İnsani Gelişme Endeksinde Türkiye nerede?

12 Aralık 2019
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UDNP) İnsani Gelişme Endeksi bulgularının küresel düzeyde bize ne gösterdiğini ve Türkiye’nin ilk kez "çok yüksek insani gelişme" kategorisine girmesinin nasıl mümkün olduğunu Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan ile konuştuk. Yeldan, Türkiye’nin orta gelir tuzağında tıkandığını ve eşitsizliğin rakamlara yansıdığından çok daha yüksek olduğunu söylüyor.  

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 2018 yılı verileri temel olarak hazırlanan ve 9 Aralık 2019 tarihinde açıklanan 2019 İnsani Gelişme Raporu’na göre, yoksulların sayısının azalmasına karşın dünyada yeni nesil eşitsizlikler yükseliyor. İklim değişikliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve silahlı çatışmalar, eşitsizlikleri derinleştirme ve geri döndürülemez noktaya getirme potansiyeline sahip. İnsani Gelişme Raporu’na göre Türkiye, 0,806’lık değere ulaşarak, 189 ülke arasında 59’uncu sırada çok yüksek insani gelişme kategorisine yükseldi. Uzmanlar, bu yükselişe Türkiye’de yükselen yaşam beklentisi ile sağlık sektöründeki gelişmelerin etkisini işaret ettiler. 

Yoksul Sayısı Azalırken Yükselen Eşitsizlikler  

UNDP İnsani Gelişme Endeksi Raporu’nun bize gösterdiği olumlu tek veri, küresel düzeyde yoksulların sayısının azalmış olması mı? 

Küreselleşme dalgası kabaca 1975’ten 2008’e dek sürdü ve 2008 yılında sonra erdi. Küreselleşme sürecinden en ön önemli kazanç, mutlak anlamda yoksul sayısının azalması ve kişi başına gelir, sağlık hizmetlerine erişim, eğitim, temiz suya kavuşma gibi temel ihtiyaçlara ulaşmada ilerlemenin olması. Rapor bunu tespit ediyor. 

Temel göstergeler ve mutlak anlamda yoksul sayısında 20. yüzyılın son çeyreğinde yoksul sayısında ve çeşitli sosyal ve ekonomik göstergelerde dünya ortalamasında bir ilerleme kaydedildi. Ancak, Thomas Piketty adlı ünlü ekonomistin,  gelir dağılımı adaletsizliğinin kaynağını ve eşitsizliğin önemini gösteren çalışmasından sonra, özellikle 2008 krizi sonrası, araştırmacılar ve Birleşmiş Milletler Kurumları, kurumları farkına vardı ki, söz konusu ilerlemeler ortalama göstergeler üzerinden tespit ediliyor. 

Bu Raporun Diğerlerinden Ayırt Edici Özelliği: Çok Büyük Sapmalar Olması

Gelişmiş ülkelerde yüzde 1, hatta binde 1 en üst gelire sahip olan insanların yaşam tarzları ve yaşam kalitesi ile bunun altındaki yüzde 20, yüzde 10 veya 30 gibi çeşitli aralıklarda tespit edilen, genellikle dünya nüfusunun 1 milyar kişisini oluşturan en alttakileri arasında uçurum var. 

Bu uçurum, hem küresel ekonomide hem ülkelerde hatta şehirlerde var. Yani, bir yanda süper-hiper zenginler var: her anlamda çok zengin ve çok kaliteli yaşam tarzına yüksek insani gelişme  endeksine sahip bir grup var. Bunun yanında gettolaşma, yabancılaşma, sosyal anlamda dışlanma, ötekileştirme ve mutlak yoksulluğun çaresizliği içinde kıvranan geniş kitleler var. 

Bu sene ilk kez bize şunu gösterdi: eşitsizlikleri ortalamaların ötesinde, bugün ötesinde değerlendirmeliyiz. 

Ortalama çok karaktersiz bir kavram. Rapor, “ortalamanın ötesine giderek, gelir eşitsizliğini bir kez daha hesaplamamız lazım” diyor.  Rapor’un katkıların bir diğeri eşitsizlik değil “eşitsizlikler” diyor. Çünkü çok fazla eşitsizlik konusu var: sağlık hizmetlerine erişimde, ulaşımda, kent hizmetlerinden yararlanmada, temiz suya ulaşmada, sanitasyon hizmetlerine erişimde vb. birçok eşitsizlik var. 

Türkiye Patinaj Yapıyor; Eşitsizlikler Rakamlara Yansıyandan Yüksek

İnsani Gelişim Endeksi Türkiye özelinde bize ne gösteriyor? 

Bu rapor, eşitsizlikleri tekrar hesaplarken, gelir eşitsizliğinde, sadece fert başına gelirdeki farklılıklar değil, cinsiyet ayrımına, cinsiyete bağlı eşitsizliği de erkeklerle karşılaştırarak bir gösterge olarak analize dahil etmiş. Bu açıdan Türkiye’ye bakarsak, 1990 yılından bu yana geleneksel yöntemle hesaplanan İnsani Gelişme Endeksine göre, Türkiye önemli mesafe kat etti. Geçen yıl yüksek gelişim düzeyli ülkeler arasında idi; bu sene çok yüksek gelişim düzeyli ülkeler grubuna 59. Sıradan girdi. Ancak gelir ve cinsiyet eşitsizliğini katarak ağırlıklandırdığımızda, Türkiye’de aslında yüzde 16 bir kötüleşme var ve sıralamada da 66. Sıraya geriliyor. 

Türkiye bağlamında benim raporda yer alan bulgulara yönelik 2 önemli tespitim var: 

1 –insani gelişim Endeksinde 59. Sırada görünüyoruz ancak cinsiyet eşitsizliğini katınca performansımız aslında geriledi. Türkiye şu anda toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadelenin çok çok önemli bir gündem maddesi olduğunun anlaşılması gerekiyor.

2-Endekse dahil olan göstergelerde 2015’ten bu yana durgunluk var: Ağırlıklandırılmış endekse baktığımızda, 2015 yılından beri yerinde sayan ekonomik sosyal göstergeler ve enflasyonla bozulan gelir dağılımıyla Türkiye ekonomisi durmuş bir ekonomi…

1990 yılından beri yapılan insani gelişim endeksinde en önemli mesafeyi, 2000’li yılların ortasına kadar kat etti. Bu da çoğunlukla, fert başına dövizin ucuzlamasına bağlı olarak,  sıcak para girişine ve dış borçlanmaya bağlı bir büyüme idi. Türkiye’nin özelikle 2002-2008 yılları arasında, büyüme rakamları şişirilmiş rakamlardı. 

2012’den itibaren artık dış borçlanmayla o kadar rahat kaynak elde edememeye başlayınca, dışarıdan sıcak para girişi yavaşlayınca ve üretkenlikte gerileme yaşayınca,  Türkiye artık bulunduğu yerde durgunluk göstermeye, patinaj yapmaya başladı

Yani, endekse dâhil edilen tüm kıstasları dikkate aldığımızda, parametrelere giren tüm göstergelerde 2015 yılından beri Türkiye’de rakamlar hiç değişmedi. 2015’ten beri, İnsani Gelişim Endeksine dahil olan tüm göstergelerde Türkiye’de anlamlı bir gelişme yok. Yani, vasat ekonomiye takılıp kaldık. 

Türkiye’nin bulunduğu yerde çakılı kalmasına, patinaj yapmasına ekonomi literatüründe “orta gelir tuzağı” deniyor. Sonradan bu kavram çeşitlendirildi. TÜRKONFED, geçen ay “orta hukuk tuzağı” diye bu durumu tanımlayan bir rapor yayınladı. Rapor, orta adalet tuzağı noktasında Türkiye’nin kaldığını vurguladı. Orta gelir tuzağı kavramını genişletince, orta eğitim tuzağı gibi başka kavramları da dâhil edebiliyoruz. Türkiye’de 7.7 ortalama eğitim görünüyor ama bazı şehirlerde bu farklı, birçok ilde ilk okuldan terk olduğunu görüyoruz. 

Dolayısıyla Türkiye’nin İnsani Gelişmişlik Endeksinde 2 sorunu var: 1- Tıkanmış, durgunluk içindeyiz ve 2- eşitsizlik konusunda durumuz aslında rakamlara yansıdığından çok daha kötü bir sinyal veriyor. Endeks, önümüzde de çok önemli ödevler olduğunu gösteriyor. 

Siyasi İrade Ve Yurttaş Bilinciyle Çoklu Eşitsizliklerle Mücadele

Raporda “eşitsizliğin azaltılması nihayetinde toplumsal siyasi bir seçimdir. Tarih, bağlam ve siyaset önemlidir” diyor. Siz, Cumhuriyet gazetesindeki yazınızda, Rapor’un “eşitsizliklerin kişilerin yaşamları boyunca biriktirilmekte olduğunu; sınıflar arasındaki geçişkenliklerin artık imkânsızlaştığını” vurguladığını söylüyorsunuz. Türkiye özelinde umutsuz bir tablo mu çıkarıyor karşımıza? 

Türkiye’de orta sınıfların üst gelir gruplarına yükselebilecekleri en önemli olanak eğitim olanağı idi çünkü eğitim kamu hizmetinde idi. Şimdi eğitim giderek ötekileştirildi: bir yandan çok üst düzeyde elit bir eğitim düzeni var; bir yandan da İslamlaştırılmıs, ezber müfredatına dayalı, geleneksel standart bir eğitim düzenimiz var. Oysa, dünyadaki değişimler, dijital ekonomi, inovasyon esnek ve bilgiyi üretebilen, analiz edebilen, esnek becerilere sahip, teknoloji nimetlerini kullanabilen bir elit bir teknisyen grubuna ihtiyaç duyuyor. Sıradan, rutin işlerde, tarım sektöründe toplayıcılık gibi, çoğunlukla kadın emeğini gerektiren işler artık teknolojiye ve robotlara terk ediliyor. Geleneksel iş kollarının işçiye ihtiyaç duymamaya başlaması, yapısal işsizliklerin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Türkiye’de geleneksel eğitim alan, iyi eğitim almayan bu kitlenin teknolojik becerilere sahip olmayan bu kitlenin, bu becerileri kazanmasının imkânsızlaştığı bir dünyaya evriliyoruz. Eğitim, giderek orta sınıfların kendilerini yeniden üretebilecekleri bir olanak olmaktan çıkıyor. Büyük fırsat eşitsizlikleri İstanbul içinde de var, Türkiye genelinde de var, dünya genelinde de var.  

İşte bu çoklu eşitsizliklerle mücadele ancak küresel bir siyasi irade ile mümkün olacak. UNDP Raporu da buna işaret ediyor. Bir an evvel piyasaların kısa dönemci, miyopik,  sadece kar ve zarar hesabına dayalı göstergelerden uzaklaşması gerekiyor. Uzun erimli, sosyal faydayı öne çıkaran, devlete önemli görevler veren yepyeni bir siyasi iradeye ve makro ekonomi planlamaya ihtiyaç var. 

Yine rapor’da “Sihirli değneğin ötesinde makro politikalar gerekiyor” deniyor. İklim krizini de dikkate alarak, iktisadi aktörler olarak biz- bireyler ne yapabiliriz? 

Bireysel eşitsizliğin azalması için, her şeyden önce yurttaş bilinci ile hareket edilmesi gerekiyor. Burada STK’lara büyük işler düşüyor. Çevre hareketleri, Bergama, Soma, Cerattepe gibi örnekler bize elimizin altında yepyeni bir olanak olarak sosyal medya olduğunu gösterdi.  İnsanlar artık siyasi parti ve derneğe bağlı olmadan da geniş kitlere ulaşabiliyor. Çevreye ve eşitsizliğe duyarlılığımızı artırmak kişisel yurttaşlık görevimiz olmalı. 

Raporun Tükçesine buradan, İngilizcesine ise buradan ulaşabilirsiniz.