Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü: 1 Mayıs

"Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. Aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin.” Bu sözler, Zonguldak’ta meydana gelen bir göçükte arkadaşlarını kaybeden bir maden işçisine aitti. Bugünlerde, mücadele etmekte olduğumuz salgınla birlikte sözler tekrar anlam kazanıyor. “Dışarıda virüs var, içeride açlık. Dışarıda virüs olasılık, içeride açlık kesin."

İkinci Dünya Savaşı sürecinde bile alanlarda kutlanan 1 Mayıs’ta, bu yıl ilk defa birlik mesajı fiziksel olarak yan yana gelmeden verilecek. 1 Mayıs’ı ülkemizde ve tüm dünyada, COVID-19 salgınının gölgesinde ve buna bağlı olarak yaklaşan küresel krizin rüzgarıyla karşılıyoruz. Salgının beraberinde getirdiği/getireceği değişimlerin toplumun tüm kesimleri için hakça bir düzen, emek, dayanışma ve birlik temelinde şekillendirilmesi talebi, bu 1 Mayıs’ta ortak sesimiz olabilir.

İşçilerin Bayramı 1 Mayıs

19. yüzyılın son dönemlerinde, Sanayi Devrimi’yle ‘gelişimi’ büyük bir ivme kazanan dünyada işçilerin çalışma koşulları insanlık dışı denecek seviyede ağırdı. Çocuk işçilik son derece yaygındı, günlük çalışma saatleri 15-16 saati bulmaktaydı. Tüm bu ağır şartlar örgütlü bir işçi sınıfının doğumunu da akabinde getirdi. Genel grevlerin yaygınlaştığı bir dönemde, 1 Mayıs 1886 tarihinde Amerika İşçi Sendikaları öncülüğünde iş bırakma eylemi yapıldı. Eylem, günde 12 saat, haftada 6 gün çalışmak yerine, 8 saatlik iş günü talebiyle ortaya çıkmıştı.

Eylemlerin bastırılması sürecinde yaşanan silahlı müdahalede 4 işçi hayatını kaybetti, akabinde yapılan yargılamalardaysa 4 işçi idam edildi. Hayatını kaybeden işçilerin cenazeleri yüz binlerin katılımına sahne oldu.

Bu vahim olaylardan 3 yıl sonra Paris’te toplanan II. Enternasyonal, Kuzey Amerikalı işçilerle dayanışma içinde olmak adına 1 Mayıs tarihini ‘Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’ kabul etti. II. Enternasyonal’den bu yana 1 Mayıs dünyanın pek çok ülkesinde resmî adı farklı şekillerde anılıyor olsa da ‘İşçi Bayramı’ olarak kutlanıyor. Yaşadığımız topraklardaysa 2009’dan bu yana resmî tatil olan ve ‘Emek ve Dayanışma Günü’ adıyla kabul edilen 1 Mayıs, 70’li yıllardan bu yana birçok tartışmaya da konu oldu. Özellikle 1977’de 34 kişinin hayatını kaybettiği, 134 kişinin de yaralandığı devasa kutlama, tarihe ‘Kanlı 1 Mayıs’ diye geçti. Devamında 70’li yıllarda 1 Mayıs Meydanı olarak da anılan Taksim Meydanı yasakları ortaya çıktı. Bu yıl ilk defa “kutlamalar Taksim’de yapılacak mı?” tartışmaları malum nedenlerle gündemimizde değil.

2020’ye geldiğimizde, işçi sınıfının küresel olarak yaşadığı sorunların değişiklik göstermediğinin farkında olarak, biz çocuk işçiliği, mevsimlik tarım işçileri ve göçmen/mülteci işçilere dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Bu grupların sorunlarının arasında öne çıkan konu kuşkusuz kayıt dışılık oluyor. Kayıt dışılık her tür güvenceden ve dolayısıyla haktan yoksun olmak anlamına geliyor. Şimdi sırayla ülkemizde bu üç kesimin hangi koşullarda, ne şekilde varlık gösterdiğine mercek tutalım.

Mülteciler

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2018’e ilişkin verilerine göre Türkiye’de yaşayan ve çalışma çağında olan milyonlarca yabancıdan çalışmak için başvuru yapan 115 bin 837 yabancıya çalışma izni verildi. Bu kişilerin ise yalnızca 34 bin 573’ü Suriyeli. Türkiye’de 17 Nisan 2020 itibariyle 3 milyon 583 bin 584 Suriyelinin yaşadığını[1] ve bu kişilerin yaklaşık 1,8 milyonunun çalışma yaşlarında (18-64) olduğunu biliyoruz. Bu bilgi çerçevesinde de kayıtlı çalışan Suriyeli sayısının ne kadar az olduğunu ve Suriyelilerin kayıt dışı istihdama ve bunun olası sonuçlarına mahkum edildiğini söylemek mümkün. Bu sonuçların arasında idari para cezası[2] (hem çalışana hem işverene) hatta sınır dışı ihtimali dahi bulunuyor. Hukuk sistemimizde tanımlı dört uluslararası koruma statüsünden ikisi (mülteci ve ikincil koruma) çalışma izni alma şartından muafken, diğer ikisi (geçici koruma ve şartlı mülteci) çalışma izni almak zorunda bırakılmıştır. Ayrıca bu kişiler çalışma iznine ancak statülerini kazanmalarını takip eden 6. ayın sonunda başvurabilmektedir. Türkiye’ye iltica eden kişilerin hemen hemen hepsinin geçici korunan ya da şartlı mülteci oldukları düşünüldüğünde çalışma izni muafiyeti sağlanan sığınmacı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Günümüzde, salgınla birlikte kayıt dışı istihdamın[3] acı sonuçları, su yüzüne daha da çok çıkıyor. Yalnızca mültecilerin de değil, ülkemizde her üç çalışandan birinin kayıt dışı istihdama dahil olması tablonun vahametini daha da artırıyor. Bu kişiler işlerini kayıtlı çalışanlara göre daha kolay kaybediyor, ayrıca işini kaybeden kişilere yönelik alınan ekonomik önlemlerin, koruma tedbirlerinin hiçbirinden faydalanamıyor ve işten çıkarıldıklarında tamamen mağdur oluyor.

Mevsimlik Tarım

Türkiye’de her yıl Nisan-Eylül döneminde 1 milyonu aşkın mevsimlik tarım işçisi ikamet illerinden ayrılarak 52 ilimize göç ediyor ve tarım işçisi olarak çalışıyor. Çalışanların beraberindeki çocuklar da kesinlikle yasaklanmış olmasına rağmen ağır-tehlikeli işler[4] statüsündeki tarım işlerinde çalıştırılıyor. Bu çocuklarımızın sayısının 400 bin civarında olduğu gözüküyor. Mevsimlik tarım işlerinde mülteciler de yoğun olarak çalışıyor ve mülteci çocukların da dahil olmasıyla bu sayının daha da yükseldiği tahmin ediliyor.

Çay hasadı ile yeniden gündeme gelen yabancı işçiler sorunu da bu sürecin bir diğer görünmez parçası. Ağırlığı Gürcü ve Azerilerden oluşan 40 bin işçinin de ‘turist’ vizesiyle her yıl Türkiye’ye geldiği ve ortalama 45 gün Türkiye’de kayıt dışı olarak çalıştıkları artık açıkça ifade edilmeye başlandı.

Mevsimlik tarım işçileri asgari yaşam standartlarının altında yaşıyor ve çalışıyor. Bu durum, kuşaklar boyunca devam eden bir sorun olarak karşımızda duruyor.[5]

Çocuk İşçiliği

Çocuk işçiliği taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve yasalarımıza göre kesinlikle önüne geçilmesi gereken ciddi bir sorundur. 2 milyona yakın çocuğumuzun hayatın çok farklı alanlarında çalıştırıldığını görüyoruz. Çocukların çalıştırıldığı alanların büyük bölümü Türkiye’nin ortadan kaldırmayı taahhüt ettiği (sokakta çalıştırılma, tarım ve küçük-orta ölçekli ağır koşulları içeren) işlerdir.[6] TÜİK tarafından 2019’un son çeyreğine ilişkin paylaşılan verilere göre tarım işlerinin durduğu ve okulların açıldığı bu dönemde dahi çocuk işçi sayısı 720 bin olarak kayıtlara geçti.[7]

Salgın Koşullarında İşçiler

COVID-19 salgını hayatı birçok alanda durdurdu. Kaçınılmaz olarak dünyanın her yerinde ekonomi de bu afette derinden sarsıldı. Birçok işyeri kapandı, işsizlik arttı. Türkiye’de de çalışmanın devam ettiği sektörlerde korunma önlemlerinin hayati önem kazandığı işyerlerinde, işçiler virüsten etkilenme tehdidiyle burun buruna geldi. Öyle ki Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından yayınlanan raporda[8], sendikalı işçiler arasında yapılan araştırmanın sonucuna göre korona pozitif olan işçi sayısının Türkiye ortalamasının üç katı olduğuna işaret edildi. Salgının daha ağır sonuçlara yol açmasını engellemek amacıyla gündelik hayatın devamı için ‘vazgeçilmez’ sektörlerin dışında faaliyet yürüten işyerlerinde çalışmaların durdurulması çağrısı yapıldı.  Emek örgütleri aynı zamanda çalışan kesimin, ekonomideki şiddetli sarsıntıdan en az zararla çıkabilmesi için daha fazla kurtarma desteğine ihtiyaç duyduğunun da ısrarla altını çiziyor. Bu süreçte salgının, kayıt dışı çalışan ve günlük kazanıp harcayan emekçi kesim üzerindeki etkisi ise çok daha yıkıcı oldu. Salgınla bağlantılı olarak yaklaşık 3,2 milyon kişinin daha işini yitireceği tahmin ediliyor.[9]

İlerleyen süreçte de mültecilerin ulusal sosyal yardım programlarına erişimde daha sorunlu olacağı ve ağırlığı STK’lar üzerinden yürüyen destek programlarının da fon bulma/geliştirmede güçlüklerle karşılaşacağı görülüyor.

Bunların yanında Türkiye’nin iş kazası ve meslek hastalığı karnesi de hayli zayıf. 2013-2019 yılları arasında 12.486 kişi hayatını iş cinayetlerinde kaybetti.[10] Sarsıcı bir gerçek de şu ki; hayatını kaybedenlerin arasında 300’den fazla çocuk bulunuyor.

Bugün geldiğimiz noktada açık olan bir gerçek, Türkiye’de emek örgütlerinin maalesef yeterince güçlü olmadığı. 14,1 milyon işçiden yalnızca 1,8 milyonu; 2,5 milyon memurdan ise 1,7 milyonu sendikalı. Bu durum 1 Mayıs’ların en önemli sloganına aykırılık teşkil ediyor: Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” Örgütlülük, geniş bir beyaz yakalı kesim için salgınla son iki aydır yeni ‘normal’ haline gelen yeni çalışma düzeninin oturması ihtimalinde daha da zor bir hâl alabilir. Evden çalışma, emeğin görünürlüğünün azalmasıyla birlikte çalışma saatlerinin ve işyeri kavramının gittikçe bulanıklaşmasına yol açabilir. Bu bulanıklaşma ise işçilerin ruhsal olarak da bir çöküntüye uğramasına sebep olabilir.

Hayata Destek Derneği olarak bugün de çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması, mevsimlik tarım işçilerinin koşullarının iyileştirilmesi ve mültecilerin çalışma-yaşama koşullarının geliştirilmesine dikkatleri çekmek istiyoruz. Bu 1 Mayıs’ta da çağrımız; emeğiyle hayatını kazanan ve hayatın devamını sağlayan herkes için hakça bir düzen, onurlu bir yaşam.

1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun.

[1] https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638
[2] Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin verdiği 2018/5264 D. İş Sayılı ve 30.11.2018 tarihli kararında bir mültecinin çalışma izni olmaksızın çalışmasının Türk Ceza Kanunu uyarınca düzenlenen zorunluluk hallerinden biri olduğu hükme bağlanmış ve idari para cezası kaldırılmıştır.
[3] TUİK verilerine göre her 100 çalışanımızdan 34’ü kayıt dışı çalışmaktadır.
[4] https://www.ilo.org/ankara/areas-of-work/child-labour/lang–tr/index.htm
[5] https://www.hayatadestek.org/bulten/covid-19-salgininda-mevsimlik-tarimda-calisan-ailelerin-ve-cocuklarin-korunmasi/
[6] https://www.ailevecalisma.gov.tr/media/1322/cocukisciligimucadele_2017_2023_tr.pdf
[7] https://www.dunya.com/ekonomi/tuik-turkiyede-720-bin-cocuk-calisan-var-haberi-466404
[8] http://disk.org.tr/2020/04/covid-19-disk-raporunun-ikincisi-yayinlandi/
[9] https://www.dw.com/tr/i%C5%9Fsizlikte-korkutan-tahmin-32-milyon-ki%C5%9Fi-i%C5%9Fsiz-kalabilir/a-53126727
[10] http://isigmeclisi.org/is-cinayetleri-raporlari

Yazı Kaynağı: Hayata Destek Vakfı