Dövizdeki Yükseliş: Nedenler, Politikalar ve Etkileri…

26 Ağustos 2020
Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümünden Prof. Dr. Erinç Yeldan, dövizdeki yükselişlerin vatandaşların tüketim ve tasarruf alışkanlıları açısından köklü değişimlere sebep olabileceğini belirtiyor.

TL’nin son dönemlerdeki değer kaybı kimileri için distopik seviyeleri çoktan aştı. Kimileri için ise henüz piyasa odaklı gerçekçi değerine ulaşmadı bile. Son günlerde yaşanan rekor değer kayıpları, özellikle Dolar/TL kurundaki tarihi seviyeler ülke ekonomisi için kaçınılmaz gerçekleri göz önüne seriyor. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak yükselişlerin vatandaşı etkileyeceğini dile getirmişti. Bilkent Üniversitesi iktisat bölümünden Prof. Dr. Erinç Yeldan, açıklamaların iktisat biliminin temel öğretilerine ters düştüğünü belirtiyor: ” Türk Lirasının uluslararası paralar karşısında hızla değer yitirdiği günlerin ardından konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, dövizdeki pahalılığın vatandaşlar açısından önemli olmadığının altını çizerek, “önemli olan kurun seviyesi değil rekabetçi olup olmamasıdır” dedi ve “turizmin gelmesi için, ihracatçı için benim para birimim daha cazip, daha rekabetçi olsun” görüşünü savundu.  Sayın Bakana göre “Türkiye tarihinde ilk defa rekabetçi bir kur düzeyiyle, ekonomisini dönüştürecek bir yapıya da kavuş(muş)” durumda idi. Sayın Hazine ve Maliye Bakanın ileriye sürdüğü savlar yanlış ve yanıltıcıdır; küresel ekonominin gerçekleriyle uyuşmamakta, iktisat biliminin temel öğretileriyle de bağdaşmamaktadır. Şöyle ki, öncelikle serbest dalgalı (esnek) kur rejimlerinde rekabetçilik, devalüasyonist kur ayarlamaları ile sağlanamaz.  Kurun düzeyi, yani ulusal paranın (TL’nin) yabancı paralar karşısındaki değeri, döviz piyasalarında arz ve talep koşulları (ve ileriye yönelik beklentiler) üzerinden belirlenir.  Burada değersizleştirilmiş olan paranın (yani Türk Lirasının) konumu, öncelikle ulusal ve uluslararası para ve finansal varlık piyasalarında, Türkiye ekonomisinin döviz kazanımı ve harcamalarındaki dengesizlik durumunu ifade etmektedir.”

Faizi ya da kuru baskılayarak, yapay biçimde ekonominin gerçeklerine aykırı bir şekilde fiyatlandırmaya çalışırsanız para piyasalarında denge yitirilir, yani somut anlamda yaşadığımız üzere, kriz oluşur.

Yeldan, yerli paranın değerinin nasıl ölçüldüğüne açıklık getirirken hükümetin uyguladığı politikaların olası sonuçlarına da dikkat çekiyor: ”Öncelikle bir ulusal paranın, yani konumuz için TL’nin, değerini ölçeceğimiz üç kavram olduğunu vurgulayalım: (1) faiz oranı; (2) enflasyon oranı; ve (3) döviz kuru.  Bunlardan birincisi paranın “tüketim harcaması yapmak üzere nakit ihtiyacının” bedelini; ikincisi mal ve işgücü piyasalarındaki dengesizlikler karşısında paranın değer kaybını (yani enflasyon); üçüncüsü ise ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değişim değerini (döviz kuru) gösterir.  Kuşkusuz ki, bu üç kavram birbiriyle bütünlük gösterir ve bunlardan herhangi birini (diyelim faizi, ya da kuru) baskılayarak, yapay biçimde ekonominin gerçeklerine aykırı bir şekilde fiyatlandırmaya çalışırsanız para piyasalarında denge yitirilir, yani somut anlamda yaşadığımız üzere, kriz oluşur.”

TL’nin değerinin piyasalarda nasıl oluştuğunu kısaca özetleyen Yeldan, içinde bulunduğumuz durumu görsel açıdan eğip bükmeye yönelik ekonomik çözümlerin eninde sonunda piyasa gerçeklerinden kaçamayacağını vurguluyor: Paranın “fiyatı” para ve menkul kıymet piyasalarında TL’nin miktarı (arz ve talep düzeyi) tarafından belirlenecektir. TL arzında son bir yılda yaşanan genişleme 85’e ulaşmış.  Burada paranın arzı bollaştırılırken, fiyatı yapay biçimde ucuz tutulmaya çalışılmış; faiz oranı düşürülmüş.  Nedeni ise AKP’nin her ne pahasına olursa olsun tüketimi canlı tutma ve büyümeyi yüksek tutma gereği.  Dengesiz de olsa, sürdürülemez de olsa, ucuz kredi ile borçlanmaya dayalı tüketim, bu sahte cennetin altın anahtarı.   Piyasada her mal gibi, para arzındaki bu olağan dışı artış nedeniyle ulusal paranın fiyatının düşmesi gerekecektir: para ucuzlayınca diğer mallar karşısında alım gücü düşecek (buna enflasyon diyoruz); diğer dövizler karşısında da değeri gerileyecektir (bunun adı da devalüasyon)…. Dövizi MB rezervlerini harcayarak; swap ve benzeri muhasebe oyunları veya kamu bankalarının döviz kaynaklarına siyasi baskılarla el konulması biçimiyle bir süre için sabit tutabilir; enflasyonu da türlü istatistik tanımlarıyla olduğundan düşük göstermeyi deneyebilirsiniz, ama piyasanın gerçekleri eninde sonunda baskın çıkacak ve ulusal paraya hak ettiği değeri biçecektir.”

Hane halkları için tüketim, şirketler için de yatırım harcamalarının gerilemesi kaçınılmaz olacaktır.

Döviz değerindeki yükselişin ülkemiz ekonomisinde büyük bir yere sahip olan ithalatı olumsuz yönde etkileyeceğini belirten Yeldan, hane halkları için tüketim ve tasarruf açısından köklü değişimler yaşanabileceğine dikkat çekiyor: “Döviz piyasalarında Türk lirasının değer kaybı şirketler ve hane halklarını ayrı biçimlerde, fakat birbirine ilintili olarak etkilemektedir. Her şeyden önce, Türkiye ekonomisinin ithalat bağımlı yapısı ve borç yükü her iki kesimde de yoğundur. Bu yüzden pahalılaşan döviz ithalat maliyetlerini yükseltecek ve gelirin azalması etkisi yaratacaktır. Gerileyen gelir etkisine bağlı olarak hane halkları için tüketim, şirketler için de yatırım harcamalarının gerilemesi kaçınılmaz olacaktır.  Dövizin pahalılaşmasının hane halklarına diğer bir etkisi de tasarruf davranışlarına yönelik olabilir. TL değer kaybettikçe güvenli bir tasarruf aracı olmaktan çıkmakta ve şahıslar ellerindeki birikimlerini doğrudan döviz olarak değerlendirmektedir. Buna dolarizasyon diyoruz. Bu etki altında ulusal paraya güvenin azalması, merkez bankasının da para politikasını sürdürebilme etkinliğini sınırlamaktadır.”