“Sosyal Girişimler Bugünün Ve Geleceğin İş Modelleri Olabilir”

Girişimcilik, girişim, start-up terimlerini daha yeni yeni benimsemiş, “girişimcilik”i daha yeni meslek olarak kabul etmeye başlamışken, son yıllarda sık duymaya başladığımız “sosyal girişimcilik”i Ashoka Türkiye Sosyal Girişimcilik Programları Direktörü İstem D. Akalp ile konuştuk.

Ashoka ne yapar?

Ashoka dünyada sosyal girişimcilik kavramına adını koyan, dünyanın ilk ve en geniş̧ sosyal girişimcilik platformu. 39 yıldır, dünyanın 93’ten fazla ülkesinde 3 bin 500’den fazla sosyal girişimciyi bulup “siz sosyal girişimcisiniz, hadi sizi destekleyelim” diyor. Sosyal girişimcileri üç ana alanda destekliyoruz:

  • İlki, eğer ihtiyaçları varsa, global Ashoka ağına katıldıktan sonra onlara finansal destek sağlıyoruz.
  • İkincisi, onları ihtiyaçları olan topluluk ve ağ desteği ile buluşturuyoruz. Bu, sosyal girişimcinin ihtiyacına ve yakın olduğu sektöre göre iş dünyasından veya sivil toplumdan veya fon veren kuruluşlardan bağ kurabileceği kişi veya kurumlar olabiliyor.
  • Üçüncüsü de kapasite geliştirme destekleri olarak adlandırdığımız destekler. Sosyal girişimcilerin, sosyal girişimlerini büyütürken ve sürdürürken ihtiyaç duyacakları birtakım becerileri onlara sağlamaya çalışıyoruz. Bunu hem kendimiz, hem pro-bono ortaklarımız, hem de ilişkide olduğumuz diğer network paydaşlarımızla birlikte yapıyoruz.

Ashoka’ya göre sosyal girişimci kimdir?

Bize göre sosyal girişimci, köklü bir toplumsal ve / veya çevresel soruna yenilikçi bir çözüm bulan ve sorunun içinde olduğu sistem dönüşene kadar sosyal girişimini sürdürmeye kendini adamış kişidir.

Peki sosyal girişim nedir?

Sosyal girişimler dernek, vakıf, şirket, kooperatif, platform gibi farklı farklı tüzel yapılar olabilir. Derneklerin, vakıfların iktisadi işletmeleri de yine sosyal girişim olarak değerlendirilebilir. Biz Ashoka olarak, sosyal girişim dendiğinde kuruluş amacı toplumsal ve / veya çevresel bir sorunu çözmek mi, buna bakıyoruz. Sivil toplum alanındaki diğer aktörlere nazaran nispeten daha dinamik, daha çevik, yeniliğe ve inovasyona daha açık oluşumlar bunlar. Sosyal ve çevresel endişelerinin yanı sıra, çalışanlarının da mutluluğunu, refahını önemseyen yapılar aslında. Sosyal girişimler bugünün ve geleceğin iş modelleri olabilir.

Sizce bir sivil toplum kuruluşu, iktisadi işletmesi üzerinden kendi alanında gelir getirici faaliyet yürütüyorsa o da bir sosyal girişimdir diyebilir miyiz?

Eğer o iktisadi faaliyet, kendi yönelim alanı ve odağıyla ilgiliyse evet diyebiliriz. Örneğin çocuklarla çalışan bir kuruluş, faaliyetlerini sürdürmek için çocuklarla ilgili bir sıkıntıyı ortadan kaldıracak veya iyileştirecek bir ürün, hizmet sağlıyorsa, sosyal girişim denebilir o iktisadi işletmeye. Kuruluş amacı da o kurumun faaliyetlerini sürdürmek olmalı, paydaşlara kar dağıtmak değil. Aslında kuruluş motivasyonuna ve karla ne yapıldığına bakıyoruz diyebiliriz. Dernekler ve vakıflar zaten kar elde etmedikleri için, yatırımları otomatik olarak kuruma yani sosyal etkiye geri dönüyor.

Sosyal girişimlerin özel sektörle ilişkisi nasıl?

Sosyal girişimler özellikle inovasyon alanında özel sektörü çok etkiliyor, onlara ilham veriyor. Örneğin Airbnb’den önce Couchsurfing vardı ve insanlar birbirlerinin evinde ücretsiz konaklıyorlardı. Sonra Airbnb bu fikri aldı, kar amaçlı bir modelle günümüze adapte etti. Ya da Uber’den önce car sharing (araç paylaşma) vardı. Hem Couchsurfing, hem car sharing uygulamaları sosyal girişim olarak faaliyet gösteriyordu, sonra özel sektör bunları alıp kar getirir hale çevirdi. Bu sebeple özel sektör gözünü ne kadar sosyal girişimlerin üstünde tutarsa inovasyona o kadar yaklaşır, biz gözlemlerimizde hep bunu görüyoruz.

Peki sivil toplum kuruluşlarıyla olan ilişkiler? Sosyal girişim, sivil toplumun evrilmiş hali mi sizce?

Biz aslında özü diyoruz. Çünkü sosyal girişimler de toplumsal ve / veya çevresel sorunlarda sosyal etkinin olumlu olması için çaba sarfediyorlar, sosyal girişimler de ortaya koydukları ürün veya hizmetlerle belki savunuculuk yapmıyorlar ama politikaları değiştirebilecek önerilerde bulunuyorlar. Ashoka’nın desteklediği sosyal girişimcilerin, ki biz onlara Ashoka Fellow’ları diyoruz, sistem dönüştürmeye yönelik farklı farklı modelleri var, faydalanıcıları güçlendirmekten tutun, politika önermeye, pazar dinamiklerini değiştirmeye kadar; ve bunları farklı şekillerde yapıyor, devlet politikalarını %80 oranında değiştirebiliyorlar, gündemlerinde bu var. Bakış açıları şu şekilde: “ben öyle bir model geliştireyim ki bu model yerel, ulusal ya da global düzeyde politika değişikliğine neden olabilsin. Örneğin çiftçilerin teknolojik araçlara erişimine ilişkin yapılandırıcı modeli ben kurayım -zira devletin gündeminde şu anda bu yok- ama sonra benden çıksın ve bu tarım bakanlığının işi ve takibinde olsun.”

Sosyal girişimlere sivil toplumun evrilmiş hali demek, birini daha üstün konuma koymak hiç doğru değil, iki tarafın da birbirinden öğreneceği çok şey var.

Türkiye’de sosyal girişimciliğin dünyadaki sosyal girişimcilikten farkı var mı? Ashoka Fellow’ları üzerinden düşündüğünüzde, Türkiye’nin profili en çok hangi ülkeye benziyor?

Türkiye’de ben 2009 yılından beri hem profesyonel hem gönüllü anlamda sosyal girişimcilik ekosisteminin içindeyim. Ashoka, Türkiye’deki ilk Ashoka Fellow’u Viktor Ananias’ı 2000 yılında seçmiş, yani tam 19 yıl olmuş. Demek ki Türkiye’de o zamandan beri birtakım insanlar sosyal girişimciliğin ne olduğunu biliyor, duyuyor.

Dünyada sosyal girişimci profili olarak biz en çok Latin Amerika’daki sosyal girişimci profiliyle benzeştiriyoruz Türkiye’deki sosyal girişimleri ve sosyal girişimcileri. O da muhtemelen ülkelerin genel olarak benzer sosyo-ekonomik durumlara sahip olmalarıyla ilgili.

Fark olarak ise, şunu söylerim: İngiltere, Amerika, Kanada, ve bir çok Avrupa ülkesinde de, sosyal girişim yapısı bilinen bir yapı. Sadece devlet veya kamu açısından değil, fon verenler, bireysel bağışçılar, destekçiler, yatırımcılar vs.. Onların gündeminde sosyal girişimler ve sosyal girişimciler var, bu Türkiye’de (özellikle İstanbul dışında) henüz olmayan bir şey. Hem özel sektörün, hem sivil toplumun hem de sosyal girişimleri destekleyen diğer yapıların Türkiye’de daha çok ve daha birlikte çalışması gerekiyor, biz de zaten bunun olması için çalışıyoruz.

Sosyal girişim fikri olanların düştüğü en büyük hata ne oluyor sizce? Bu alanda fikri olanlara önerileriniz var mıdır?

Bu işi neden yapmak istediklerine, neyi değiştirmek istediklerine çok iyi karar vermeleri, ve soruna veya kendi çözme araçlarına aşık olmamalarını öneririm. Dinleyerek, özellikle de hem faydalanıcıları hem o alandaki paydaşları dinleyerek sosyal girişim fikirlerini şekillendirmeleri gerekir. Tüm paydaşları dinlemekten kastım şu: Örneğin çocukların sağlığı ile ilgili bir sosyal girişim kurmak isteniyor, ve alanda çalışan hiçbir sivil toplum kuruluşunu araştırmamış, alanda çalışan özel sektördeki ürünlere bakmamış, sağlık problemi olan çocukların bir tanesiyle oturup konuşmamış biri düşünün, aklına harika bir mobil uygulama fikri gelmiş ve bunu yaparım demiş. Bu olmuyor işte. Alanda bu zamana kadar ne yapılmış, ne işlemiş, ne işlememiş, neden işlememiş… Bunlara bakmak önemli. Halihazırda çalışmaları devam eden sosyal girişimcilerle konuşmak, gerekirse onlardan mentörlük almak önemli. O alanda sorunları ve ilgili konuları içeriden görmek ve dinlemeye açık olmak gerek, bizim daimi önerimiz sürekli yenilemeye, değişmeye açık olmalarıdır.

Son olarak sürdürülebilirlik konusunda görüşlerinizi alalım, sosyal girişimlerde sürdürülebilirliğin sağlanması adına nelere dikkat ediyorsunuz?

Sürdürülebilirlik konusunda bizim için birinci nokta, o sosyal girişimcinin motivasyonunu sürdürmesi aslında. Biz en çok kişinin en baştaki tutkusunu sürdürmesi için çalışıyoruz, onun etrafında bu anlamda bir destek ağı örme gayretindeyiz. Bu destek ağı zaman zaman yıpranmaya yaklaştıysa, sağlığı bozuluyorsa, “ben neler yapıyorum, noluyor” vs. diyorsa motivasyonel anlamda destek oluyor; zaman zaman finansal dar boğazdaysa, iş dünyasından bu işin ehli insanlarla onu buluşturmak ve finansmana kavuşmasını sağlamak oluyor; zaman zamansa faydalanıcı kitlesi ile ilgili yapması gereken bir sonraki adıma nasıl geçeceğini henüz bilmiyorsa, o alanda kurulmuş sivil toplum kuruluşuyla onu bir araya getirmek oluyor. Dolayısıyla biz sürdürülebilirliğe yalnızca finansal sürdürülebilirlik açısından bakmıyoruz, ama mutlaka sosyal girişimcinin kendisini merkeze alıp, mevcut durumu onun ihtiyacı olduğu şekilde ekip biçip şekillendiriyoruz.

Ayrıca, sürdürülebilirlik konusunda, işin yalnızca sosyal girişimcinin kendisinde bitmediğinin göz ardı edildiğini düşünüyorum, ekosistemin de sürdürülebilirliğe katkıda bulunması gerekiyor. Doğada da öyle değil mi, bir şeyi sürdürmek için sadece bir kişinin çabası veya bir bitkinin gücü yeterli değildir, toprağın da sürdürülebilirliğe elverişli olması gerekir. Dolayısıyla ekosistem üzerine de yapılması gereken çok çalışma var.