Uzmanlar Değerlendiriyor: COVID-19 Salgını Türkiye’deki Sivil Toplumu Nasıl Dönüştürüyor?

TÜSEV, COVID-19 salgınının ve bu kapsamda alınan önlemlerin Türkiye’deki STK’ların işleyişi üzerindeki etkilerinin anlaşılması ve doğan ihtiyaçlar ışığında savunuculuk stratejilerinin geliştirilmesi amacıyla 170 STK’nın katılımıyla Nisan ayında bir anket çalışması yaptı. Anket, salgının sivil toplum kuruluşları (STK’lar) üzerindeki etkisi, bu dönemde STK’ların kaynaklara erişimi ve istihdam kapasitesi, hibelerin durumu, yardım ve bağış toplamada değişen önceliklere yönelik önemli bulgular sundu. Ayın yazısında, anket sonuç raporunda derlenen bulguları değerlendirmek üzere farklı alanlarda çalışan uzmanlara danıştı ve Yaşama Dair Vakıf kurucularından Mehmet Ali Çalışkan, Pikan Ajans Kurucu Ortağı ve İletişim Geliştirme Direktörü Pınar İlkiz, Sivil Toplum için Destek Vakfı Koordinatörü Liana Varon’un yorumlarını derledi.

Mehmet Ali Çalışkan, Pınar İlkiz, Liana Varon’la röportaj

Anket sonuçlarını genel olarak nasıl değerlendirirsiniz? Çarpıcı bulduğunuz sonuçlardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Mehmet Ali Çalışkan (Yaşama Dair Vakıf): TÜSEV araştırması Koronavirüs salgını döneminde sivil toplum kuruluşlarının ilk algıları, refleksleri, kaygıları ve öngörülerini ortaya koyan önemli bir çalışma oldu. Araştırmanın işaret ettiği üç önemli sonuç olduğu söylenebilir: 1) salgının izolasyonla birlikte yol açtığı yeni çalışma biçimlerine adaptasyon kabiliyeti, 2) çalıştıkları tematik alanların salgının öne çıkardığı ihtiyaçlara uyum gereksinimi, 3) kaynak geliştirme stratejilerinin gözden geçirilme ihtiyacı. STK’ların çalışma biçimlerini ve kültürlerini sanal ortamda sürdürme konusunda iyi bir sınav verdiği görülüyor. %60’ının büyük bir zorluk çekmeden yeni çalışma düzenine alışmış olması ve daha ilk aylardan duruma uyum refleksi göstermesi, ilerleyen aylarda bu oranın daha da artabileceğinin işareti olarak görülebilir.

Araştırma salgında öne çıkan ihtiyaçların da sivil toplum tarafından hızla yorumlandığını ve kendilerine duyulan ihtiyaç kadar, kendilerinin de odak konularında revizyona gitmeleri davranışının gündemlerinde olduğunu gösteriyor. Bu da sivil toplumun, önümüzdeki dönemde salgının yol açabileceği toplumsal ve çevresel etkilere ve bunların kendilerine yükleyeceği sorumluluklara dair alarm durumunda olduklarını işaret eden önemli bir gösterge. Bu iki olumlu durumun yanında STK’ların kırılganlıklarını gösteren alanın ise kaynak bulma, geliştirme, kaynaklara erişim olduğu görülüyor. Gelir kaybının daha uzun bir vadeye yayılabileceği kaygısının olduğu anlaşılıyor. Zira ankete cevap verenlerin yarısından fazlası kaynak geliştirme konusunda yeni stratejik arayışlara gireceğini dile getirmiş. Bu durum sivil toplumun kendisi dışındaki kaynaklara bağımlılığını gösteren bir kırılganlık. Dolayısıyla sivil toplumun önümüzdeki dönem, kaynak bulmak kadar kaynak yaratmak ve kendi becerilerini finansal değere dönüştürmek gibi seçenekleri gündemlerine aldığını, sosyal girişimlere dönüşmek, sosyal ve çevresel faydası yüksek “startup”larla iş birlikleri yapmak gibi tutumlar geliştirdiğini görmek mümkün.

Pınar İlkiz (Pikan Ajans): Değerlendirmemde şu soruyu başa koyarım; “Yeni kaynak yaratma faaliyeti yürütmeden, mevcut kaynaklarınızla ne kadar süre mevcut iş yapınızı ve personel sayınızı koruyabileceğinizi öngörüyorsunuz?” %46’lık bir kesim 1-6 ay demiş, 6-9 ay diyenlerin oranı ise %17.

Buna eşlik edecek veri ise “COVID-19 salgınına yönelik alınan önlemler kuruluşunuzun hangi faaliyetlerini etkiledi?” sorusuna %43 “Hizmet sağlama (saha çalışmalarının durdurulması, hizmet merkezlerinin kapatılması)” ile aynı oranda “Kaynak geliştirme faaliyetleri” cevabının verilmiş olması.

Bu da bize şunu söylüyor, eğer sivil toplum kuruluşlarının büyük bir çoğunluğu, iletişim kanallarını ve yöntemlerini kaynak geliştirmeyi -hatta özellikle bireysel kaynak geliştirmeyi- odağına alacak bir şekilde değiştirmezse ayakta kalmakta zorlanacak. Dolayısıyla aslında bütün rapordan çıkardığım en önemli sonuç dijitale (hem iletişim, hem eğitim, hem de kaynak geliştirme açısından) ağırlık vermenin öneminin fark edilmiş olması.

Liana Varon (Sivil Toplum için Destek Vakfı): Anket sonuçları, Covid-19 sürecinin başından anketin tamamlandığı Nisan ayı ortasına kadar ankete katılan STK’ların süreçten ve alınan tedbirlerden nasıl etkilendiğine dair tabloyu farklı boyutlarıyla ortaya koyuyor. Katılımcıların %67’sinin çeşitli zorluklarla karşılaşmalarına rağmen çalışmalarını bu döneme adapte edebildiklerini söylemeleri, STK’ların sürecin yarattığı değişimi ve getirdiği gerekliliklere mevcut koşullar içerisinde hızlı şekilde cevap verebildiklerine işaret ediyor. Bu durum, sivil toplumun çalışmalara dijital araçlar kullanarak devam etmesi açısından olumlu bir tablo sunsa da bu dönemde kullanılan yöntemlerin ve yapılan çalışmaların etkilerini anlamak için henüz çok erken.

Ankete verilen cevaplar bir yandan STK’ların çalışmalarına duyulan ihtiyacın önümüzdeki dönemde artarak devam edeceği beklentisini ortaya koyarken diğer yandan da finansal sürdürülebilirlik konusundaki kırılganlıklarını ve yaşanan belirsizliğin olası etkilerini gözler önüne seriyor. Ankete katılan STK’ların %62’sinin çalışma alanlarındaki ihtiyacın arttığını; %43’ünün ise kendi çalışma alanlarının dışında kalan farklı bir alandaki ihtiyaç̧ artışına vurgu yapması önümüzdeki dönemde gerek STK’ların hedef kitlelerine yönelik yaptıkları çalışmaların gerekse de kendi kurumsal dönüşümleri açısından ihtiyaçlarının çeşitleneceği ve artacağını gösteriyor. Bu bağlamda, özellikle kurumsal dönüşüme ilişkin öne çıkan dijital araçların kullanımı, dijital platformlarda gönüllülük ve eğitim gibi konular sivil toplumun iş yapma biçimlerinin ve hedef kitlelerine erişmek için kullandıkları yöntemlerin önümüzdeki dönemde daha da fazla değişebileceğini ve bu değişimi gerçekleştirebilmek için hem altyapıya hem de çeşitli uzmanlıklara yönelik ihtiyaçlar oluşacağını öngörebiliriz.

COVID-19 sürecinde STK’ların çalışmaların ve dönüşümü için kapasitelerinin güçlenmesine dair ihtiyaçlar artarken; sivil topluma yapılan bağışın düşmesi ve önümüzdeki dönemde kaynak geliştirme faaliyetlerini gerçekleşememesinden kaynaklanabilecek sorunlar da anketin önemli bulgularından bazıları. Bu veriler ankete katılan STK’ların %46’sının mevcut kaynaklarıyla çalışmalarını yalnızca 1-6 ay süreyle devam ettirebileceği bulgusuyla birleştirildiğinde, STK’ların finansal açıdan kırılganlığını ve çalışmalarına devam edebilmek için ileriki dönemde daha fazla kaynağa ihtiyacı olacağını gösteriyor. STK’ların önümüzdeki günlerde bireysel bağışçılara yönelik çalışmalara ve dijital bağış̧ kampanyalarına öncelik vereceklerini söylemeleri de anketin önemli sonuçları arasında değerlendirilebilir. Bu yönelim Türkiye’de bağışçılığın gelişimi ve STK’ların bağışçılarla ilişkilerini geliştirmeleri açısından önemli. Fakat gerek salgını takip etmesi beklenen ekonomik kriz, gerek sivil toplumun büyük ölçüde bireysel bağışçılarla çalışma pratiğinden uzak olması ve gerekse Yardım Toplama Kanunu’ndan kaynaklı kısıtlamaların bu alanda yapılacak çalışmaların sivil toplumun ihtiyaç̧ duyduğu kaynaklara hızlı bir şekilde ulaşmasını zorlaştırabilir. Bu zorluklar karşısında sivil toplumun bireysel bağışçılarla çalışmaya yönelik becerilerini artırması geleceğe yönelik önemli bir yatırım olarak düşünülebilir. Ankete katılan STK’lar her ne kadar bireysel bağışçılara yönelik çalışmalara öncelik vereceklerini belirtseler de, çalışmalarına devam edebilmek ve insan kaynağını koruyabilmek için bu konuda öncelikli desteği hibe ve fon veren kuruluşlardan ve onların hibe yaklaşımlarında yapılacak değişikliklerden bekliyorlar. Ayrıca, etkin kamu-sivil toplum iş birlikleri ve devletin bu süreçte sivil topluma yönelik teşviklerinin artması ankete katılan kuruluşların önemsediği konular.

Türkiye’deki STK’ların varlıklarını sürdürmeye devam edebilmeleri için sizce neler yapılabilir, nasıl iş birlikleri kurulabilir?

Mehmet Ali Çalışkan: STK’ların varlıklarını sürdürme konusunu finansal bir indirgemenin dışında düşünmek gerekir. Sivil toplumda salgın döneminde ilk refleksin finansal kaygıların öne çıkması olduğu görüldü. Oysa bu tür kriz dönemleri sivil topluma olan ihtiyacı artırmaya daha yatkın olurlar. Türkiye sivil toplumu bugünkü olgunluk seviyesine 1999 depreminde gösterdiği performansın da etkisiyle ulaştı. Sivil toplum; depremde arama kurtarma ile başladığı çalışmaları, deprem sonrası mağdurların hayatta kalması için gerekli desteğin sürdürülmesi ve daha sonra hayata tutunmaları için kapasite artırımı çalışmaları ile genişlemişti. Deprem döneminde sivil toplumun ilk kaygısını finansal sürdürülebilirlik oluşturmamıştı. Daha ziyade mağduriyetleri keşfetmek, anlamak ve çözümler geliştirme motivasyonu bunu sağlamıştı. Bugün de benzer bir durumla yüzleşiyoruz. Salgın bir sağlık krizi olmanın ötesine geçiyor. İşsizlik, yoksulluk gibi ekonomik ve toplumsal sorunlara doğru eviriliyor. Depremden sonra sivil toplumun ulusal ve uluslararası kaynaklara erişim becerisi de gelişmişti. Koronavirüs krizinde ortaya çıkan ilk kaygılar gösteriyor ki, bu beceri zamanla bir bağımlılık ilişkisi yaratmış ve sivil toplumun özgüvenini zedelemiş.

İletişim açısından bakıldığında, COVID-19 salgını gibi tüm dünyadaki sivil toplumun varlığını derinden tehdit eden bir durum karşısında sizce fırsata çevrilebilecek olanaklar da bulunuyor mu, bunlar hangileri?

Pınar İlkiz: Bu sürecin fırsata çevrilebilecek en önemli yanı bireysel bağışçılarla konuşmaya başlamak. “2020 yılı için planlanmış olan kaynak geliştirme planlarınızda değişiklik yaptınız mı/yapacak mısınız?” sorusuna sadece %54’lük bir kesim “Evet” cevabı vermiş. Açıkçası bunun daha yüksek olmasını beklerdim.

Öte yandan da fon ya da hibe alan kurumların oranı %60. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarına “Fon ya da hibe almayın” gibi keskin bir cümle kurmak mantıksız, ama “Sadece fon ya da hibelere bel bağlamayın, yüzünüzü artık bireysel bağışçılara dönün” denebilir.

Kaynak geliştirme planlarını değiştirmeye “Evet” diyenler, cevaplarını detaylandırınca sekiz başlık çıkmış ortaya. “Bireysel Bağışçılık Odaklı Kaynak Geliştirme Stratejileri / Aktif Sosyal Medya İletişimi / Dijital Bağış Kampanyaları” başlıkları benim için öne çıkıyor.

Sivil toplum kuruluşlarının bir kısmı halihazırda bireysel bağışçısıyla konuşuyordu. Bu arada bireysel bağışçı ile konuşmak sadece ondan bağış istemek, yeni bir sertifika/ürün tasarladığınızda onu bildirmek, doğum günü yaklaşınca doğum gününü bağışlamasını istemekten ibaret değil. Bağışçı Hakları Beyannamesi gereğince onu bilgilendirmeniz, sorularına açık ve şeffaf bir şekilde cevap vermeniz gerektiğini unutmayın. Yoksa kazandığınız bireysel bağışçılarınızı kaybedebilirsiniz.

Öte yandan bireysel bağışçılarınızla konuşmaya başladığınız için bir anda bireysel bağışlarınızın artmayacağını, bunun bir süreç olduğunu unutmamak gerek. İlk sertifikanızı kimse almayabilir, ilk SMS içeriğinizin ardından bir sürü mesaj gelmeyebilir. İnsanlar bağış yapmaya her zaman “gündelik hayatın koşulları” ile “kendi niyetleri” arasında bir yerde karar veriyordu. COVID-19’la insanların öncelikleri ve hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları şeyler değişim geçirdi. Bu bazıları için daha az tüketmeye de evirildi. O yüzden bağışçılık kültürünün de bütün bunların arasında bir yerde yıldızının parlayacağını düşünüyorum. Herkes birer bağışçıya dönüşecek demek çok iddialı olur, çünkü içinde yaşadığımız kültür normal şartlar altında da bağış, yardım, sadaka konularında değişik tercihlere sahip. TÜSEV’in bağışçılık raporları bunu zaten gözler önüne seriyor. Ama bu durumu fırsata çevirmek isteyen kurumlar kendilerini anlatma şekillerini, ne istediklerinden ziyade ne verebileceklerini de gözden geçirmeli derim.

Anketi hibe veren kuruluşlar özelinde nasıl değerlendirirsiniz? COVID-19 süreci hibe veren kuruluşlar ile faydalanıcıları arasındaki ilişkileri hangi şekillerde değiştirecek?

Liana Varon: Ankete katılan kuruluşların önemli bir bölümü (%60) çalışmalarını hayata geçirebilmek için farklı hibe ve fon kaynaklarından (uluslararası kuruluşlar, uluslarüstü kuruluşlar, Türkiye’de hibe veren kuruluşlar vb.) faydalanıyorlar. Önümüzdeki dönemde bu kuruluşların çalışmalarını sürdürebilmeleri için bu kaynakların devam etmesi önem taşıyor. Araştırma, STK’ların çalışma alanları ve hibelerden yararlanma oranlarına ilişkin bir karşılaştırma yapmasa da; Türkiye’de STK’ların farklı finansal kaynaklara erişimi ve bireysel bağışçıların desteklemeyi tercih ettikleri alanlar açısından düşünüldüğünde özellikle hak temelli çalışmalar yapan STK’lar açısından hibe ve fonların devamlılığı ile öncelik alanlarının önümüzdeki dönemde nasıl değişeceğinin Türkiye sivil toplumu açısından önemli bir dönüm noktası olacağı söylenebilir. Bu bağlamda, araştırmanın Hibe ve Fonlar bölümünde yer alan en çarpıcı yanıtlardan birinin araştırmaya katılanların %81’inin yakın gelecekte hibe veren kuruluşların önceliklerinin değişmesini beklediklerini olduğunu düşünüyorum. Bu değişikliğin ne yönde olmasının beklendiğine dair elimizde somut bir veri olmasa da; hibelerin COVID-19’a ilişkin müdahalelere ve sağlık alanında çalışan kuruluşlara, salgından ve takip eden dönemde yaşanması beklenen ekonomik krizden etkilenenlere yönelik yardım çalışmalarına ya da dezavantajlı durumdaki hedef kitlelere yönelmesine dair beklentiler oluşabilir.

Hibe veren kuruluşların salgın ve bu salgınının yarattığı ihtiyaçları gidermeye yönelik çağrılar açmasını, bundan sonraki dönemde verilecek hibelerin de salgının derinleştirdiği ihtiyaçlar ve eşitsizlikleri azaltmaya yönelik müdahalelere yönelmesini beklemek yanlış̧ olmayacaktır. Örneğin; Sivil Toplum için Destek Vakfı olarak COVID-19 salgını ekseninde güncellediğimiz Hibe Stratejimizde yıl içerisinde mevcut hibe programlarımızı açmaya devam ederken, bu sürecin yarattığı etkileri de göz önüne alarak tüm hibe programlarımıza STK’ların iş yapma biçimlerinde yaşanacak değişimler ile yoksulluk ve yoksunlukla mücadele ve yaşanması beklenen ekonomik krizin de sonucunda dezavantajlı olan ve bu süreçte daha da kırılgan hale gelen gruplarla çalışan STK’ların çalışmalarına destek vermeyi önceliklendirdik. Birçok hibe veren kuruluşun bu dönemde oluşan ihtiyaçlara doğru şekilde yanıt verebilmek ve kaynaklarını en etkin şekilde kullanabilmek için hibe stratejilerini gözden geçirdiklerini biliyoruz. Hibe veren kuruluşların gelecek dönemdeki stratejileri ve hibe programlarına ilişkin bilgileri açık şekilde paylaşmalarının STK’ların hibe kaynaklarına ilişkin endişelerini bir nebze olsun azaltmak açısından faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Anket sonuçları, mevcut veya devam eden hibeler açısından değerlendirildiğinde hibe veren kuruluşların ve bu hibelerden faydalanan STK’ların COVID-19 sürecinin getirdiği etkiler ve değişime hızlı şekilde cevap verebildiğine işaret ediyor. Ankete katılanların %70’i hibe veren kuruluşların bu süreçte esnek veya çok esnek olduğunu söylerken; neredeyse tamamı devam eden hibelerde COVID-19’dan kaynaklı olarak yapmak istedikleri değişikliklerin fon verenler tarafından kabul edildiğini belirtiyor. Bu yanıtlardan hareketle hem STK’ları hem de hibe veren kuruluşları etkileyen ve her iki taraf açısından da birçok belirsizliğin bulunduğu bu sürecin karşılıklı açık iletişim kurabilmek, daha esnek şekilde davranarak bazı durumlarda yapılacak çalışmalar ve proje takvimlerini birlikte güncellemek ve farklı paydaşlar arasında daha yakın bir ilişki ve düzenli bir iletişim geliştirmek açısından önemli gelişme ve fırsatlara vesile olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, hibe veren kuruluşlarla STK’ların ilişkilerinde yaşanan bu olumlu değişimin kalıcı olabilmesi için bundan sonraki süreçte de devam etmesi ve yeni açılacak hibe programlarına da yansıması gerekiyor. Bunun için her iki tarafın da birbirini ve koşullarını daha iyi anlaması, bu süreçte açılan iletişim kanallarını düzenli şekilde devam ettirmesi, STK’ların mevcut durumları ve ihtiyaçlarını açıklıkla paylaşması ve hibe veren kuruluşların da bu süreçte gösterdikleri esnekliği bundan sonraki dönem için de çalışma biçimlerinin bir parçası haline getirebilmeleri her zamankinden daha fazla önem taşıyor.

Anket sonuçlarından, STK’ların bir diğer beklentisinin de gelecek dönemde hibe veren kuruluşların kurumsal hibelere öncelik vermesi olduğu görülüyor. Kurumsal hibeye ilişkin talepler COVID-19 süreci ile birlikte daha görünür hale gelse de özellikle sivil alanın daraldığı ülkelerde sivil toplumu desteklemek açısından kurumsal hibelerin önemi farklı filantropik aktörler tarafından uzun zamandır tartışılıyor. Sivil Toplum için Destek Vakfı olarak kuruluşumuzdan beri en fazla öncelik verdiğimiz yöntem olan kurumsal hibeleri hem bir fon programı olarak değerlendiriyor hem de yıl içinde açtığımız tüm tematik fonlarda STK’lara kurumsal hibe başvurusu yapma seçeneğini de sunuyoruz. Bu konudaki deneyimimiz, kurumsal hibelerin kapasite güçlendirme mekanizmaları ile de desteklendiğinde, sivil toplumun gelişimi açısından önemli bir araç̧ haline geldiği yönünde. COVID-19 sonrası güncellenen hibe stratejimizde de belirttiğimiz üzere önümüzdeki dönemde sivil toplumun ayakta kalması, yeni dönemin koşullarına adapte olması ve kendini dönüştürebilmesi için desteklerimizin önemli bir bölümünü kurumsal hibe olarak vermeye devam edeceğiz. Diğer yandan, bu yöntemin Avrupa Birliği fonlarının yeniden tahsisini yapan Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği (Birlikte Programı), Hafıza Merkezi (Haklara Destek Hibe Programı) ve Hrant Dink Vakfı (Sivil Toplumu Güçlendirme Programı) tarafından hayata geçirilen programlarla Türkiye’de daha yaygın hale geldiğini görüyoruz. Bununla birlikte, değişen öncelikler doğrultusunda özellikle 2020-2021 dönemi sonrasında bu programların ne şekilde devam edeceğini henüz bilmiyoruz. Türkiye’de az sayıda olan ve kendi kaynakları ile hibe veren kuruluşların ise kurumsal hibe verme yaklaşımındansa proje destekleri içerisinde kurumların insan kaynakları ya da idari giderleri için ayrılacak yüzdeleri artırması daha olası bir seçenek olarak gözüküyor.

COVID-19 ile başlayan süreç̧ hem STK’lar hem de fon veren kuruluşlar açısından birçok belirsizliği içinde barındırıyor. Bununla birlikte, salgınla birlikte daha da görünür hale gelen ve yakın zamanda etkilerini daha da fazla hissedeceğimiz ekonomik krizin her iki grubun kaynaklarında küçülmeye ya da kaynaklara erişimde zorluklarla karşılaşmasına neden olması bekleniyor. Bütün bu zorluklara rağmen, bu dönem hibe veren kuruluşlarla STK’ların birbirini daha fazla dinlemesi, daha kapsamlı bir paydaşlık ilişkisi geliştirmesi ve finansal desteklerin yanı sıra farklı kaynak mekanizmalarını ve iş birliklerini de harekete geçirerek birlikte çalışmaları için önemli fırsatlar barındırıyor.

Anket verilerini de göz önünde bulundurarak, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarını bekleyen fırsat ve zorluklarla ilgili öngörülerinizi paylaşır mısınız?

Mehmet Ali Çalışkan: Salgın sonrası sivil toplumu bekleyen en önemli sorun kaynaklara erişim gibi duruyor. Ancak bundan daha önemli bir sorun var. Sivil toplumun salgının etkilerini anlama, çözümler geliştirme ve giderme konusunda vereceği bir sınav var. Sivil toplum bu konularda kararları etki alanında kendine yer bulmalı. Ancak görünen o ki, karar alıcılar kendilerine siyaseten angaje olmayan kuruluşlara kulaklarını kapalı tutuyorlar. Dolayısıyla sivil toplumun önünde iki zorlu iş duruyor. İlki salgının etkilerini, özellikle mağduriyetler ve mağdur tanımlamaları düzeyinde anlama ve tahribatı giderecek yaratıcı öneriler ve pilot uygulamalar geliştirme ile ilgili. İkincisi ise karar alıcıların, daha da genel olarak siyasetin genelinin kendilerine kulak vermesini sağlamak ile ilgili. Sonuç olarak sivil toplum kendi varoluşunu önceliklendirir ve kurumsal devamı için gerekli finansal arayışa odaklanırsa, hedef gruplarının mağduriyetlerini anlama ve giderme çabasından uzaklaşabilir. Bu da ona olan ihtiyacı ortadan kaldırma riski taşıyor.

Pınar İlkiz: Fırsatlar bence bireysel bağışçının önemini kavrayan sivil toplum kuruluşları için geçerli olacak. Zorluk ise başından beri entegre çalışmayan iletişim, kaynak geliştirme ve kampanya/proje ekiplerinin entegre çalışmak zorunda olduğunu fark etmemesinde yatıyor. Bu alanların, sadece olup bitenler konusunda birbirini bilgilendirmesi değil birbirini beslemesi gerekiyor. İletişimden sorumlu kişinin, kurumun herhangi bir dijital mecrada aldığı mesaj ya da yorumun kampanyadan sorumlu kişide nasıl bir fikri oluşturacağını ya da besleyeceğini hiçbirimiz bilemeyiz.

Ki konu bireysel bağışçılar olduğunda avantaj bence iletişimcilerden yana. Çünkü dijital dünyada kurumla temas eden herkes onlar için potansiyel bağışçı ve bu da onlara birinci elden isteklerini, hassasiyetlerini ve kurumla ilgili düşüncelerini tecrübe etme fırsatı veriyor. Edindiği bu bilgiyi kurumun varlık sebebi ve ilkeleri ile harmanlayıp ürettiği içerikle bireysel bağışçılarla konuşmalı kurum.

Eğer kurum bu dönemde hızlıca bağışçı kazanmak için sadece potansiyel bağışçısı olarak gördüğü kitlenin istek ve ihtiyaçlarına yönelik iletişim yaparsa ve orta ya da uzun vadede bu bağışçılar kurumla yollarını ayırırsa, kurum aslında olmak istemediği bir yerde bulacaktır kendini. Bağış almak ya da bağışçı kazanmak uğruna kurumun varlık sebebinden şaşmak en büyük iletişim kazası olacaktır. Bunu göz önünde bulundurmayan kurumlar da uzun vadede zorluk yaşayabilir. Ama burada hem kurumun varlık sebebini anlatma hem de bağışçısının ihtiyaçlarına cevap verme dengesini tutturmak gerek. Ki bu ihtiyaç her zaman hizmet değil, bazen bilgi almak, bazen kurum tarafından aranmak bile olabilir.

Bu noktada sivil topluma yönelik yardım ve kapasite geliştirme olanaklarına da bakmak gerek. Benim takip edebildiğim kadarıyla Sivil Toplum Destek Vakfı hibe stratejisini güncelledi, Heinrich Böll Stiftung Türkiye Temsilciliği “Korona Zamanlarında Güçlendirme ve İyileştirme Fonu” açtı, Sivil Düşün, salgın koşullarına özel “Bizi Bağlayan Şeyler Özel Desteği”ni duyurdu. Facebook, bireysel bağışçılığa odaklanan ve sivil toplum kuruluşlarını dijitalde desteklemeyi hedefleyen Sivil Toplum Programı’na ara vermeden dijitale taşıdı ve devam ediyor. Dijitalden bahsetmişken: Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin (STGM) TechSoup ile ortaklığı kapsamında hayata geçirilen TechSoup Türkiye Bağış Programı kapsamında sivil toplum kuruluşlarının kullanabileceği Google AdGrants bu dönemde daha da kıymetli hale geldi.

Liana Varon: Önümüzdeki dönem, sivil toplumun halihazırda kırılgan bir durumda olan finansal sürdürülebilirliği ve insan kaynaklarına erişimi açısından daha da zorlu bir sürecin yaşanacağını ortaya koyuyor. Bununla birlikte, bu süreçte alınan tedbirler ve bu doğrultudaki uygulamalar gerek sivil toplumun elverişli ve destekleyici bir ortamda faaliyet gösterebilmesi gerekse çalışmalarını dönemin getirdiği ihtiyaçlara adapte ederek ayakta kalabilmesi açısından da çeşitli zorluklar barındırıyor. Toplumsal ihtiyaçların arttığı ve kaynakların azaldığı bir dönemde STK’ların kendilerini var etmeleri, dönemin getirdiği ihtiyaç̧ ve koşulları doğru şekilde okuyarak yaklaşımlarını ve çalışmalarını bu doğrultuda adapte etmelerini ve tüm dünyanın gündemini belirleyen COVID-19 salgınına rağmen devam eden hak mücadeleleri ve kendi çalışma alanlarındaki önemli konuları duyurarak toplumun ilgisini çekmeyi ve desteğini almayı başarmalarını gerektiriyor.

Tüm bu zorluklara rağmen içinden geçtiğimiz süreç̧ STK’lar açısından çeşitli fırsatları da barındırıyor. Öncelikle bu süreç̧ tüm sektör ve alanlarda olduğu gibi sivil toplum açısından da engellenemez bir değişim sürecini zorunlu hale getiriyor. Bu değişimin örgütlenme modellerinden kaynak yaratma yöntemlerine, dijital platformları kullanma şeklinden gönüllülerle kurulacak ilişkilere kadar birçok alanda sivil toplumun iş yapma biçimlerini etkileyeceğini söylemek yanlış̧ olmaz. Zorlayıcı tarafları olmakla birlikte bu değişim ihtiyacı; STK’ların kendilerini ve amaçlarını yeniden tanımlaması, tabanıyla ilişkilerini ve bağını güçlendirmesi, kurumsallaşma süreçlerini yeniden tasarlaması için bir fırsat sunuyor. Bununla birlikte, içinde bulunduğumuz dönem sivil toplumun öncelikleri arasında yer alan “kaynak” konusunu da yeniden tanımlamak için bir fırsat sunuyor. Her ne kadar finansal kaynakları -hibe, fon, nakdi bağış̧- önceliklendirsek de bu dönemde yaşanan kısıtlar “kaynak” kavramını daha geniş̧ bir şekilde düşünmeyi sağlayarak; gönüllüler, ağlar, iş birlikleri gibi dayanışma temelli ve çoğu zaman finansal kaynağa bağlı olmadan gelişen desteklerin sivil toplum çalışmalarındaki rolünü̈ yeniden keşfetmek ve bu desteklere daha fazla yer açmak açısından önemli bir fırsat.

Yazıyı kaynağından okumak için buraya tıklayınız.