İHAM Başkanı Spano’nun Türkiye Ziyareti ve Hak Hareketinin Ahvali

Türkiye siyasi muhalefeti ve sivil toplumu, hukuki güvenliğin en kötü dönemlerinden birinde İHAM başkanının Türkiye’yi ziyaret ettiği bir sürecin sadece seyircisi olmamalıydı. Olmayabilirdi. Önümüzdeki süreçlerin benzer şekilde yürümemesi ve neticelenmemesi adına bu ziyaret vesilesiyle konvansiyonel yöntemlerin neyi ıskaladığının muhasebesinin yapılması elzemdir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) başkanı Robert Ragnar Spano’nun Türkiye’ye 3-4 Eylül tarihlerini kapsayacak bir ziyarette bulunacağı ve İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora alacağı haberi, Spano muhtemelen valizini hazırladıktan sonra gündemimize girebildi.

Anadolu Ajansı’nın (AA) konu ile ilgili yaklaşık üç ay önce verdiği habere göre ziyaret, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün daveti üzerine gerçekleşiyor ve Spano 3 Eylül’de gerçekleştirilecek 24. Dönem Hakim ve Savcı Adayları Eğitimi Açılış Programı’nda eğitim döneminin ilk “insan hakları” dersini vermek üzere geliyormuş. Nitekim öyle de oldu. Spano bu programda bir konuşma yaptı.

Spano’nun geldiği Türkiye atmosferi,  15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen ve iki yıl kesintisiz devam eden Olağanüstü Hal (OHAL) ve ardından 7145 sayılı kanun ile OHAL’de kullanılacak yetkilerin 3 yıllığına uzatıldığı, yani OHAL’in bazı yetkilerinin halen cari olduğu bir atmosferdir. İHAM’ın bu atmosfere katkısı oldukça tartışmalı ve hakkın tahakkukunu en az beş yıl geciktirecek bir kararla yaklaşık 25 bin başvuruyu “OHAL komisyonuna gidin” diyerek reddetmesiyle olmuştu. Öte yandan İHAM’ın bugüne kadar Türkiye aleyhine verilmiş 18. madde ihlali kararlarının ikisi peş peşe Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili verilmişti. Bu kararlar özetle söz konusu yargılama ve tutuklamaların “hukuki değil politik olduğu” anlamına geliyor. AK Parti hükümetinin Demirtaş kararına ilişkin tepkisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “AİHM’in verdiği kararlar bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demesiyle olmuş ve aynen de öyle yapılmıştı. Sonuç olarak Demirtaş da Kavala da İHAM’ın kararını teyit eden hamlelerle içeride tutulmaya devam ediyorlar.

Spano’nun gelişine ilk açık tepki görebildiğim kadarıyla ziyaretten üç gün önce, 31 Ağustos’ta Mehmet Altan’dan geldi. Altan, mektubunda İstanbul Üniversitesinin darbeci Kenan Evren’e de fahri doktora unvanı verdiğini hatırlatıyor, “beni KHK ile ihraç edenler ile size fahri doktora verecek kişiler aynı kişiler” diyordu. Aynı gün bir yazı yazan Eski İHAM yargıcı Rıza Türmen, Spano’nun değinmesi gereken konuları hatırlatıyordu. Eğer diğerlerini gözden kaçırmadıysam uluslararası kuruluşlardan RSF, Türkiye merkezli İnsan hakları kuruluşlarından sadece İHD’nin Spano’ya bir mektup yazdığını gördüm. “Sadece iktidar yetkilileri ile değil hukuk ve insan hakları alanında çalışan kurumlarla da görüşme çağrısı” yapan İHD’nin mektubu, Türkiye’deki insan haklarının durumunu özetleyerek “Bu koşullar altında Türkiye’ye yapacağınız ve sadece devlet kurumlarını muhatap alacağınız bir ziyaret, tüm bu olanlara göz yumduğunuz, onay verdiğiniz anlamına gelebilecektir.” vurgusunu içeriyordu. Siyasi partilerden de yalnızca HDP’nin tepki verdiğini görebildim. Eş Genel Başkan Mithat Sancar’ın imzasını taşıyan açık mektupta Spano’ya “Türkiye’deki insan hakları sorunlarını gündeme getirmesi ve İstanbul Üniversitesi’nden alacağı fahri doktorayı gözden geçirmesi” çağrısı yapılıyordu.

Türkiye’nin içinde bulunduğu ahval ve şeraiti en iyi bilmesi beklenen aktörlerden biri olan Spano’nun bu ahval ve şerait içinde Türkiye’ye gelmesi ve KHK sicili kabarık bir yönetimdeki üniversiteden fahri doktora alacak olması hiç şüphesiz AK Parti hükümetinin son yıllarda Avrupa kurumları nezdinde yürüttüğü “tam saha press” lobisibin bir başarısıdır. Mehmet Altan yazısında “Ahmet Altan dosyası görüşülmesin, eğer bir gün görüşülürse de kesin bir ihlal çıkmasın diye kimlerin nasıl ve hangi gayretler içinde olduğundan da haberdarız.” derken hiç şüphesiz bu tam saha press lobisinden bahsediyor. Bu hükümet başarısı, hak hareketi için pek iyi bir gelecek vadetmemekle birlikte muhalefet için de önemli bir yenilgi sayılabilir. Muhalefet ve hak hareketinin bu lobi girişimine hazırlıksız yakalanmış olabileceğine dair düşüncem, AA’nın ziyareti üç ay önceden haber verdiğini öğrenince değişti.

Hükümetin uluslararası alanda ve İHAM nezdinde sicilinin oldukça problemli olduğu bir dönemde Spano’nun Türkiye ziyaretinin Avrupa’daki sivil toplum ve kamuoyunu da hareketlendirmesi beklenirdi. Göründüğü kadarıyla böyle bir hareketlilik yok. Türkiye muhalefeti ve hak örgütleri de, Spano neredeyse yola çıktığında ona seslenmeye başladılar. Oysa bu çağrıların Avrupa kamuoyuna ulaşması, gündemleşmesi ve mahkeme üzerinde baskı yapması haftalar sürebilir, dolayısıyla bu çağrılar ve tepkiler çok daha erken başlamalıydı. Peki neden başlamadı ya da başlayamadı?

Türkiye muhalefeti ve hak hareketinin son umudu, Spano’nun Türkiye’de bulunduğu süre içinde hukuk ve insan hakları bağlamında bir manifesto aşk etmesi. Bunun kısmen yapıldığı da söylenebilir, haberlere göre Spano Adalet Akademisindeki konuşmasında sözü darbe girişimi sonrasında tutuklanan ve İHAM’ın hakkında ihlal kararı verdiği Anayasa Mahkemesi (AYM) üyesi Alparslan Altan’a getirmiş ve AYM’nin kararını eleştirmiş. Ayrıca iktidarın mahkemeleri kontrol edemeyeceğini vurgulamış ve “kanunlar sadece halka değil, aynı zamanda gücü elinde bulunduranlara da her an uygulanabilmelidir” demiş. Ancak hükümetin bu kadarını tahmin ve tolere etmeyeceğini düşünmek büyük bir hata olur. Yargının bugünkü şartları içinde ve akademik bir toplantıda yapılmış birkaç eleştirinin pek anlam ifade etmeyeceğini, üç gün sonra hatırlanmayacağını ama Spano’nun bu ziyaretinin Avrupa’da hükümet lehine bir işlevi olacağını söylemek pekala mümkün ve muhtemeldir.

Eski İHAM yargıcı Rıza Türmen de yazısında, “Bu gibi ziyaretlerde programı ev sahibi devlet yapar. Devletin insan hakları, demokrasi konularında kamburu varsa, programı resmi makamlarla yapılacak görüşmelerle doldurur. Amaç, konuğun insan haklarıyla uğraşan sivil toplum temsilcileriyle görüşmesine olanak vermemek” diyordu.  Spano’nun ilk gün temaslarında hükümetin belirlediği çerçevenin dışına çıkmaması bu lobi çalışmasının boşluk bırakmayacak şekilde planlandığını da gösteriyor. Spano’nun sivil toplum ve özellikle de hak örgütleri ile görüşmemesi, süreci hükümet açısından başarıyla taçlandıracak ve muhalefet ile sivil toplumun umut ettiği iyimser adımın da kursakta kalacağı anlamına gelecektir.

Bütün bu sürecin İHAM, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve genel olarak Avrupalı kurumlara bakan yönü elbette eleştiriyi hak ediyor. Türkiye’nin mülteci kozuyla başlayan sürecin Avrupa’da nasıl bir ikircikli tutum doğurduğunun eleştirisini şimdilik Avrupalı dostlara bırakmayı ve Türkiye muhalefeti, sivil toplumu ve hak örgütlerinin bu imtihandan nasıl geçtiklerini öncelemeyi tercih ediyorum.

Muhalefetin üç ay önceden belirlenmiş ve haber yapılmış olduğu bir ziyaretten haberdar olmaması, buna yönelik bir alternatif lobi yürütememiş olması, Spano’yu en azından hak örgütleriyle görüşmeye zorlayacak bir mekanizma işletememiş olması, muhalefetin iç politik tartışmalarda nasıl saplanıp kaldığının hatta boğulduğunun bir göstergesi olabilir. AK Parti’nin, devletin bütün imkanlarıyla Avrupa’da neredeyse her düzeyde “bire bir markaj” uyguladığı bir süreçte Türkiye’ye yeni bir gelecek vadeden bir muhalefetin içeride AK Parti ile ağız dalaşı gibi raksiyoner çıkışlar dışında bu gibi durumlarda sürecin eksenini değiştirecek bir siyaset ortaya koyamaması ümit kırıcı bir fotoğraftır. Eş genel başkanı, milletvekilleri, yöneticileri binlerce üyesinin hukuki görünümlü siyasi operasyonlarla hapsedildiği bir süreçte HDP’nin bu ziyarete ancak bir gün önceden tepki verebilmiş olması, CHP ve diğer muhalefet partilerinin ise neredeyse hiç tepki vermemiş olmaları siyasetin sadece “kendi ceza sahasında” oynanan bir oyun olmadığını, iç çekişmelerle tüketilen enerjinin daha verimli kullanılması gerekliliğini çarpıcı bir şekilde göstermiştir.

Türkiye’deki sivil toplum ve özelde hak hareketinin bu geziye gereken önemi vermemiş olması sadece sivil toplumun zayıflığı ile açıklanamaz. Türkiye sivil toplumu son beş yılda oldukça zayıflatılmış olmasına rağmen Spano’nun ziyaretinden hükümetin murad ettiği sonucu değiştirebilecek bir potansiyele sahiptir. Buna rağmen bu potansiyelin kullanılmamış olmasını, içeride ve dışarıdaki ilişkilerin böyle bir seyahate müdahale edebilecek bir mekanizmayı harekete geçirmek üzere kullanılmamış olmasını zayıflıktan çok rehavetle açıklamak mümkündür. Elbette Covid-19 pandemisi sebebiyle sivil toplumun kamusal alanının biraz daha daraldığı, iş yapma kapasitesinin sınırlandığını biliyorum. Ancak bu sınırlı imkanlara rağmen neler yapılabildiğini gören ve neler yapılabileceğini bilen biri olarak mazeretlere sığınmak yerine iğneyi kendimize batırmanın daha hayırlı olacağını düşünüyor, umuyorum.

Türkiye siyasi muhalefeti ve sivil toplumu, hukuki güvenliğin en kötü dönemlerinden birinde İHAM başkanının Türkiye’yi ziyaret ettiği bir sürecin sadece seyircisi olmamalıydı. Olmayabilirdi. Önümüzdeki süreçlerin benzer şekilde yürümemesi ve neticelenmemesi adına bu ziyaret vesilesiyle konvansiyonel yöntemlerin neyi ıskaladığının muhasebesinin yapılması elzemdir.

Reha Ruhavioğlu

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
64 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör