Her Şey Siyasetin Konusu Mudur?

“Her şey siyasetin konusudur” ya da “her şey siyasettir” gibi indirgemeci görünen tümel önermelerden hoşlanmamak, bu tür önermeleri açıklayıcı bulmamak ve siyaseti bütün toplumsal alanların biricik özü olarak tasarlamak ile bu tür önermelerin geçerliliği arasında fark var.

Modern toplumun, kendisinden önceki toplumlardan ayırt edici özelliklerinden biri, aile, eğitim, siyaset, din, hukuk, sanat gibi bütün toplumsal alanların devlet tarafından sürekli denetim ve kontrol nesnesi haline dönüştürülmesidir. Buna sadece totaliter rejimler değil, liberal ve illiberal demokrasiler de dahildir. İnsana ve doğaya, zamana ve mekana ilişkin her şeyin siyasal muhayyilenin konusu olması, devleti, siyasal erki elinde tutan zümre ya da grupları ve egemen söylemi denetim ve kontrol altına alanları özel alandaki ilişkileri düzenlemeye davet etmek anlamına gelmez. Tam aksine, onu özel alandan çıkartırken kamusal alanda denetleme ve kontrol etme gücünü ele geçirmenin araçlarını üretir. 

Bourdieu’dan ilhamla, siyasal tahayyülün dışında bırakılması talep edilen her şeyin şiddetle geri döneceği riski içerdiğini söyleyebiliriz. Örneğin siyasal tahayyüle dahil edilmeyen bilim kavrayışının, bir siyasal tahayyül içerdiğini görmek zor değil. Bilimi siyasetin dışında kavramak için başvurulan her girişim ve diğer birçok etkisinin yanında, bu tür girişimlerin siyasal etkilerini hesap etmeyen bir perspektif, başlı başına siyasaldır. Bilim görünümlü siyasetten değil, bilimin de diğer bütün etkinlikler gibi siyasal bir içeriğe sahip olduğundan söz ediyoruz. Buradaki siyasallık devlet, iktidar ya da makro siyasi yapılar ve örgütlerle ilişkili olmak zorunda olmadığı gibi iradi de değildir. Siyasallık, toplum olarak yaşamanın bir sonucu olarak ortaya çıkan ve kişiyi ilgili toplumun bir üyesi haline getiren sosyalizasyon sürecinin ürünüdür. Bu örneği aile, hukuk, eğitim, sağlık ve benzeri bütün alanlar için genişletebiliriz. 

Siyaset, partiler, örgütler, kurumlar arasında gerçekleşen makro ilişkileri tanımlamak için kullanılan bir kavram olarak sınırlandırılamaz. Bir başka kavram olan devletin, kişilerle kurduğu ilişkilerin sınırlandırılmasına ve düzenlenmesine ilişkin mücadele ve arayışlar da siyasal tahayyülün konusudur. Her şeyin siyasal  olduğu konusundaki önerme, devlet – yurttaş ilişkisinin eleştirisini içerir. Siyasal olanı devletle sınırlamaya ve siyasallığı devletin pratiğine indirgemeye çalışan önermeler ise siyasal kavramını sınırlandırmak isterken devletin hacmini genişletir. 

Neyin siyasal olup olmadığına karar vermek, siyasal alanın kapsamını ve kesişimlerini belirlemek iktidar ilişkilerinin tezahürlerinden biridir. Kısa süre önce “depremi siyasete alet etmeyin” türünden ifadeler vesilesiyle gündeme gelen bu konu üzerinden de görüleceği üzere, “… siyasete alet etmeyin” söz öbeğinin kendisi siyasaldır ve siyasal olanın ne olduğunu belirleme çabasının bir ürünüdür. Benzer olarak kürtaj hakkı, kaç çocuk yapılacağı, “kızlı erkekli aynı evde kalmak” ve gıda güvenliği de siyasal bir konusudur. Buradaki siyasallık, devlet ve iktidar kullanımının sınırlarına ilişkin sivil/medeni mücadeleyi içerir. Bilindiği üzere modern devletlerde iktidar araçlarını ele geçirmeyi başaran zümrelerin, bu araçlarla sadece siyasal alanı değil, toplumsal alanların tümünü, haneyi ve kişiyi, alışkanlıkları, yatkınlıkları ve zihniyet yapılarını siyasallaştırmaya ve kendi iktidarlarının çıkarlarına uygun olarak düzenlemeye çalışması ile buna karşı mücadele edilmesi siyasettir. Siyasal olanın iktidar eliyle siyasallaştırılması hegemonik mücadelenin bir parçasıdır. 

Toplumun parçalı görünümünün arkasında her şeyin her şeyle içsel ilişkili olduğu önermesi gerçeği yansıtıyorsa, toplumda pür alan aramanın anlamlı bir girişim olmadığı, dahası siyasi olduğu öne sürülebilir. Pür-sanat, pür-ekonomi, pür siyaset, pür-hukuk, pür-aşk gibi arayışların hepsi, toplumsal gerçekliğin kendisini güç ekseninde bükmek anlamına gelir. Mutlak olma eğilimindeki gücün siyasallaştırma işlemi, siyasal olanı siyasal alanın dışında konumlandırmaktır. Örneğin bu nedenle iki kötü arasından daha az kötü olanı seçmeye zorlar ve bu seçimi kabul etmek siyasaldır. Ancak iki kötü arasından daha az kötü olanı seçmeyi reddetmek de siyasal bir meseledir.

“Her şey siyasaldır” ya da “her şey ekonomiktir” gibi determinist önermeler sevimli görünmeyebilir. Toplumsal alanlara sadece bu tür önermelerle bakan herhangi biri, aradığı gerçekliği bulmakta zorlanmayacaktır. Oysa sosyal bilimler ‘hep’ ya da ‘hiç’ gibi nitelemeler üzerinden hareket edemez. “Her şey siyasaldır” ya da “her şey ekonomiktir” gibi önermelerin anlamlı ve geçerli önermelere dönüşebilmesi, bunlar arasındaki ilişkilerin hareketi anlamaya ve açıklamaya yönelik girişimlerle mümkündür.

“… siyasete alet etmeyin” buyruğu bir komuttur ve egemenin tahkim ettiği alanı işaretler. Demokrasi dışındaki rejimlerde komutlar içselleştirilmese bile uyulması gereken serlevhalardır ve hiç değilse görüntüde buna uygun davranılır. Bu, bütün yurttaşların içine sızan kolektif korkuyla örgütlenerek gelişir ve serpilir. Bu korkunun kendini gösterdiği alanlardan ilki siyasal alandır. Siyasal alanın meselelerini ve siyasallığı, bir şeylerin içinde ve bir şeylerin dışında arama, siyasallığı bir şeylerle tevhit ve tefrik etme çabası küçümsenemez. Bu, kişinin karşı karşıya kaldığı şiddet aygıtı olarak devlete karşı kendi zihnini ve duygularını korumasının bir yoludur ve siyasaldır. Siyasal hegemonyanın ürkütücü iriliği ve kontrolsüz iktidarı karşısında kişilerin kırılgan ve fâni mevcudiyetlerini korumak için iktidarı ve sinelerine sızmaya teşebbüs eden uzanımlarını göz ardı etmelerinde kıymet verilmesi gereken bir siyasal pratik var. 

Fanatik olmamak için apolitik olmak gerekmediği gibi siyasallığının bilincinde olmak için partizan olmak gerekmez. Bu nedenle siyasal olanın ne olup olmadığı hakkında hüküm verme girişiminde bulunan her iktidar pratiğine, dolaşıma giren her retoriğe karşı kendi yaşamını kendi usulünce örmek de siyasaldır. Orada olduğunu bilmek ama kendi pratiğine odaklanmak. Tanıl Bora’nın epey önce yazdığı gibi onu -bir anlamda- unutmak: “… bir miktar da iktidar yokmuş gibi davranabilme[k] .. İktidar var, elbette – hem de nasıl var! Onu büsbütün unutmaktan söz etmiyorum; unutamayız. Aklımızı, fikrimizi, düşlerimizi, dilimizi, uğraşımızı, iktidarın markajından kurtarmaktan söz ediyorum. Kendi sözümüzü kurmaktan… Kendi ağımızı örmekten… Kendi hikâyemizi yazmaktan…” 

…ve evet, kendini iktidarın tasallutundan kurtarma azmi de siyasaldır. 

Polat Alpman

Üyelik Tarihi: 03 Nisan 2019
23 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör