Arafta Kalmak

“Armen, babasının mezarı başında fark ediyor ki imamın mezar başında verdiği talkında (ölü gömüldükten sonra mezar başında imamın ölüyü tanıtması) dedesinin veya nenesinin adı verilmiyor. Bir süre sonra durumu dayılarına soruyor. Dayısı ona gerçeği yıllar sonra anlatıyor. Babasının katliamda sağ kurtulan bir Ermeni olduğunu…” Tarihler 1915’i gösterdiğinde, bu topraklarda dünyanın tanık olduğu en büyük trajedilerinden […]

“Armen, babasının mezarı başında fark ediyor ki imamın mezar başında verdiği talkında (ölü gömüldükten sonra mezar başında imamın ölüyü tanıtması) dedesinin veya nenesinin adı verilmiyor. Bir süre sonra durumu dayılarına soruyor. Dayısı ona gerçeği yıllar sonra anlatıyor. Babasının katliamda sağ kurtulan bir Ermeni olduğunu…”

Tarihler 1915’i gösterdiğinde, bu topraklarda dünyanın tanık olduğu en büyük trajedilerinden katliamlardan biri yaşanıyordu. Bir milyonu aşkın Ermeni, ölüm yolculuklarına ve sürgünlere çıkarıldılar. Sürgüne gönderilen yüzbinlerce Ermeni daha kamplara ulaşamadan açlık, susuzluk ve hastalık nedeniyle yollarda öldüler.

 ”bizi kamyona doldurdular.
tüfekli iki erin nezaretinde.
sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular.
günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar
. ”

Cemal Sureya

Bu ölüm yolculuklarının, sürgünlerinin yaşandığı yerlerden biri de Diyarbekir Vilayeti idi. Ermeni Halkı tarihte, zanaatkârlıkları ile bilinir ve tanınırlar. Diyarbekirli  Ermeniler de, taş ustalıkları ile ünlenmişlerdi. Bugün bile tarihi Sur ilçesinde gezerken, yaşanan onca yıkıma rağmen Ermenilerin ustalığını evlerde, camilerde, hanlarda görebilirsiniz. Zaman bu topraklarda yaşamış olan Ermenilerin izlerini silemiyordu. Tarihin bu manada insanlardan daha vicdanlı olduğu kesindi. Diyarbekir ve diğer vilayetlerdeki Ermeniler, yaşanan sürgünler ve bölgedeki çatışmalı durumdan kaynaklı yaşadıkları toprakları terk edip dünyanın birçok ülkesine dağılmak zorunda kaldılar. Öğrendiğimiz kadarı ile Diyarbakır’da sayıları 250-300’e yakın Müslümanlaştırılmış Ermeni aile var.

Tarihler bu kez 2012 yılını gösterdiğinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve diasporada yaşayan Ermeni cemaatlerinin büyük katkıları ile restorasyonu yapılan ve Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinde bulunan, Ortadoğu’nun en büyük kilisesi, Surp Giragos Ermeni Kilisesi tekrar çanlarını çalmaya başladı. Diasporada yaşayan Ermeniler tekrar buluşmuştu. Maalesef son dönem yaşanan çatışmalar kilisede hasara neden oldu. Kilise sayesinde yeniden bir araya gelmiş  olan Ermeniler bu bağlarını tekrar kaybettiler.

İşte o kilisede yıllar sonra yeniden o çanı çalan 26 yaşında Ermeni olduğunu babasının öldüğü gün öğrenen Armen Demirciyan’dı.

Armen, babasının mezarı başında fark ediyor ki imamın mezar başında verdiği talkında (ölü gömüldükten sonra mezar başında imamın ölüyü tanıtması) dedesinin veya nenesinin adı verilmiyor. Bir süre sonra durumu dayılarına soruyor. Dayısı ona gerçeği yıllar sonra anlatıyor. Babasının katliamda sağ kurtulan bir Ermeni olduğunu, Müslüman bir aile tarafından ahırda büyütüldüğünü, sonradan kendi kızları ile evlendirdiğini. Babası yaşadığı sürece susmuştu sessiz kalmıştı. Kimliğinden bahsetmemişti çocuklarına ve bu sırla sessizce ölmüştü…

Kilisenin çanının çalan Ermeni Armen’le , Diyarbakır’ın tek sahafı olan Don Kişot Sahaf’ta buluşuyoruz. Şimdilerde Don Kişot, Sahaf Armen’e bir sığınak olmuş adeta.

Pariluys (günaydın ) Dilekcan diye karşılıyor.

Armen

Eski kitaplar arasında geçmişin izlerini arıyor gibi. Ermeni Vakfı’nın görevlendirdiği dil hocası Kevork Fikri Çalış sayesinde altı ay gibi bir sürede anadilini Ermenice’yi öğreniyor. Kiliseyi ziyarete gelen Ermeniler sayesinde dilini geliştiriyor. Sahafta Ermeni bir rahip olan ve Ermeni müzik dehası Komitas çalıyor. Ses ince… derin… kederli… Şarkının arasına girerek arada tercüme yapıyor Armen. Yüzüne yerleşmiş derin çizgiler var. Geçmişte atalarının çıkarıldığı ölüm yolculuklarındaki uzun yolları gösterir gibi. Anlatırken kaşları arada çatıyor. Sarp uçurumlar beliriyor o an yüzünde. Gözleri arada dalıp gidiyor. Daldığı yerden tekrar çıkıyor

Hrant arkadaşımdı. Bu toprakları seviyorum tıpkı onun gibi. Tabii ki burada kalıp kendi topraklarımda yaşamak istiyorum ama burada sizin de bildiğiniz gibi şartlar çok zor. Bundan dolayı Ermenistan’a gidip orada yaşamak istiyorum.”

Konuşacak, yüzleşecek ne çok şey var. Ve dilenecek ne çok özür.…

Bir insanın vicdanı, geçmişi ile kurduğu bağdır. Geçmişle olan bağı o ayrı, ben ayrı kuruyorduk. Benim için Ermeniler demek annemdi, annemin yaptığı yemeklerdi. Ermeni komşularından öğrendiği yemekleri yapardı annem ona da annesi öğretmişti. Evet, geçmişle bağımdı. Yıllarca düğünlerimizde oynadığımız  ‘yarkusta’ oyununu yediğimiz ‘havidz’ ve ‘helise’ yemeklerinin Ermeni komşularından öğrendiğini anlatmıştı annem. Ama ölümlerine verilen fermanda bizzat rol oynadıklarını söylememişti..! Bu topraklarda Gayrimüslimler için hakaret olarak kullanılan fılle komşularımızdı onlar.

Sessizlik oldu…Sahafta Komitas çalıyordu ‘Grunk’ (turna )  şarkısını söylüyordu. Armen yeniden tercüme etti şarkıyı:

Grunk usti gukas / Dzarayem tsaynit / Grunk mer ashkhare khabrig mı chunis

(Turnam nereden geliyorsun /Sesine ölürüm / Söyle bizim memleketten haber var  mı?)