Deprem Bölgesinde Umudun Taşıyıcısı Sivil Toplum ve Gönüllüler! (1)

Depremin üzerinden iki aya yakın bir zaman geçti.  Biz “normal” hayatlarımıza dönmeye odaklanır ya da bocalarken, bölgede “sivil toplum ve sivil aktörler ne yapıyor? Umut yeşeriyor mu?” sorularına yanıt aradım. Antakya’da Afet Platformu’nın koordinasyonunda Hatay Expo çadırında iki gün geçirdim. Herkes sanki orada ve elinden geleni yapıyor ama çeşitlenen ihtiyaçlar ve azalan gönüllü desteğiyle ihtiyaçlara yetebilmek çok güç. Yine de afetzedelerin tükenen ümidine karşın, burada umudun taşıyıcı kolunu sivil aktörler, gönüllüler… İlk yazıda, depremin başından beri saha olan Afet Plaformu’ndan 4 STK temsilcisinin sorunlara ve çözüme dair tespitleri yer alıyor. 

11 ve 12 Mart’ı Antakya’da Afet Platformu’nun gönüllüleri ile geçirdiğimde izlenimlerini paylaşmak ve analiz yapabilmek için karşılaştığım herkesin görüşüne ve deneyimine başvurdum. Çokça eleştirilen AFAD’dan görüş almayı başaramadım ancak bir grup AFAD görevlisi ile havaalanında kayıt dışı sohbet ettim. Kanaatim şu ki: herkes elinden geleni yapıyor, hatta dahası için zorluyor ama ihtiyaçlar o kadar çok ve çeşitli ki yetebilmek şu aşamada imkansız gibi…

Bölgeye gönüllü olarak gitmiş biri olarak, dayanışmaya katkı sunmak isteyen herkese bir STK ile bağlantı kurarak, onların deneyim ve koordinasyonunda hareket etmelerini tavsiye ederim. 30’a yakın gönüllü, İBB’nin Afet Platformu üyeleri ve gönülleri için tahsis ettiği iki otobüs ile Afet Platformu koordinasyonunda faaliyetlerini sürdüren Hatay Expo çadırına ulaştık.  

Farklı gruplar özelinde yaptığım görüşme ve gözlemlerle aldığım notlar:  

Sivil Aktörler: Azalan gönüllü desteğine karşın sürekli artan ve çeşitlenen ihtiyaçlara yetmeye çalışan Türkiye’nin pek çok kentinden deprem bölgesine gelen çok çeşitli sivil aktörler (en bilinen STK’lar; Ahbap, Afet Platformu, İHH, kadın örgütleri, Okçular Vakfı, “İslami STK’lar”, adını önceden duymadıklarım…)

Gönüllüler: Hayatında hiçbir STK’ya destek olmamış, dahası hiç gönüllü faaliyete de katılmadan kendini “afet gönüllüsü” gibi ağır bir yükümlülük altında bulan; deneyimli ve gönüllüğü yıllardır sürdüren farklı eğitim, statü ve deneyime sahip gönüllüler…

Kamu Kurumları ve Belediyelerin Çalışanları: Çok farklı kentlerden “görevlendirme” ile ya da gönüllü gelen çeşitli kamu kurumları ve belediyelerin çalışanları ve askerler…

Özetle, herkes aslında elinden geleni yapıyor ama hayat o kadar yerle bir olmuş, moloz yığınları, toz-duman arasında ihtiyaçlar o kadar değişken ve çeşitli ki yetebilmek çok zor!

‘Afete Hazır Değiliz!  Ama Artık Nasıl Hazır Olunacağını Biliyoruz!’

İhtiyaç Haritası’ndan Mehmet Sarıca ile de toplum olarak afetten çıkarmamız gereken dersi ve afet gönüllüğünün önemini konuştuk. Sarıca, öncelikle Maraş depremlerinin büyüklüğünü ve tüm gayretlere rağmen ihtiyaçlara yetişememe hissiyatını paylaşıyor. “Burada çok fazla sivil kuruluş var; bir yandan devlet kuruluşları çalışıyor ama bir yetememe hali hissediyorum.” diyor ve bunu İhtiyaç Haritası’nın kurduğu WhatsApp hattına her gün artan ihtiyaç girilmesinden hareketle teyit ediyor. 

Sarıca, kamu ve sivil toplum AFAD-AHBAP tartışmalarını yersiz buluyor ve 11 ili etkileyen bir depremde ihtiyaçlara sadece kamunun yetebilmesinin olanaksızlığını vurguluyor. Bu nedenle, sivil toplum, kamu ve özel sektörün desteği ile ciddi iş birlikleri kurulması gerektiğini söyleyen Sarıca gönüllü desteğine ihtiyaca dikkat çekiyor: “İlk günlerde destek de gönüllü sayısı da çok fazlaydı. Ama 1 ayın sonrasında gelen destekler azaldı. Bizim çok fazla gönüllüye ihtiyacımız var burada. Örgütlü, gönüllü olursa çok daha iyi oluyor. Çünkü ne yapacağını bilen, sahada da daha önce gönüllülük yapmış insanlara özellikle ihtiyaç var”. 

Sarıca ile afet gönüllüsü olmanın farkını ve zorluklarını da konuştuk: “Gönüllülük dediğin şey zaten zor bir iş. Profesyonel çalışandan da zor.  Afet gönüllülüğü ise çok daha zor bir iş. Burada hayatında ilk defa gönüllülük yapan insanlar, afet gönüllülüğü yapmaya çalıştı. Ama maneviyatı da aslında diğer gönüllülük yapanlara nazaran çok daha doyurucu, çok daha iç huzurunu artıran, zenginleştiren bir şey.”  

Sarıca’ya göre Maraş depremlerinden sonra, sahaya çok ciddi bir gönüllü akışı oldu. Bunların arasından güzel çalışan, nitelikli, kendini geliştiren insanlar da oldu. Depoculuğu, makine kullanmayı, insani yardım dağıtmayı burada öğrendiler.

Son olarak Sarıca’ya hem Adana’da depremi yaşayan bir depremzede ve yıllardır edindiği  afet gönüllüsü deneyimi ile 6 Şubat depremlerinin çıkarılması gereken dersin sordum: “Devletin ve diğer kuruluşların çıkaracağı ders şu; hazır değiliz. Hazır olmalıyız! Nasıl hazır oluruz? Gerekli olan nitelikli insan gücü, gönüllü ya da profesyonel, nitelikli ekipman. Bunlarla hazır olmamız lazım. Sahada neye ihtiyaç var biliyoruz artık.” 

Koordinasyon Sorunu Sivil Toplumda da Var!  

Çorbada Tuzun Olsun Derneği Başkanı Ahmet Türker, depremin başından beri sahada; Afet Plattormu’nun Expo deposunu koordine ediyor. Türker ile afetin başından bu yana en sık tekrarlanan koordinasyon sorununu ve AFAD ile ilgili eleştirileri konuştuk.  

Türker, Elazığ depreminde kurulan Afet Platformu’nun içinde olan, kendi alanında uzmanlıkları olan STK’ların en iyisi yapmaya, eleştirileri de dikkate alarak gayret ettiğini söylüyor. “Yapılabilecek birçok şey var; bunlara yetecek kaynaklarımız, gücümüz var ama en büyük problemimiz koordinasyon.” diyen Türker, “Sadece kamuda değil, sivil toplumda da koordinasyon sorunu var. Bireycilik, ego sivil toplumu kitliyor ve koordinasyon sorunu yaratıyor.”

Koordinasyonsuzluğun toplumda çok yaygın olduğunu belirten Türker, “Diyalogdan çok uzaklaşabiliyoruz çünkü çok da duygusal bir toplumuz. Duygularımızı biraz geri planda tutmayı hepimizin öğrenmesi lazım.” dedi.

Türker ayrıca toplumdaki yaygın ayrışmaya dikkat çekerek,  koordinasyonsuzluğu sadece AFAD üzerinden kamu kurumlarına yüklemenin doğru olmadığını belirtiyor ve toplumsal olarak öz eleştiri yapmamız gerektiğine inanıyor. 

AHBAP-AFAD tartışmalarına da değinen Türker, hem Çorbada Tuzun Olsun Derneği hem Afet Platormu çatısı alında AFAD ile kolektif çalıştıklarını, çünkü AFAD’ın koordineli çalışmadan, afet sahasında görev alınamayacağını hatırlatıyor: “Sahada faaliyetleri yarıştırmak da kurumları kötülemek de doğru değil.” 

Türker’in dikkat çektiği bir diğer nokta, Türkiye’de sivil topluma yönelik ciddi güvensizlik. “İnsanlar gönüllü olmak, iyi şeylerin parçası olmak, bağış yapmak istiyor ama sivil toplumda aşırı bir parti siyasileşme mevcut.” diyen Türker’e göre, bu sebeplerle STK’lara duyulan güven zayıf.   

Son olarak Ahmet Türker, bölgeye destek vermek ve dayanışmak isteyen yurttaşlara şu mesajı veriyor: “Sahayı duymazsak, sadece duygularımıza göre hareket edip gereksiz yardımlar yaparız. Her yardım, her desteğin gerekli bir şekilde sahada karşılığını bulabilmesi lazım. Bizim şu anda en çok istediğimiz şey insan kaynağı, gönüllü desteğine ihtiyacımız var.” 

‘Gönüllü İhtiyacı Çok Fazla’

Nef Vakfı’ndan Sosyal Hizmet Koordinatörü Ercüment Arabacı, Afet Platformu’nun kurulduğu günden bu yana tüm afetlerde sahada aktif olarak görev alıyor. Arabacı da depremin büyüklüğüne ve gönüllü ihtiyacına dikkat çekiyor: “Depremin üzerinden geçen zamanda burada yaralar sarılmadı. Buradaki ihtiyaçlar bitmedi. Gelen malzemelerin hızlı bir şekilde afetzedelere ulaştırabilmesi için gönüllü ihtiyacımız var.” 

Hatay deprem bölgesi özelinde hayatın hızlı bir şekilde geri dönmesinin çok zor olduğunu belirten Arabacı, “Biz STK’lar olarak, Nef Vakfı ve Afet Platformu olarak el ele verdik. Sahada çalışmalarımıza devam ediyoruz. Depo faaliyetleri yanında, konteyner kentler çalışmalarımız da devam ediyor.”

Bölgeye gelecek gönüllülere çağrı yapan Arabacı, “Sağlık sorununuz yoksa, kendinize fiziken ve ruhsal olarak güveniyorsanız, ‘her türlü zorlukta çalışırım. Her türlü sıkıntıyı katlanırım’ diyorsanız siz de buyurun. Afet Platformu sayfasında bulunan üye kuruluşlarından hangisini istiyorsanız bizimle iletişim kurup, gönüllü olarak Hatay’a gelebilirsiniz.”  

Afetzedelere destek vermenin pek çok yolu olduğunu hatırlatan Arabacı, “paranız olmayabilir
önemli olan gönlünüz olsun. Önemli olan bir derdiniz olsun. Hiçbir şey yapamıyorsanız, sosyal medyadan gönüllü çağrısına destek verin ya da Afet Platformu’nun İhtiyaç Haritası’nın malzeme çağrılarını, paylaşabilirsiniz.” dedi.

Gönüllülerin emeğini bir anekdotla paylaşan Ercüment Arabacı, TOG gönüllüsü olarak Expo çadırında tekerlekli sandalyesiyle destek veren gönüllüyü paylaşıyor:  “Evet. Sağlık sorunları vardı. Problemleri vardı ama tekerlekli sandalyesiyle masada kayıt tuttu. Çay dağıttı. Onu unutamayız. Gönüllülüğün parayla pulla alınacak bir yeri yok
sonsuz saygı duyuyoruz, sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.” 

‘Doğal Afet + İnsan Elinden Çıkan Yıkım& Şiddet: Etkilerini Tüm Türkiye Görecek!’

Afet Platformu koordinasyonunda çalışan World Human Relief (WHR- Dünya İnsani Dayanışma Derneği) Başkanı Doç.Dr. Ayten Zara ile deprem sonrası bölgenin çeşitlenen ve artan ihtiyaçları karşısında dayanışmanın ve gönüllüğün sürdürülebilir kılınması için ne yapılabileceğini ve afetin psikolojik etkilerini konuştuk. 

Türkiye gündemindeki siyasi konuların ağırlığının da etkisiyle afetin gündemdeki yerinin azaldığını söyleyen Zara, öncelikle azalan ilgilinin sahaya tekrar kanalize edilmesi gerektiğini kaydediyor: “Deprem bölgesinde her şey normalmiş gibi insanların ilgisini de azalttı bu ya da afet bölgesindeki ihtiyaçları arka plana eti. Oysa hala orada çok ciddi anlamda temel ihtiyaçlarının giderilmesi, psikolojik desteklenmesi gerekiyor. Hem yazılı hem de görsel medyanın bu konuya sık sık vurgu yapıyor olması lazım.”

Ayten Zara’ya ayrıca deneyimleri çerçevesinde, 6 Şubat depremlerinde “yeni” olanın ne olduğunu sordum. Ulusal ve uluslararası düzeyde birçok afette görev alan Zara, depremleri sadece “doğal afet” olarak tanımlamıyor; “Aynı zamanda insan elinden çıkan bir şiddetti, bir yıkımdı. İnsanların sevdiklerini kurtaramayışı ya da ölüm yani kurtaracak kimseyi bulamayışı ve ölüme terk edilişi de bence insan elinden çıkan yıkım olarak görüyorum. 6 Şubat depremleri sadece doğal afet değil aynı zamanda insan elinden çıkan yıkımı da şiddeti de barındıran özelliği nedeniyle, etkisi hem kısa dönemde hem de uzun dönemde çok fazla olacak. Bu sadece afet bölgesinde bu yıkımı yaşayan insanlar için değil, Türkiye de bir toplum olarak bunun etkilerini maalesef çok olumsuz olarak görecek.”

Afetten doğrudan etkilenmeyen biz yurttaşların “normal hayata” dönerken bir yandan da nasıl dayanışmayı ve desteği sürdürebileceğimizi, özetle aradaki dengeyi nasıl kuracağımız sorusunu Zara’nın psikoloji bilimi çerçevesinde yanıtı şu oldu: “Afetin bu kadar yıkıcı olduğu ve binlerce insanın öldüğü ve yakınlarını kaybettiği bir afette hemen normale dönülemeyebilir ancak normale dönmek için çabalayabiliriz. Evet işimize gidebiliriz, sorumluluklarımızı yerine getirebiliriz, okula gidebiliriz. Sosyal hayatımızda olabilir. Ama bu sosyal hayatın içinde hiçbir şey yokmuş gibi eğleniyor olmak aslında bizim o afet bölgesinde acıları olan, kayıpları olan insanlara karşı büyük saygısızlık olduğunu düşünüyorum.”

Zara’ya göre, “afetzedeler kadar acılıyken bir şey yokmuş gibi eğleniyor olmamız, onları unutuyor olmamız onları yeniden kendi yüreklerinde öldürmek anlamına gelir. ”

Şu durumda, “ ne yapmalıyız?” soruma Zara’nın yanıtı şu oldu: “Onların acılarını anıyor, tanıyor olmamız lazım. İlla oraya gidip bir şey yapmakla da olmaz. Ama onları anarak, onların acılarına saygı duyarak olur. Bunu yapabilmenin birçok yolu var, hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde yapabiliriz.”

Ayten Zara, bu kadar büyük bir yıkım karşısında yas sürecinin birkaç aydan uzun sürmesi gerektiğini düşünüyor.  Zara’nın biz afetzede olmayanlara ve “normal hayatı” da sürdürme kaygısı taşıyanlara önerisi şu: “Görmezlikten gelmek, unutmak değil. Onları hala düşündüğümüzü, onlar için canımızın, kalbimizin attığını hissettirecek bir sosyal medya paylaşımı bile çok kıymetli olur.”