Otizmlinin İnsan Hakları: Giriş Yerine Varoluşsal Sancılar

28 Temmuz 2020
Otizmli, tecrit edilerek yaşamını sürdürmeye mahkûm edilemez, ancak ücret karşılığında bile kısıtlı olan çözüm mekanizmaları; otizmlinin toplumdan uzaklaşmasını ve kapalı alanlarda var olmasını öngörür. Özel eğitim, spor, rehabilitasyon merkezlerinde ve bakımevlerindeki şiddetin de normalleştirilmesi bu yüzdendir. Çünkü otizmlinin gidecek başka yeri yoktur.

Türkiye’de otizme dair kaleme alınan tüm bilimsel ve hatta (öğretici) kurgusal metin; otizmin tanımını barındırır. Bu tanım çoğu zaman, dünya dilleri arasında ortak biçemde terimleşmiş sözcüklerle bezelidir ve yaşamında otizmli ile karşılaşmamış insanlar için oldukça kafa karıştırıcıdır.

Otizm nedir sorusunun cevabı, doktrinde bulunan farklı görüşlere atıfla ya da etimolojik olarak verilebilir. Ama otizmli kimdir sorusunun cevabı çoğu zaman karikatürize edilir.

Kimdir otizmli? Otizmliye otizmli mi demek gerekir, otistik mi? Otizmliler dahi midir? Bir özellikleri çok mu ileridedir? Bir zekâ küpünü beş dakikada çözümlemek, yere düşen kürdanları bir bakışta saymak, bir enstrümanı kusursuz çalmak ya da bir spor dalında madalyalar kazanmak otizmli olmak için şart mıdır? Otizmliler konuşur mu, konuşmaz mı? Konuşan otizmliler daha iyi durumda mıdır? İyi durumda olmak nedir? “Çok ağır otizmli” ne demektir? Otizmliler; hepimizin çocukları, meleklerimiz midir? “Bir gün hepimiz engelli olabiliriz.” mantrasıyla engelli bireyleri değerli gören öğreti(!) kapsamında, “bir gün hepimiz otizmli olabilir miyiz?” ya da “hepimiz biraz otizmli miyiz?”

Otizmin insanda varoluşuna dair bu soruların çoğunun cevabı, otizm odaklı sivil toplum örgütlerinin çoğu ebeveynlerce oluşturulduğu için karmaşık yanıtlara sahiptir. Çünkü Türkiye’de otizm farkındalığı çalışmaları, otizmli bireylerin “iyi” özelliklerinin altının çizilmesiyle gerçekleştirilir. Daha doğrusu, otizmlinin toplumca değer görmesi için, olağanüstü özelliklerinin var olması, yazılı olmayan kurallar bütünü içinde yerini alır.

Türkiye’de otizmlinin otizmli tarafından temsil edilmemesi sorunu, birçok tartışmayı da anlamsız kılar. Amerika Birleşik Devletleri orijinli otizm çalışmalarının ve otizmli haklar savunuculuğunun Türkçeye tıpkı çeviri olarak kazandırdığı bazı tartışmalar, Türkiye reel politiğinin üzerine birkaç beden büyük gelir, zira Türkiye’de halen ve halen otizmlinin temel haklarından faydalanması kapsamında sivil toplum çalışmaları yapılmaktadır.

Türkiye’de otizmlinin otizmli tarafından temsil edilmemesi sorunu, otizmlinin “çocuk, evlat, kardeş, melek, sorun çıkaran öğrenci, parkta istenmeyen çocuk, gürültü yapan komşu” olarak adlandırılmasına, ama çoğu zaman insan olarak adlandırılamamasına neden olur. Ön tanı veya teşhis anından sonra, bu teşhisi kabullenemeyen ya da daha az kabullenen ebeveyne duyulan korku, zamanla üst ya da alt komşuya, parktaki diğer çocukların ebeveynlerine, kreş müdürüne, sınıf öğretmenine, restorandaki diğer müşterilere ve böylece toplumun ta kendisine duyulan korkuya dönüşür ve otizmlinin sistematik olarak insan dışı görülmesi, toplumsal hafızada yer eder. Kimse, otizmlinin insan haklarından söz etmez.

Otizmlinin insan haklarından söz edilse de bunun adı insan hakları olmaz. İdarenin otizmliye sunması gerektiği eğitim ve sağlık hizmetinin, hak olduğu yorgun zihinlere unutturulmuştur.

Temel haklarından yoksun olan insanların, sosyal haklara sahip olması da mümkün değildir. Bu kapsamda, hukuka aykırı kat malikleri kurulu kararları ile evlerinden tahliye edilen, taşınmaya zorlanan, kamusal alanda istenmeyen otizmli birey ve ailesi, insan olmaktan gelen çoğu hak ve özgürlük için yaşam boyu mücadele etmek durumunda kalır.

“…Anayasanın başlangıç bölümünde; her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmişken, doğduğunda otizmli olup olmadığı bilinmeyen bireyin otizm teşhisi ile haklarının çoğundan mahrum kalması, Anayasanın ruhuna aykırıdır.” (Otizmli Hakları İnsan Haklarıdır Ortak Projesi, Proje Bülteni; sayfa 18.)

Kişinin manevi olarak kendini geliştirmesi, özgü bir iç dünyaya sahip olması, yaşamanın özünü oluşturur niteliktedir. Otizmlinin, oyun çağından, sistematik ve kapsayıcı eğitimden mahrum bırakılması, otizmlinin gelişimini engeller.

Otizmli bireylerin çoğu zaman adına ve hesabına işlem yapılsa da, bireylerin haklarının nerede başlayıp nerede bittiğinin belirleyicisinin kim olduğu da çoğu zaman karıştırılır. Kimi zaman otizmli bireyin özbakımını da üstlenen bakım göstericiler, otizmliye yönelik her kararlarında en üst merci olarak kendilerini belirlerler. Halbuki bunun belirleyicisi bakım göstericiler değil, insan hakları normları; Anayasa, uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve kanunlardır. Uygulamadaki eksiklik; otizmlinin kamusal alanda istenmeyişi, bundan dolayı hesap sorulamaması, normlar hiyerarşisini de ortadan kaldırır. Otizmli, tecritte; yönetilen ve yöneten ilişkisinin anti-demokratik ve karanlık boyutlarında kendisiyle baş başadır. 

Halbuki, otizmli, tecrit edilerek yaşamını sürdürmeye mahkûm edilemez, ancak ücret karşılığında bile kısıtlı olan çözüm mekanizmaları; otizmlinin toplumdan uzaklaşmasını ve kapalı alanlarda var olmasını öngörür. Özel eğitim, spor, rehabilitasyon merkezlerinde ve bakımevlerindeki şiddetin de normalleştirilmesi bu yüzdendir. Çünkü otizmlinin gidecek başka yeri yoktur.

Şiddet, çoğu zaman teknolojik aygıtlar ya da şiddete tanık olmuş; şiddetin izini otizmlinin vücudunda ve davranışlarında görmüş üçüncü kişiler aracılığıyla ortaya çıkar. Bu durum; otizmle tanışmamış, otizmi tahayyül edemeyen kolluk görevlileri ve yargı organlarınca çoğu zaman doğru olarak ele alınamaz, otizmliye şiddet, çoğu zaman delil yetersizliğinden dolayı takipsizlikle veya kovuşturma aşamasında cezasızlıkla sonuçlanır. (Otizmli Hakları İnsan Haklarıdır Ortak Projesi, Proje Bülteni, sayfa 2.)

Orijini belirlenememiş her yara, otizmliyi toplumdan bir adım daha uzaklaştırır. Şiddet gören otizmli, şiddet gösterir ve iyi özellikleriyle karikatürize edilmiş, melekliğiyle romantize edilmişken, bir anda kötücülleştirilir.

Otizmliyi, katmanlılıktan, insan olmaktan uzaklaştıran; otizmliyi tek tipleştirmeye çalışan ve otizmde magazinel haber değeri arayan toplumsal yapıdır. Ağır ve sistematik ihlallerle yüz yüze yaşayan otizmli ve otizmli bireyin birincil bakım gösterici birimi; ilgili mercilere defalarca başvurmasına rağmen sorunlarına çözüm bulamadıkça; kendini daha az insan hisseder. 

İzine düşülmeyen ihlaller, otizmin nedenselliğinden ve otizmi algılamaktan uzak idari, hukuki, sosyal tutum ve davranışlar; insanı haklara sahip bir varlık olmaktan uzaklaştırır. Otizmli bireylerin daha az hakka sahip olduğu dogmalaşır.

Çünkü otizm, çoktandır bir sınıf meselesidir. 16. yy’de insanların çeşitli hiyerarşik derecelere göre dağılımını ya da sıralanmasını [1] sınıf olarak sözcükleştiren Thomas Blount’tan atıfla; otizmi de bir yetenek/gösteri hiyerarşisinin konusu edinmek; otizmliyi endüstriyelleştirme çabasında kaynaklanır. Bu hiyerarşide tabanda bulunanlar; edilgen sıfatlarla anılır ya da daha kötüsü, anılmaz

İnsanın insan olmaktan gelen organik bağlarının reddedilerek, özellikleri bazında mekanikleştirilmesi, insanı haklara sahip birey olmaktan çıkaracaktır. Bu dehümanize halin bireydeki yansımasını ise, sesi duyulmadan kaybolmuş; yaşamını yitirmiş otizmli T.Y.’nin, Y.G’nin, hak ettiği bakıma erişemeyen otizmli S.G.’nin, B.C.’nin hikayelerinde görmek mümkündür.

[1] Koşar, Arif, Marx’ın Sınıf Kavrayışı, Temel Çizgileri ve Güncelliği s. 52’den atıfla; Dworkin, Dennis (2012) Sınıf Mücadeleleri, Çeviren: Utku Özmakas, İstanbul: İletişim Yayınları, sf. 42-43