Kutuplaşma, Eğitim ve Bir Arada Yaşam

Bir yandan eğitimin geleceğini bu kutuplaşmış ortamda nasıl konuşacağımızın yollarını aramaya devam etmek, öbür yandan eğitimin kutuplaşmayı azaltmak ve bir arada yaşamı mümkün kılmak için barındırdığı potansiyeli gerçekleştirmekte ısrarcı olmak gerekiyor.

Uzun bir aradan sonra yüz yüze eğitimle başlayan ve alınan önlemlerin bu şekilde devamını sağlayacağını umduğumuz yeni eğitim ve öğretim yılının ilk günlerindeyiz. Geçtiğimiz haftalarda, okulların açılmasına ilişkin tartışmaların ve hazırlıkların yanı sıra Prof. Dr. Ziya Selçuk’un görevden ayrılması ve Prof. Dr. Mahmut Özer’in Millî Eğitim Bakanı olarak atanması ile bunu takiben bakanlık üst yönetiminde yaşanan değişiklikler de gündemdeydi. Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanı Seçimi ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nin ardından göreve gelen Bakan Selçuk’un ilk aylarında öncelik verdiği, kimi eksikliklerine rağmen hem hazırlık süreci hem de içeriği bakımından çoğunlukla ümitle karşılanan 2023 Eğitim Vizyonu’nun açıklanmasının üzerinden neredeyse 3 yıl; vizyon doğrultusunda atılan ve planlanan adımların sunulduğu “2023 Eğitim Vizyonu ile ‘Birlikte Bir Yıl’” etkinliğinin üzerinden 1,5 yılı aşkın zaman geçti. 

Şüphesiz, seçimler sonrasındaki 3 yıllık dönemde en çok iz bırakan, COVID-19 salgını ve eğitime etkileri oldu. Çocukların ve eğitim sisteminin 1,5 yıldır devam eden salgından nasıl etkilendiği, salgının görünür kıldığı ya da derinleştirdiği sorunlar birçok çalışmaya konu oldu ve olmaya devam etmeli. Dahası, COVID-19 öncesinde de içinde olduğumuz ve son aylarda sonuçlarını farklı afetler olarak can yakıcı biçimde yaşadığımız iklim krizini de dikkate alarak, salgın sürecinde yüzleştiklerimiz ve öğrendiklerimizle, eğitimi ve okulları yeniden düşünmeliyiz. Bununla birlikte, bu yazının odağını salgın oluşturmuyor. Salgının yarattığı zorluklarla, okulların açılmasına ilişkin belirsizliklerle, ilgili tarafların anlamlı katılımının sağlanamadığı karar alma süreçlerinin zorlukları ve belirsizlikleri pekiştirmesiyle geçen bu dönemde nelerin geri planda kaldığını hatırlama amacını taşıyor bu yazı. Salgın öncesinde tartıştığımız, tartışmaya ihtiyaç duyduğumuz birçok temel mesele önemini koruyor. 

Bu meselelerden belki de en önemlileri, siyasal kutuplaşmanın eğitime etkisi ve ortak hedefler doğrultusunda uzlaşı ihtiyacı. ERG’nin 2018’de seçimler öncesinde yayımladığı Eğitimde Reform için Önce Ortak Akıl Oluşturmayı Öneriyoruz başlıklı çağrıda işaret ettiği siyasal kutuplaşma hâlâ önemli bir sorun alanı olarak önümüzde duruyor. Çağrıda “güvene dayalı ve kapsayıcı bir ortam oluşturma” ihtiyacına şu sözlerle dikkat çekilmişti: “Toplumda yüksek beklentilerin ve endişelerin ortaklaştığı alan olan eğitim, siyasi kutuplaşmadan olumsuz etkileniyor. Paydaşlar arasındaki ötekileştirme ve güven eksikliği, geleceğimiz için kritik öneme sahip olan eğitimde aynı masada oturmayı ve konuşmayı güçleştiriyor. Bunlara ek olarak, eğitim politikalarındaki istikrarsızlık (örneğin, 20 yılda 10 Millî Eğitim Bakanının değişmiş ve liseye geçişte beş ayrı sistemin denenmiş olması) eğitim camiasında ciddi bir reform yorgunluğu oluşturuyor.” ERG’nin çağrısında, eğitim alanında toplumsal mutabakat ve siyasi uzlaşı gerektiren başlıca konular arasında sayılan “eğitimin amacı ve içeriği, eğitim yönetiminde kararların merkez-yerel ekseninde nasıl paylaşılacağı, kaynakların nasıl dağıtılacağı” ne vizyon belgesi sonrasında ne de salgın sürecinde anlamlı bir değişikliğe uğradı. 

Türkiye’de kutuplaşmanın güncel durumunu Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması 2020 çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. İlki 2015 yılında yapılan, 2017’de tekrarlanan ve sonuncusu COVID-19 salgını sırasında 2020’de yapılan araştırmaya göre, bireylerin kendilerini ait hissettikleri kimliklerle siyasal parti tercihleri arasında belirgin bir örtüşme söz konusu. Ayrıca, bireylerin ülke gündemindeki konulara yaklaşımını da konuya ilişkin değerlendirmelerden ziyade taraftarı oldukları siyasal parti liderliğinin görüşü şekillendiriyor. Araştırmada görüşülen kişilerin yüzde 67’sinin “çocuklarının ‘en uzak’ hissettikleri parti taraftarlarının çocuklarıyla oynamasını istemediğini” belirtmesi bir arada yaşama arzusuna dair çok tedirgin edici bir bulgu. Görüşülen kişilerin yüzde 35’inin “’en uzak’ hissettikleri parti taraftarlarının kendi ihtiyaçlarına uygun eğitim alabilmesine” karşı çıkması ise, bireylerin başkalarını siyasal parti tercihleri nedeniyle kendisiyle eşit görmediği anlamına geliyor ve duygusal siyasal kutuplaşmanın ötekileştirmeye nasıl dönüşebileceğine örnek olarak sunuluyor. Bu bulguların yanı sıra salgında ve son yıllarda yaşanan afetler sırasında/sonrasında bir yandan yeni dayanışma şekillerine, genişleyen dayanışma ağlarına tanık olup umutlanırken aynı zamanda, etnik köken, din, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, mültecilik, yaş vb. çeşitli nedenlerle birçok grubun ötekileştirmeye ve nefret söylemine maruz kaldığına da tanık olduk.

Özetle, bir yandan eğitimin geleceğini bu kutuplaşmış ortamda nasıl konuşacağımızın yollarını aramaya devam etmek, öbür yandan eğitimin kutuplaşmayı azaltmak ve bir arada yaşamı mümkün kılmak için barındırdığı potansiyeli gerçekleştirmekte ısrarcı olmak gerekiyor. Bu çerçevede, yukarıda bahsi geçen araştırmaya katılanların yüzde 90’ının “çocuklarının hak ettikleri kadar iyi bir eğitim alamaması” kaygısını paylaştıkları notunu düşüp bu ortaklığın uzlaşıya nasıl dönüşebileceği üzerine düşünmekte de yarar var. Bu doğrultuda, ERG’nin 2018 seçimleri öncesinde yayımladığı çağrıda yer verdiği bazı önerileri güncel ihtiyaçlar olarak geçerliliğini koruyor: 

  • “Eğitim yönetiminin saydamlık, katılımcılık, hesap verebilirlik, etkinlik, hukuka bağlılık ve tutarlılık ilkeleri çerçevesinde hareket etmesi yönünde siyasi ve bürokratik iradenin sağlanması; 
  • Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) ve sivil toplum kuruluşları arasındaki ilişkilerin kamunun tüm aktörlere eşit durması temelinde şekillenmesi; (…)
  • Türkiye’deki tüm çocukların iyi olma halini önceliklendiren ve çağdaş eğitim politikalarının uygulanmasına dayanak oluşturan ilk sivil, bütüncül ve çoğulcu eğitim kanununun hazırlanması; 
  • Anayasa’ya eğitimin amaçlarında uluslararası sözleşmeleri temel alan bir düzenlemenin eklenmesi; çocuk odaklılığa, çocukların bireysel gelişimini önceliklendirmeye, demokratik bir toplumda etkin katılımı sağlamaya, tüm insan haklarını ve her durumda gözeten bireylerin yetiştirilmesine ilişkin amaçlara vurgu yapılması.” 

Son olarak, salgın öncesinde büyük önem atfedilen vizyon belgesinin MEB’in gelecek adımlarında ne kadar belirleyici olacağı, belgenin son 1,5 yılda yaşananlar ışığında nasıl güncelleneceği, belgedeki hangi çalışmaların öncelikli olarak sürdürüleceği şimdilik belirsizliğini koruyor. Belgenin ve öngördüğü adımların geleceğine ilişkin karar alma süreçlerinin de güvene dayalı ve kapsayıcı bir ortam oluşturmaya ve ortak hedeflerde uzlaşı sağlamaya hizmet edecek biçimde kurgulanması gerekiyor.  

Yazan: ERG Direktörü Işık Tüzün