Surp Giragos Ermeni Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Gafur Türkay: Sur’un ruhuna ‘el-fatiha’ çoktan okunmuş

“Ben gidip Sur’un o halini gördükten sonra… O ruh o kadar bitmiş ki, orayı o halde görmüş biri olarak sersemlemiş vaziyetteyim” Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesi 25 Mart 2016 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından “afet yasası” kapsamında riskli alan ilan edildi ve “acele kamulaştırma kararı” kapsamında kamulaştırıldı. İsmiyle müsemma bu karar, birçok özel mülkün yanında vakıf mülklerini […]

“Ben gidip Sur’un o halini gördükten sonra… O ruh o kadar bitmiş ki, orayı o halde görmüş biri olarak sersemlemiş vaziyetteyim”

Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesi 25 Mart 2016 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından “afet yasası” kapsamında riskli alan ilan edildi ve “acele kamulaştırma kararı” kapsamında kamulaştırıldı. İsmiyle müsemma bu karar, birçok özel mülkün yanında vakıf mülklerini de kapsam içine alıyordu. Acele kamulaştırma kararına karşı bugüne kadar Danıştay’a yapılan başvurulardan sadece birinden sonuç alınabildi. Danıştay, Surp Giragos Ermeni Kilisesi hakkındaki acele kamulaştırma kararı için yürütmenin durdurulmasına hükmetti. Kilisenin yeniden ibadete açılmasından çatışmaların başlamasına, çatışmalar nedeniyle kiliseden mahrum kalınmasından işleyen sürecin nereye vardığına kadar Diyarbakır Ermenilerinin hissiyatını Surp Giragos Ermeni Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Gafur Türkay ile konuştuk

-Surp Giragos Kilisesi’nin yıkık hali restore edilerek 2012’de ibadete tamamen açıldı ve o tarihten itibaren kilisede Paskalya bayramları kutlanmaya başlandı. 30 seneden sonra orada kilisenin ayakta kalmış olması, Paskalya’yı kilisede kutluyor olmak nasıl bir duyguydu?

Diyarbakır Ermeniler açısından çok mühim bir yer. İki bin yıl önce Dikranagerd ismiyle Ermenilerin başkentiydi. Yine 1900’lerin başında Diyarbakır nüfusu yüzde 60 Hristiyan yüzde 40 Müslüman’dır ve bu Hristiyanların da yüzde 90 ila 95 kadarı Ermenidir. Artık herkesin bildiği malum ve uzun hikâyeden sonra 80’li yıllarda birkaç Ermeni aile kalmıştı Diyarbakır’da. 90’lı yıllarda faili meçhul olayların yoğunlaşmasıyla birlikte kalan birkaç Ermeni aile de göçünce kilise de sahipsiz kaldı, herhangi bir etkinlik olmuyordu ve yıkılmaya yüz tutmuştu. Kiliseyi onardıktan sonra bazı ilkleri de yaşadık. Paskalyaları yapmaya başladık. Ayinler, vaftizler yapılmaya başlandı. Her şeyden önemlisi de 100 yıldır Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nde çan kulesi yoktu, çan çalmıyordu. Malum, 1914-15 yıllarında mevcut çan kulesi yıldırım çarpması sonucu yıkılıyor. O Ermeni Soykırımı hengamesinde bile cemaat yeniden, çok iyi bir mimari ile bir çan kulesi yapıyor. O güzelim çan kulesi, cami minarelerinden yüksek olduğu bahanesiyle 1916’da top atışı ile yıkılıyor. 100 yıldır çan kulesi yoktu,  projenin bir parçası da kilise onarımıyla birlikte çan kulesini yapmaktı. 1914’de yıkılan, soğan başlı dediğimiz Rus mimarisini andıran çan kulesini yapmıştık ve 100 yıl sonra çan sesi geliyordu oradan. O, bizim için en önemli işlerden bir tanesiydi.

-Bu kadar yıkım ve yalnızlıktan sonra bu ilkleri yaşarken sizlerin duyguları nasıldı ve Diyarbakır halkı bu gelişmelere nasıl bakıyordu, nasıl reaksiyon veriyordu?

Geçmişte biliyorsunuz Ermenilere karşı olumsuz tepkiler, ötekileştirmeler vardı. Gâvur, Gavur Mahallesi falan oradan geliyor. Ama biz kilisenin restorasyonuna başlarken vakıf yönetimi olarak kurumları ziyaret etmiştik. Mesela Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne, Valiliğe, Büyükşehir Belediyesi’ne, Sur Belediyesi’ne gittik, tabii maddi-manevi destek de talep ettik. Büyükşehir ve Sur Belediye Başkanları (Osman Baydemir ve Abdullah Demirbaş) bu restorasyonun çok iyi olacağını, şehrimize yeni bir ruh katacağını, buranın sahiplerinden Ermenilerin yaşamın bir parçası olacağını ve dolayısıyla bunu önemsediklerini ve dolayısıyla maddi-manevi destek vereceklerini söylediler. Sağ olsunlar o dönem bazı din âlimlerini topladılar ve hem Ermenilere ait bir mabet yapılacağını hem de şehrin eski sakinlerinin yeniden yaşamın bir parçası olacağını anlattılar ve onlardan da bu konuda destek istediler. Bu ilişkiler çok etkili oldu ve en azından o cenahtan herkesin bakış açısı olumlu oldu. Bu işin manevi boyutuydu ama maddi yönden de destek oldular. Projenin toplam maliyeti 5.5 milyon TL idi, 1 milyon TL’sini Büyükşehir Belediyesi, Osman Baydemir başkanlığında karşıladı. Geri kalan 4.5 milyonu dünyadaki Ermeni cemaatlerinden, diasporadan topladık. Bütün bu süreç maddi-manevi çok olumlu geçti. Geldiler, destek oldular. Kilisemizi günde 500-600 kişi ziyaret ediyordu.

-Çözüm Süreci’nin olumlu havası herkese yansıyordu ve kilisenin en aktif zamanları da bu sürece denk geldi. Sonra süreç bozuldu ve çatışmalar başladı. Hem şehrin esas merkezi olan Sur çatışma alanına dönüştü hem de Surp Giragos Kilisesi çatışmaların tam ortasında kaldı. O süreç sizin açınızdan nasıl geçti? Biz o süreçte alana hiç giremedik ama siz bazen özel izinlerle girip kiliseyi görebildiniz sanırım. Kilise ne durumda?

Evet, ‘barış sürecinin’ getirdiği yumuşamanın az önce söylediklerime çok olumlu katkısı oldu. Çünkü tüccarı, esnafı, halkı, herkes biraz rahatlamıştı. Ama yeniden başlayan silahlı sürecin her şeye etkisi olduğu gibi bizim yaşam alanımızı da etkiledi. Yaşadığımız hayat, nefes alıp verebildiğimiz alanlar yerle bir oldu. En çok etkilenen de biz olduk çünkü, yaklaşık iki sene oldu ve bu süre zarfında ne Paskalyamızı ne ayinlerimizi, ne yılbaşı kutlamamızı, hiçbir şeyimizi yapamaz olduk. Çünkü Gregoryen Ermenilerin yaşam alanı kilisenin ta kendisidir. Sohbetini de orda yapar, çocuğunu da orada evlendirir, nikahını da orada yapar, vaftizini de yapar, bayramını seyranını her şeyini orada yapar. Bu iki sene bizim için hayat kesintiye uğradı. İki senedir sıfırlandı hayatımız, 2010 öncesine döndük.

Valilikten aldığımız özel izinlerle oraya bir iki kere girdik. Onları sorarsanız maalesef artık Sur diye bir yer yok. 7-8 bin yıl birçok kültüre ev sahipliği yapmış, o kadar tarihi geçmişi olan o şehir maalesef yok.

O alanda dört tane kilise var. Üç tanesi Ermenilere ait, bir tane Keldanilerindir.  Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan Kiliseleri var, bunların tapusu devlette. Devlet onları daha önce onarmıştı ve halı atölyesi ile kadın merkezi olarak kullanıyordu. Onların ikisi de yıkılmıştı, şimdi devlet yeniden onarıyor, biraz camiye benzetilerek olsa da. Hatta Protestan Kilisesi mimarisinden çok farklı olarak, neredeyse tamamen cami olarak inşa edilmiş. Surp Giragos’un duvarı, çatısı, çan kulesi duruyor bu bizim için büyük bir teselli ama geri kalan her şey tarumar edilmiş. Muhtemeldir ki, uzun bir süre karakol olarak kullanılmış. Duvarlarda yazılar vardı ilk gittiğimde ama sonradan silmişlerdi, izi kalmış. İşte bir asker selam gönderiyor ailesine falan. Ama kurşun izleri falan hep duruyor duvarlarda. İçindeki malzemeler paramparça edilmiş. Vakıf bürosu olarak kullandığımız bir oda vardı, içine girilmiş, bütün mobilya ve evrakları paramparça etmişler. Kitap ve hediyelik eşya satan bir bölümümüz vardı, oradaki materyallerle birlikte yakmışlar. Ciddi bir hasar var.

-Bakanlar Kurulu, Suriçi’ni geçen yıl “acele kamulaştırma” kararı ile kamulaştırdı biliyorsunuz. Surp Giragos Kilisesi de dâhildi bu kamulaştırma alanına. Sonra sizin başvurunuz üzerine Danıştay kararının yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Süreci biraz anlatır mısınız, ne durumda şimdi?

Geçen yıl bu karar alındığında Sur’un yaklaşık yüzde 80’ni kamulaştırılmıştı. Büyükşehir Belediyesi, baro, birkaç kurum daha duruma itiraz etti ama şimdiye kadar bizim başvurumuz dışında hiçbiri karara bağlanmış değil. Ama fiiliyatta karara bağlanan ile bağlanmayan arasında bir fark yok, hepimiz aynı durumdayız, kullanamıyoruz. Neticede Surp Giragos için ‘evet’, yürütme durduruldu. Biz kilisemizi ne zaman kullanabileceğimizi sorduğumuzda -zaten hala yıkım sürüyor orada ve oraya kimseyi sokmuyorlar- orada bize bir tarih vermiyorlar.

-Önümüzdeki süreçte sivil toplumun, kamuoyunun üzerine düşen ne var? Surp Giragos için yürütmenin durdurulması kararı verilmesine rağmen mekanlarınıza giremiyorsunuz hala, bu noktada hak örgütlerinden, sivil toplumdan, Diyarbekir kamuoyundan nasıl bir beklentiniz var?

İnanın şu anda nasıl bir cevap vereceğimi de bilmiyorum. Niye biliyor musunuz? Ben gidip Sur’un o halini gördükten sonra… Sur’un ruhuna el-fatiha, çoktan okunmuş yani. Bu sözlerimden ‘tamam artık, yıktılar, öyle bırakalım’ anlaşılabilir, bir aktivist olarak her zaman bir şeyler yapılmasından yanayım ama yani o ruh o kadar bitmiş ki orayı o halde görmüş biri olarak sersemlemiş vaziyetteyim.

 

 

 

Reha Ruhavioğlu

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
64 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör