiz yıl bahar aylarında Avrupa Birliği’nin yayınladığı Sivil Toplum Aracı Ağlar ve Platformlar Hibe Programı Çağrısı’na Ankara Dayanışma Akademisi (S. S. ADA Eğitim Kooperatifi) ve BİRARADA Bilim, Sanat, Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği’nin işbirliğinde başvurduk. “Dayanışma Akademileri Ağı Aracılığıyla Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Geliştirme” başlığını taşıyan projemiz kabul edildi ve Ocak 2020 tarihinde yürürlüğe girdi. Dolayısıyla AB tarafından finanse edilen bir proje ile desteklenmesi, bize ağın birlikte iş yapabilme gücünü ve kapasitesini geliştirmemize imkân sağlayacak bir zemin hazırladı. Ancak biz, bu ağın proje ile sınırlı kalmaması, proje kapsamında desteklenen etkinliklerin dışına çıkarak, bunun ötesine geçerek kendi araçlarını oluşturan, yaşayan ve proje süresiyle sınırlı olmayan bir alan oluşturmasını hedefledik. 

Bu sebeple, çıkış noktamız “Birbirimizin derdine nasıl sahip çıkabiliriz? Ortak bir alan nasıl geliştirebiliriz? Sözümüzü nasıl çoğaltabiliriz?” soruları oldu ve hem akademisyenlere hem de LGBTİ+ hakları alanlarında çalışan sivil toplum örgütlerine ağa katılma çağrımızı ulaştırdık. Çağrımıza şimdiye kadar 56 akademisyen ve 40 sivil toplum örgütü yanıt vererek ağa üye oldu. Şimdiye kadar ağa üye olan sivil toplum örgütlerinin yaklaşık yarısı kadın hakları ve diğer yarısı da LGBTİ+ hakları alanında çalışıyor. Bu sayı her geçen gün artıyor. 

Nasıl bir yapılanmaya sahipsiniz? 

Ağ-Da Ankara, İstanbul, İzmir’in yanı sıra Antalya, Diyarbakır, Dersim, Eskişehir, Kocaeli’den ağa üye olan örgütler oldu. Baroların, Tabipler Birliği’nin, İnsan Hakları Derneği’nin kadın hakları alanında çalışan birimleri de üyelerimiz arasında yer aldı. Aynı şekilde Ankara Dayanışma Akademisi ve Birarada Derneği’nin yanı sıra İstanbul’dan Kampüssüzler, İzmir Dayanışma Akademisi, Kocaeli Dayanışma Akademisi, Antalya Dayanışma Akademisi’nden ve yine akademisyenler tarafından kurulan Aramızda Derneği ağın üyeleri arasında. Üniversitelerde görevlerine devam eden veya etmeyen çok sayıda akademisyen de ağda yer alıyor.

AĞ-DA neler yapacak? Toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde öncelikli olarak gördüğünüz sorunlar neler ve siz sorunların çözümüne dair nasıl bir yol izlemeyi planlıyorsunuz?

Ağın proje kapsamında desteklenen bir dizi etkinliği var. Bu etkinliklerle hem Dayanışma Akademilerinin hem de Sivil Toplum Örgütlerinin toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki araştırma, izleme, raporlama, savunuculuk kapasitelerini geliştirmeyi hedefliyoruz.

Aynı zamanda, akademisyenlerle sivil toplum örgütlerinin güçbirliği içinde hareket edebilmesi için bir zemin oluşturabilmeyi istiyoruz. Bunların bir kısmı, ağ olarak kapasitemizi güçlendirecek ve birlikte politika geliştirmemize katkı sağlayacağını düşündüğümüz atölyelerden oluşuyor. Ağın birlikte iş yapabilme ve politika geliştirmesine katkıda bulunacağını düşündüğümüz toplam sekiz atölye, önümüzdeki bir buçuk yıllık süreç içinde gerçekleştirilecek. Eş zamanlı olarak. OHAL ve sonrasında yaşanan gelişmelerin toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışan akademisyenler ile sivil toplum örgütleri üzerindeki etkisini ortaya koyan ve ortak eylem stratejileri oluşturarak politik atmosferin yarattığı engellemelerle baş etme yollarını tespit etmeyi hedefleyen bir saha araştırması yürütüyoruz. Bu araştırmanın raporu da önümüzdeki yıl bu zamanlarda yayınlanmış olacak. Araştırmayı takiben içeriğini ve biçimini araştırma sonuçlarına ve ağın üyelerinin taleplerine göre belirleyeceğimiz, çevrimiçi olarak yürütülecek ve her biri dört hafta sürecek 12 ayrı seminer açacağız. Ayrıca proje kapsamında akademisyenlerin ve sivil toplum örgütlerinin birlikte yapacağı araştırma ve savunuculuk gibi etkinlikleri desteklemek üzere 15 küçük hibe verilecek. Bunların ağdaki akademisyenler ve sivil toplum örgütleri arasındaki işbirliğinin güçlenmesine ve araştırma, bilgi ve deneyim paylaşımı, ortak eylemsellik alanlarının inşasının teşvik edilmesine katkı sağlayacağını ümit ediyoruz. 

Bütün bunlar, söylediğim gibi ağın proje kapsamında desteklenen faaliyetleri olacak. Ancak, bunların dışında da ağın üyelerinin birlikte yapabileceği savunuculuk, araştırma, raporlama, belgeleme faaliyetleri için ağın bir ortaklaşma alanı oluşturmasını istiyoruz. Bu kapsamda başka neler yapabileceğimizi süreç içinde birlikte göreceğiz ve kararlaştıracağız.

Toplumsal cinsiyet eşitliği alanında sivil toplumla akademisyenlerin bağının azaldığını, kuruluş amacınızın da bunu güçlendirmek olduğunu söylüyorsunuz. Bu bağın zayıflamasının gerekçeleri nelerdir?

Aslında bu bağın zayıflamasının birden çok sebebi var; ama öncelikle, bizi bir araya getiren başlıca sebep toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki kazanımların -hem akademideki, hem de sivil toplum alanındaki kazanımlardan söz ediyorum- iktidarın baskıcı politikalarının hedefinde yer alması. Biz bunu ağa katılmaya çağrı metnimizde OHAL döneminde ve sonrasında yaşanan otoriterleşmenin sivil alanda yol açtığı daralma, demokratik hakların erozyonu ve toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı politikalar karşısında yeni demokratik yöntem ve araçlar geliştirme ihtiyacı ile açıkladık. Bu ihtiyaç OHAL ve sonrasında daha da görünür hale gelen baskıcı rejimin, bir yandan sivil alanı tahrip ederken, bir yandan da yarattığı kontrol ve kısıtlama mekanizmaları ile toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki kazanımları hedefine almasından kaynaklanıyor. Yani bize göre, bu baskı iki kanal üzerinden eşzamanlı olarak ortaya çıktı. 

Sivil toplum ve akademide oluşan baskılara daha yakından bakabilir miyiz? 

Bir yandan kadın hakları alanında çalışan sivil toplum örgütleri arasında kapatılanlar oldu; kayyum atanan belediyelerin kadın merkezleri ve sığınma evleri kapatıldı; LGBTİ+ haklarını savunan örgütleri etkinlikleri yasaklandı, engellendi, çeşitli baskılarla karşılaştılar. Bir yandan da kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi alanlarda çalışmalar yapan çok sayıda akademisyen, Kanun Hükmünde Kararnameler ile üniversitelerden ihraç edildi, erken emekliliğe ya da istifaya zorlandı. Üniversitelerin dışına itilerek akademik çalışmalarını sürdürmenin fiziki ve maddi koşullarından mahrum bırakıldı. Bu akademisyenlerin vermekte oldukları dersler ya kapatıldı ya da çoğunlukla alanda deneyim ve birikimi olmayan akademisyenler tarafından üstlenildi. İşlerinden edilen öğretim üyelerinin yürüttükleri araştırmalar yarım, yönetmekte oldukları tezler danışmansız kaldı. İşlerinden edilen araştırma görevlilerinin akademik çalışmalarını sürdürmelerine imkân sağlayacak fiziki ve maddi koşulların yanı sıra alanda deneyim sahibi akademisyenlerle birlikte çalışabilme ve üniversitelerdeki bilgi üretim süreçlerine dahil olma imkanları ellerinden alındı. 

Yine bu dönemde, toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBTİ+ hakları, hem üniversitelerde görevlerine devam eden akademisyenler hem de öğrenciler açısından çalışılması sakıncalı görülen konular arasına girdi. Öte yandan üniversitelerde çalışmaya devam eden pek çok akademisyenin de bu alanda araştırmalarını ve eğitim faaliyetlerini sürdürebilme imkanları giderek daha kısıtlı hale geldi. Üniversiteler bünyesinde oluşturulan Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri, Toplumsal Cinsiyet Araştırma Merkezleri, Kadın Çalışmaları Anabilim Dalları, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği sertifika programlarının pek çoğu ya kapatıldı ya da işlevsiz hale getirildi. İhraç edilen, sözleşmesi yenilenmeyen veya görevden ayrılan akademisyenlerin yerine bu merkezlere kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanı ile ilgisi olmayan akademisyenler atandı. 

Kimi yüksek lisans programlarının ismine “aile” sözcüğü eklenerek bu programların içeriği kadının varlık alanını aile ile sınırlayan muhafazakâr tahayyül etrafında yeniden şekillendirildi. Bu süreçte Yüksek Öğretim Kurulu, 2015 yılında üniversitelere gönderdiği “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi”ni yürürlükten kaldırdığını açıkladı. YÖK,“toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramının üniversitelerin müfredatından çıkarılmasını talep ederken “aile ve Türk toplumunun değerlerini önceleyen adalet temelli kadın çalışmaları” yaklaşımının benimsendiğini duyurdu. Ayrıca, üniversiteler bünyesinde toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde birlikte hareket eden akademisyenler, sivil toplum örgütleri ve öğrencilerin de girişimleriyle oluşturulan Cinsel Taciz ve Saldırıyı Önleme birimleri etkisizleştirildi. Öğrenciler tarafından kurulan kadın ve LGBTİ+ hakları kulüplerinin faaliyetleri engellenirken çok sayıda öğrenci soruşturma baskısıyla karşı karşıya geldi.

Baskılar ve yasaklamalara karşı sivil toplumun ve akademinin etkisini güçlendirmek için hangi adımları atacaksınız?

Kadın örgütleri ve LGBTİ+ örgütleri bu baskılar ve yasaklar karşısında ayakta kalmayı ve dayanışma bakımından alternatifler geliştirmeyi, her koşul altında mücadelelerini sürdürmeyi büyük ölçüde başardı ve başarmakta. Ancak sözünü ettiğim gelişmeler, aynı zamanda kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin üniversitelerle birlikte yürüttükleri çalışmaların önüne set çekti: Bu örgütlerin pek çoğu, kampüslerin kapısından giremez oldu; örgütlerin temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen ve akademik bilgi ile savunuculuk deneyimi arasında bir köprü kurulmasına imkân sağlayan seminer, atölye ve dersler yapılamaz oldu. Üniversitelerin Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezlerinin ve Kadın Çalışmaları Programlarının işlevsiz kılınmasıyla, bu alana dair üretilen teorik bilginin, bu programlara dahil olan aktivistlerin ve sivil toplum çalışanlarının katkısıyla sahaya taşınması zorlaştı. Toplumsal cinsiyet eşitliği alanında üretilen bilginin mülteci hakları, engelli hakları, çocuk hakları, ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele gibi alanlardaki deneyim ve birikimle kesişmesine imkân sağlayan ortaklaşmaların zemini tahrip edildi. Böylece üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden bilgi üretim süreçleri ve bilgi üretim süreçlerine feminist müdahale olanakları kısıtlandı. Akademi ile sivil toplum arasındaki bağın koparılması, kadın ve LGBTİ+ hakları açısından bu iki alan arasındaki güç birliği ve dayanışma ile elde edilen kazanımların zayıflamasına yol açtı.

Bütün bu gelişmeler, bize akademi ve sivil toplum alanındaki tahribat karşısında bir güç birliği, dayanışma ve ortak mücadele alanı yaratmanın ne denli önemli olduğunu gösterdi. Bu sebeple, bu bağı yeniden kurabilmek ve güçlendirebilmek için akademisyenleri ve sivil toplum örgütlerini bir araya getiren bir ortak platform, bir ağ oluşturmanın önem taşıdığını düşündük. Bu ağın hem birbirimizden haberdar olmamız hem de birlikte hareket edebilmemiz, deneyim paylaşabilmemiz, akademisyenlerin sivil toplum örgütlerinin sahada kazandığı deneyimden beslenebilmesi ve alana dair teorik bilgiyi bu deneyimin süzgecinden geçirerek yeniden üretebilmesi, ihtiyaç sahiplerine aktarabilmesi için bir aracı olabileceğini düşündük. 

Cinsiyet eşitliğine eklenen “toplumsal” kelimesi neyi işaret ediyor? Cinsiyet eşitliği ile toplumsal cinsiyet eşitliği arasındaki farklar neler? Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin tarihine bakarsak neler söyleriz? Ne kadar yol alınmış, CEDAW, İstanbul Sözleşmesi gibi imzalanmış kararlarda uygulamalar arasında ne kadar fark var? 

kadın örgütleriBuradaki temel ayrım kavramın cinsiyetin toplumsal olarak inşa edilen, atanan bir konum olduğunu vurgulamak için kullanılıyor olması. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz ettiğimizde, aynı zamanda biyolojik olarak belirlenmiş cinsiyetin ötesinde, cinsiyet kimliklerinin toplumsal normlar, inanç sistemleri, değerler, örneğin patriarka, heteronormativite tarafından belirleniyor olması. Bu sebeple cinsiyet eşitliğinden değil, toplumsal olarak yaratılan eşitsizliklerden söz etmek için bu kavramı kullanıyoruz. Türkiye’de 12 Eylül darbesinin ardından kadın hareketi ve özellikle 2000’li yıllarla birlikte LGBTİ+ hareketi çok önemli bir mücadele alanı açtı ve bu yolda önemli kazanımlar elde edildi. CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi bu mücadelelerin de katkısıyla elde edilmiş kazanımlardı. Ancak özellikle son yıllarda, iktidarın bu kazanımları ters yüz etmek üzere bilinçli bir çaba içinde olduğunu gördük. Sözleşmelerin kağıt üzerinde kalması için ve bunlardan geri adım atılması için de sistemli bir çaba harcanıyor. Yine de kadın hakları ve LGBTİ+ hakları alanındaki örgütlerin ısrarlı mücadelesi, tüm baskılara rağmen sahayı terk etmemesi bu yolda iktidarın işini zorlaştırıyor.

Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine yapılan çalışmaların önündeki engeller neler? (Hükümet, toplum, medya… tüm açılardan bakabiliriz bu soruya) Onur yürüyüşlerinin engellenmesi, Diyanet’in açıklamalarıyla artan saldırılar, kadına şiddetin önüne geçilememesi, trans cinayetleri hepsi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir meselesi. MEB 2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı Hedefleri Listesi’nde toplumsal cinsiyet eşitliği dersini kaldırmıştı örneğin. Yine üniversitelerde bu alanda ders veren akademisyenlere baskı uygulandığını belirtiyorsunuz. 

İlk atölyenizi Dayanışma Akademileri Ağı Aracılığıyla Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Geliştirme Projesi adıyla gerçekleştirdiniz. Nasıl geçti atölye? Neler konuşuldu, hangi başlıklar öne çıktı? Nasıl faydalar edinildi? Bundan sonra ajandanızda neler yer alıyor yakın zamanda? 

Ağın çıkış noktası akademisyenler, hak savunucuları ve sivil toplum örgütlerinin üyeleri, aktivistleri arasında karşılıklılık ilişkisi üzerine kurulu, hiyerarşik olmayan, birlikte düşünüp birlikte eylemeyi ve birbirinden öğrenmeyi önceleyen bir ilişki kurabilmek oldu. Bunun için de ağın ilk etkinliğini “iç iletişim” başlığı altında gerçekleştirmeyi planladık. Yüzyüze yapmayı umduğumuz bir atölyeydi bu, ne yazık ki pandemi koşulları nedeniyle 19-20 Haziran’da çevrimiçi olarak gerçekleştirebildik. Ancak bu sayede de daha çok üyemizin bir araya gelebilmesini ve birlikte nasıl eyleyeceğiz, neler yapacağız, nasıl karar alacağız, birbirimizle nasıl iletişim kuracağız gibi soruların üzerine düşünüp tartışabilmesine imkân sağladı. Bu atölyeye toplamda 52 kişi katıldı. Bunların yarısı Türkiye’nin çeşitli illerinde faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerindendi. 

3-4 Temmuz ve 10-11 Temmuz tarihlerinde yine çevrimiçi olarak Toplumsal Cinsiyet Araştırmalarında Veri Toplama Yöntemleri ve Veri Çözümleme Yöntemleri üzerine iki atölyemiz var. Bu atölyelere alanında uzman 8 eğitimci katılacak toplamda. Feminist metodoloji, feminist araştırma etiği, queer teori, nitel, nicel veri toplama ve analiz teknikleri gibi konular ele alınacak.

Daha sonrasında Eylül ayından itibaren yüzyüze gerçekleştirmeyi ümit ettiğimiz başka atölyelerimiz olacak.