Korku İletişimi Kazandı!

Irkçılığa varan göçmen karşıtı söylemleriyle dikkat çeken AFD Almanya’da iki eyalette yapılan seçimlerden büyük oy artışı ile ikinci parti olarak çıktı. ‘Korku’ siyaseti yapan AFD’nin iletişim stratejisini ve buradan sivil toplum olarak nasıl öğretiler çıkarabileceğimizi değerlendirmekte fayda var.

Göçmenleri ülkede istemeyen, İslam karşıtı olmasının yanında toplumsal cinsiyet eşitliği, mülteci hakları, iklim krizi, ekoloji gibi meselelerle ilgili çalışan aktivistlerle adeta alay eden, tüm iletişim kampanyasını korku iklimi yaratmak üzerine kuran bir parti neden yükselişte? 

Önce tarihsel sürecine kısaca bakmamız iyi olacak. Parti 2013 senesinde kuruluyor. Aynı yıl yapılan seçimlerde %4,7 alıyor ve kıl payı meclise girmeyi kaçırıyor. Aynı yıl kurulmuş bir parti için hiç de başarısızlık sayılmaz. İlk kayda değer başarısını ise 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Almanya’ya ayrılan 96 sandalye 7’sini alarak elde etti. 2015’te Merkel’in Ortadoğu’da yaşanan savaş iklimi sonrası göçmenlere Almanya kapılarını açmasıyla, göçmen karşıtı ve İslamofobik söylemlerini güçlendirerek 2017 Almanya Federal Seçimlerinde %12,6 oy aldı ve ilk defa 94 sandalye ile federal meclise girmeye hak kazandı. 30 Ağustos’ta ise Almanya’nın iki eyaletinde seçimler vardı; Sachsen ve Brandenburg. AFD iki eyalette de oy oranlarını büyük bir ivmeyle yükseltti. Sachsen’da 2014 seçimlerinde aldığı %9,7 oy oranından %27,5’e, Brandenburg’da ise %12,2’den %23,5’e tırmandı. 

Şüphesiz bu yükselişte hem ülke genelinde hem de küresel seviyede etkin olan birçok sosyal, politik, kültürel ve ekonomik faktör rol oynadı. Almanya siyasi tarihini ve mevcut durumunu çalışan siyaset bilimciler konuyu farklı boyutlarıyla ve detaylı olarak analiz etmekte, tartışmakta. Ben de, iletişimci ve sivil toplum uzmanı perspektifimden bu durumu anlamaya ve yorumlaya çalışacağım. 

Partinin Facebook sayfasında, sistematik ve belli bir görsel disiplini sağlayarak paylaştığı postlar oldukça güçlü veriler sağlıyor. Çok detaylı bir söylem analizi yapmaya bile gerek kalmıyor. Başarısının altında yattığını düşündüğüm dört kritik faktörü şöyle özetleyebilirim…

“Gündemi takip et, korkuyu keşfet, açığa çıkar”

Öncelikle ekip özellikle Almanya için kritik olduğunu düşündüğü ve kendisinin de gündeminde olan mülteciler, ekonomik durgunluk, eğitim gibi ana gündem maddeleriyle ilintili gelişmeleri çok iyi takip ediyor. Kim ne diyor? Argümanları ne? Bunlara karşı kendi argümanları neler? En sade olabilecek haliyle anlatıyor. 

Konularını çok iyi bil, istatistikleri takip et, korkunun hizmetine sun

Korku iletişimi 19 yüzyılda ABD’deki büyüyen kapitalist ekonominin lokomotifi olarak filizleniyor, politika iletişiminde de faydaları görülünce önemli bir araç haline geliyor. Hâlâ bazı çamaşır suyu reklamlarında klozetin üzerindeki canavara benzeyen mikrop illüstrasyonlarıyla içimize salınan bakteri korkusu ile temizlik maddesi alma alışkanlıklarımız şekillenebiliyor. Aynı yöntemle temizlik sektörünün kullandığı “bakteri korkusu” taktiğini AFD, mülteciler üzerinden yeniden yorumlayarak kullanıyor. Ve bingo! Çok başarılı oluyor. Başarı kriterim sadece seçim sonuçları değil. Facebook sayfasında başlattığı tartışmaların gördüğü ilgi ve yorumlar. 

Korku iletişimi, özellikle iklim krizi döneminde STK’lar tarafından da çok kullanıldı ama her bağlamda farklı sonuçlar alındığından iklim krizi meselesinde korku dağları yaratmak iyi sonuç vermedi. Tam tersine yıllarca insanların görmek ve duymak istemediği kaçtığı konuların başında geldi. Çünkü bu iletişim stratejileri korku yaratırken umut vermedi, çözüm sunmadı. Hem de anlaması oldukça karmaşık verilerle bize bir kâbusun içine düşmek üzere olduğumuzu söylemenin ötesine geçemedi. Bu yöntemi terk eden ve kampanyalarını yapabileceklerimiz, başarabileceklerimiz, değiştirebileceklerimiz üzerine inşa eden STK’lar, hızla etki kapasitelerini artırdı. Greenpeace’in son yıllarda yürüttüğü birçok kampanyayı örnek göstermek mümkün. Veya daha yerelde ekolojik yaşamı destekleyen derneklerin bireylerin “ben ne yapabilirim?” sorularına somut cevaplar verebilen iletişim çalışmalarına bakabiliriz. Bu projeler, ilham veren hikayeler anlattılar, daha çok yaygınlaştılar. Greta gibi kendi kahramanlarını ortaya çıkardılar.

Alternatif Söylemler – Somut Adımlar Geliştir

Peki neden AFD için bu korku iletişimi stratejisi çalıştı? Çalıştı çünkü sadece korku salmakla kalmadılar, eğer yetki alırlarsa çözüm için atabilecekleri adımları da sıraladılar. Web sitelerinde çok detaylı olarak manifestoları, programları yer alıyor. Çalışmasındaki önemli etkenlerden biri de Almanya’nın 2015’te sınır kapılarını aralamasıyla aldığı göç için gerekli altyapılarının kamu ve sivil toplum düzeyinde yeterli olmamasından kaynaklı yönetilemeyen bir krize dönüşmesi oldu. Bu eksiklik, AFD’nin eline büyük koz geçmesine sebep oldu. 

Sivil toplum açısından düşünecek olursak; korku ikliminden, kutuplaşmadan beslenen siyasi partilerin argümanlarının karşısında durabilmek için “umuttan, yaratıcılıktan, hikâye anlatıcılığı gibi yeni nesil araçlardan” beslenen iletişimlere, yeni liderlere ihtiyacımız var. 

Basitlik

AFD’nin poster, sosyal medya görselleri ve sloganlarına baktığımda hepsinin ortak bir özelliği gözüme çarpıyor; sade ve basit. Kullandığı konuyu şıp diye anlatan tek görsel üzerine aynı punto ve yazı karakteriyle yazdığı sloganlar her eğitim seviyesinden insanın anlayabileceği basitlikte. “Merkel Yalan Söylüyor!”, “370 öğrencide sadece bir. Anadili Almanca olan bir çocuk.”, “Uluslararası Af Örgütü’nde toksik çalışma ortamı”.

Halbuki sivil toplum alanında en çok gündemde olan konuları nasıl anlatmaya çalıştığımızı düşünelim? Ya da içinde olduğumuz tartışmaların ne kadar akademik ve karmaşık bir yapıda olduğunu? Bu tartışmaları kendi içimizde tartıştığımız halleriyle toplumun farklı eğitim almış tüm katmanlarına anlatabilir miyiz? Yapamayız. Ama birileri yapabiliyor ve oylarını yükseltiyor. 

Elbette bu basitliğin parçası olan her unsuru kullanmamız anlamına gelmiyor. Örneğin; hiç çekinmeden bir sivil toplum figürünü veya kendi görüşlerini yansıtmayan bir politikacıyı hedef gösterebiliyorlar. Bizim her sözcüğün üzerinde düşündüğümüz, “acaba bir grubu/topluluğu incitir miyiz”, “konuyu doğru dille ifade ediyor muyuz?” gibi hassasiyetlerimizden eser yok.  Kastettiğim bu yüzeyselliği örnek almak değil elbette. Üstelik bizler de bu yöntemlere maruz kalırken. Tam da bu hassasiyetlerimizi korumamız, daha da geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. 

Önümüzdeki günlerde odaklanacağımız ve üzerine çokça düşünmemiz gereken konulardan biri: kendimizi daha anlaşılır nasıl anlatabiliriz? Bizden farklı olanlara kendimizi nasıl anlatabileceğimizi ve bizden farklı olanları nasıl daha fazla duyabileceğimizi düşünelim. İnanın çok işimize yarayacak. 

Yazı için yorumlarınızı esirgemeyin: 

Twitter: @inancmisir

e-mail: ucuncugoz.yazi@gmail.com

İnanç Mısırlıoğlu

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
7 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör