Şanlıurfa’da Mülteci Algısı…

Araştırmacı Ahmet Doğan'la, "Şanlıurfa'daki Yerel Halkın Sığınmacılara/Mültecilere Yönelik Algısı" başlıklı araştırmasının sonuçları üzerine konuştuk...

Şanlıurfa’da kaç Suriyeli mülteci var?

Ahmet Doğan

Resmi rakamlara göre 447 bin 387 kişi yaşıyor. Fakat, 18 Nisan 2019’da yapılan Düzensiz Göç ile Mücadele Bölge Toplantısı’nda, Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin, Şanlıurfa’da bulunan Suriyeli sığınmacı sayısının yaklaşık 550 Bin olduğunu açıkladı. Tabii bu tahmini olarak verilmiş bir sayı, ancak kaçak göçmenlerin ve kayıt altına alınamamış kişilerin de çok olduğunu anlıyoruz buradan. Şanlıurfa’da şu an 3 tane “Geçici Barınma Merkezi” dediğimiz mülteci kampı var ve bu kamplarda yaklaşık 45 Bin kişi yaşamaktadır.

Araştırmanız kapsamında mültecilerin tespit edebildiğiniz/gözlemlediğiniz sorunları ve gerek toplumdan, gerek devletten beklentileri neler?

Bu insanlar bir savaştan zorunlu olarak Türkiye’ye sığınmışlar, evini, tarlasını, işyerini, komşusunu, ve anıları bırakıp gelmişler. Burada hayata tutunmaya çalışıyorlar. Psikolojik bir travma yaşıyorlar. Yolun sonunun nereye çıkacağını bilmeden geldiler. Başlangıçta kısa süreliğine geldiklerini sandılar, savaşın biteceğine ve geri gideceklerine inandılar. Çünkü mevcut yönetime muhaliftiler ve öncülleri bu krizin kısa sürede biteceğini vaad ediyorlardı. Ancak zaman geçtikçe bunun doğru olmadığını gördüler, sorunlarla karşı karşıya kaldılar: Tüm resmi işlemlerde kullanılan Türkçe dil bariyeri, çocuklar için eğitim sıkıntısı, geçimini sağlamak için iş bulma ve çalışma izni alma, kent merkezlerinde kalmak için oturma izni alma, sosyal hayata adapte olma, ev sahibi olan halk ile iyi geçinme gibi bir çok sorun… Ülkemiz de ilk başlarda bu göçe hazırlıksız yakalandığı için, sorunlar daha da artıyordu. Göç idaresi bile 2013’te kuruldu ancak bu insanlar 2011’de gelmeye başladılar. Peki bu insanlar ne istiyorlar? Öncelikle bu insanlar artık misafir olmak istemiyorlar, en azından misafir olarak görülmek istemiyorlar. Hukuki bir statü istiyorlar, mülteci olmak istiyorlar. Mülteci hukukundan faydalanmak istiyorlar. Çalışma izni almak istiyorlar. Şehirler arası seyahat özgürlüğü istiyorlar. Çocuklarına iyi bir eğitim sağlayacakları yere gitmek istiyorlar. Sürekli dışlanmak ve öteki olarak algılanmak istemiyorlar. Toplumdan beklentileri, misafir olarak görülmemeleri ve ötekileştirilmemeleri; devletten beklentileri ise hukuki statü.

Bu insanlar geri dönmeyi istiyor mu? Kalıcı mı? Ya da başka ülkelere (mesela Avrupa ülkelerine) gitmek mi istiyorlar?

Bu soru 3 veya 4 yıl önce sorulsaydı cevabım bu insanların geri dönmeyi isteyecekleri olurdu ancak şimdi artık öyle düşünmüyorum. Çünkü bu insanlar 8 yıldır burada. O dönemde çocuk olanlar burada büyüdü, kimisi burada doğdu, kimisi burada evlendi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak düşüncesi hakim. Onlar da biliyor ki, Suriye’de savaş bitse de Suriye kısa vadede yaşanabilecek bir yer değil. Veya öyle görmüyorlar. Şu an bir çoğu özellikle de eğitim almış, üniversite okumuş kişiler Türkiye’de vatandaşlık almak istiyor. Vatandaşlık aldıktan sonra Türkiye pasaportu ile başka ülkelere geçmenin yollarını arıyorlar. Siyasi fikirlerini gizliyorlar. Kimseyle konuşmamaya çalışıyorlar. Çünkü Türkiye’deki siyasi ortamdan çok korkuyorlar. İyi eğitimli biriyle yaptığım bir görüşmede bana “Biz savaştan önce Suriye’de komşularımızla siyasi olarak konuşmaya korkuyorduk, şu an siz Türkiye’de ailenizin içinde bile konuşmaya korkuyorsunuz” demişti.

Halkın mültecilere/göçmenlere yönelik yaklaşımlarında öne çıkan tutumlar neler? Tepkisel (ırkçı, milliyetçi yaklaşımlar veya ekonomik sebeplerle vb.) yaklaşımlar var mı?

Şanlıurfa’da yaptığım görüşmeler ve izlenimlerime göre halkın en büyük tepkisi ekonomik sebeplerden kaynaklanmakta. Genç nüfusun yoğun olması ve iş imkanlarının kısıtlı olması rekabeti artırmaktadır. Bu rekabette kazananın büyük kısmı mülteciler oluyor. Çünkü işveren açısından daha ekonomik. Sağlık sigorta payı yok, asgari ücretin altında çalışmayı kabul ediyorlar ve aynı işi yapıyorlar. Hatta işten atılmamak için canla başla çalışıyorlar. Bu da yerel halkı öfkelendiriyor. Irkçı yaklaşımlar da söz konusu. Eylül 2018’de yaşanan olaylar bunu gözler önüne serdi. Hatta ardından yerel STK’ların imza attıkları “Sonuçta biz ev sahibiyiz, buradaki insanlar sizin ev sahibiniz. Suriyeli kardeşlerimiz de bu ev sahiplerinin misafirleridir. Hepimizin geleneğinde, örfünde, adedinde misafir gittiğimiz bir yerde misafirlik kurallarına tabi olmak vardır. Hiç birimiz misafir olarak gittiğimiz bir evde, ev sahibini rahatsız edecek nitelikte bir harekette, eylemde, söylemde bulunmayız. Bu, ev sahibine olan hürmettendir” basın açıklaması ile ötekileştirmeyi ve onları hala misafir olarak görmek istediklerini dile getiriyorlardı. Diğer bir ötekileştirme ise milliyetçilik temelli yaklaşım. Yıllardır dil mücadelesi veren ve var olmaya çalışanlar, sonradan gelenlerin kendi dillerini özgürce tabelalarda, devlet kurumlarında, belediyelerde kullanılmasına tepki gösteriyor. Burada bir ötekinin, diğer bir ötekiye bakışını açıkça görebiliyorsunuz.

Urfa’da konuyla ilgili çalışmaları olan STK’lar var mı? Devletin ilgili kurumlarının çalışmaları var mı? Yeterli mi?

Konuyla ilgili çalışma yapan STK’lar genel olarak insani yardım temelli olarak çalışıyor. Kışlık erzak yardımları, hijyen kitleri, giyecek – yiyecek yardım kartları, himaye – koruma alanındaki çalışmalar, hukuki danışmanlık, meslek edindirme kursları, sosyal uyum vb. projeler ile destek olmaktadırlar. Ancak bu tarz projelerin büyük çoğunluğu Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları tarafından yürütülmektedir. Bu projelerin hemen hepsi mülteciye yönelik yapılmaktadır. Bu konuda tamamıyla yeterlidir demek çok güç. Ancak yerel halka yönelik projeler de yapılmalı. Eğer yerel halka yönelik entegrasyon – sosyal uyum ile alakalı projeler yapılmamaya devam ederse, dışlanma ve ötekileştirme daha da artacaktır. Benzer bazı projeler de devlet kurumları tarafından yapılmaktadır. Dil kursları, meslek edindirme kursları vb. Bir çeşit entegrasyon yapılmaya çalışılıyor. Ancak entegrasyon tek taraflı yapılmaya devam edilirse, adı entegrasyon olmaktan çıkar ve asimilasyona döner. Çünkü “bana benzesinler ama benimle aynı statüde de olmasınlar”, “bizim dili kullansınlar ama benim iş imkanlarımı elimden almasınlar” düşüncesi ile hareket etmek ileride olası ağır sonuçlara sebebiyet verebilir. Yerel STK’lar ise bu konudaki en yetersiz kalanlar. Herhangi bir çalışmaları bulunmamakta veya ben Urfa’da yaşayan ve alanda araştırma yapan biri olarak gözden kaçırmışımdır. Sonuç olarak şunu belirtmek isterim, yapılan entegrasyon projeleri tek taraflı olmamalı, hem mülteciyi hem de yerel halkı kapsamalı. Göçmenler bir adım yaklaşırken, yerel halkın da yaklaşması gerekir. Benzer şekilde göçmenlerin kurdukları dernekler de mevcut, maalesef onlar da tek taraflı çalışmalar yapmaktadır.