‘Sorunun Aleviler Olmadığını Görmek İstemediler’

Alevi açılımında dönemin hükümetinin samimi davranmadığını savunan Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Ercan Geçmez, “Hep Aleviliğin tarifinden yola çıkarak sorunu çözmeye çalıştılar. Bir türlü sorunun Aleviler ve Alevilik olmadığını görmek istemediler” diyor. Röportajımızın dünkü bölümünde, Ercan Geçmez’le cem evlerine yasal statü verilmesi ve zorunlu din dersinin kaldırılması konularını konuşmuştuk. Bugünkü röportajda Madımak Katliamı’nı ve 2010-2011 yılları arasında gerçekleşen Alevi açılımını görüştük.

Yıllardır Madımak Katliamı’nın failleri yargılanmıyor. Madımak Oteli’nin müzeye dönüştürülme talebi de hayata geçirilmedi. Yakın zamanda Ankara’da bir Madımak Müzesi kurulması çalışmalarına başlandı. Bu konuda ne söylersiniz? 

Yıllardır Madımak faillerinin yargılanmaması ve yakalanmaması Türkiye’de hukukun tarafsızlığını yitirmesi ve siyasetçilerin toplum arasında kin ve nefret dilini sıkça kullanması buna sebep olmuştur. Madımak Oteli’ni müzeye dönüştürmek isteme talebi de bu siyasetçiler tarafından hep bu şekilde bir tehdit olarak kullanılmıştır. Ankara’da bir Madımak Müzesi kurulması çalışmasını önemli buluyorum. Dilerim bütün toplum buna duyarlılık gösterir, bir yüzleşme gerçekleştirebiliriz.

‘Acıyı Paylaşmazsak Bu Ülkede Birçok Madımak Yaşanır’

Sizce bugünün Türkiye’sinde ikinci bir Madımak yaşanır mı? 

Alevilerin Sivas Madımak Oteli’nin ‘Utanç Müzesi’ne dönüştürülmesini istemesi, kimi çevrelerin savlarının aksine, Alevi topluluklarının yas ve acıyı edebileştirmek arzusundan kaynaklanmamaktadır. Bilindiği gibi Sivas katliamı, bu ülkede tekil bir örnek değildir. Aksine Cumhuriyet dönemini de kapsayan, Aleviliğin yüzlerce yıllık tarihinin barındırdığı katliamlar zincirinin bir halkasından ibarettir. Ancak artık ülkemiz bu ayıbıyla yüzleşmeye ve acının bütün yükünü ve ağırlığını tek başına yaşayan Alevi toplumunun sırtından almak zorundadır. Bu doğrultuda Madımak Oteli’nin müze yapılması talebi, aynı zamanda acının paylaşılması ve katliamın utancıyla yüzleşmesi talebidir. Madımak Oteli müze yapılmalıdır ki gelecek kuşaklar ve bu katliamı yaşayan, tanık olan, paylaşan herkes Alevilere ve Aleviler gibi ayrımcı uygulamalara ve acılara uğratılmış topluluklar karşısında başımızı utançla eğebilelim. Ama aynı zamanda bir daha böylesi olayların yaşanmaması için gerekli dersi almak üzere Alevilerin sırtına yüklenen anımsama yükünü paylaşabilelim. Şayet bunlar gerçekleştirilemezse ne yazık ki bu ülkede birçok Madımak daha yaşanır.

‘Alevi Açılımında Dönemin Hükümeti Samimi Davranmadı’

Alevi açılımının yaşandığı dönemde, cem evlerine ibadethane statüsü verilmesi konusu neden çözülemedi?

Bu tamamen o dönemin hükümetinin bakış açısıyla ilgili bir durumdu. O dönem Türkiye’yi yönetenler, sadece Alevi açılımı değil, birçok demokratik açılımdan bahsederek ülke içerisinde tam da bahsettiğimiz gibi toplumsal bir barışa ihtiyaç olduğunu düşünerek bu sorunları çözeceğini bütün topluma beyan etti. Biz de vakıf olarak bu açılımın çok kıymetli olduğunu ama samimi olması gerektiğini ve bazı kuşkularımızın olduğunu belirterek katılacağımızı beyan ettik. Bu açılımda hükümetin elini rahatlatmak amacıyla, belki de hiçbir Alevi örgütünün yapmadığı büyük bir rapor hazırladık. Bu rapor içerisinde sorunların nereden kaynaklandığını, nasıl çözülebileceğini belirten önemli tespitler vardı. Hatta dönemin bakanı bizzat vakfa teşekkür ederek birçok sorunun çözümünün bizim sunduğumuz raporda olduğunu beyan etmişti. Bunlardan bir tanesi de cem evlerinin ibadethane statüsüyle ilgili çözümdü.

Ama ne yazık ki hükümet, başında da belirttiğimiz gibi samimi davranmayıp sorun çözme yerine, sorun üretmeye gitti ve hatta kendilerinin yayınladığı raporlarda bırakın Alevilerin Cem evlerini, İslam’ın da sorun olduğunu belirten cümleler kurarak bir rapor yayınladılar. Kısacası sorun olmayan bir sorun. Hükümet tarafından sorun yapılarak çözülmek istenmedi.

‘Alevi Çalıştayları, Çalıştay Dışında Her Şeye Benziyordu’

Geçtiğimiz hafta, Alevi Açılımı Koordinatörü Necdet Subaşı ile bir röportajımız yayımlandı. Subaşı röportajda, Alevi açılımının tamamlandığını söyledi. Röportajı okudunuz mu? Ne düşünüyorsunuz?

Necdet Subaşı’nın röportajını okudum. Kendisi de zaten bu açılımların koordinatörüydü. Alevi açılımın aslında birinci çalıştayda tamamlandığını, daha doğrusu bittiğini bizzat kendileri oradaki davranışlarında göstermişlerdi. Tam da sayın Subaşı’nın Sivil Sayfalar’da bahsettiği gibi, kendisi modernitenin yetiştirdiği bir akademisyendir. Onun içindir ki, sürekli devlet gözüyle baktı işe. Hep Aleviliğin tarifinden yola çıkarak sorunu çözmeye çalıştılar. Bir türlü sorunun Aleviler ve Alevilik olmadığını görmek istemediler. Sivil Sayfalar’da yaptığı röportajından da bunu çok net görebiliriz. En nihayetinde Alevi Çalıştayları, çalıştay olmak dışında her şeye benziyordu. Alevi katliamlarında adı geçmiş kişiler dahi, Alevi çalıştaylarında görüş bildirip konuşmaya başladılar. Herkesin dinini ve ilahiyatını kendisine bir devletli görev edinen ilahiyatçılar tarihten, atadan devraldıkları mirasla Alevilere ve Alevi örgütlerine parmak sallayarak, ‘öyle değil, böyle olacaksınız’ diyorlardı. Bunlar da tam da Necdet Bey’in yetiştiği modernitenin elemanlarıydı.

Necdet Bey ve arkadaşları, sorunun çözümünden ziyade, Alevilere yeni bir diyanet oluşturmaya heveslendiler. Tam da bu noktada sorun çözülmedi. Alevilik İslam’ın içi mi, dışı mı gibi abuk sabuk bir tartışmayı, başkalarının İslam’ın neresinde olup olmadığını sormadan direk Alevilere sorarak, sorunu çözmek istemediler. Gerçi sorun bizim sorunumuz değil, ama bunu da görmek istemediler. Kısacası Necdet Bey’in size verdiği röportaj modernist, popülist ve muktedir bir röportaj olarak bizim açımızdan algılanabilir.

‘Alevi Toplumu ‘Benim Kâbem İnsan’ Demeyi Unutmamalı’

Alevi derneklerine ve Alevi toplumuna konuyla ilgili bir mesajınız var mı? 

Ne olursa olsun insanları dinlerinden, ırklarından, cinsiyetlerinden veya renklerinden ayrı tutmamak gerekir. İnsan hakları, bütün insanlar içindir. Şayet insan haklarıyla ilgili ihlalleri gördüğünüz yerde sözünüz yoksa ne bir Alevi derneği olabilirsiniz, ne de bir Alevi toplumu. Çünkü Aleviliğin temeli insandır. Uluların buyurduğu gibi “Benim Kâbem insandır” demeyi asla Alevi toplumu ve Alevi dernekleri unutmamalıdır. Milliyetçiliğin, ümmetçiliğin ve ayrımcılığın giderek yaygınlaştığı bir dünyada, Aleviliğin sözlerinin ne kadar gerekli ve doğru olduğu bir kez daha önümüzde temmuzun güneşi gibi durmaktadır. Alevi dernekleri ve Alevi kamuoyu, bilimin ışığında hukukun, demokrasinin ve eşit yurttaşlığın yolundan çıkmamalıdır. Yüzyıllardır nasıl ki Hüseyin’i, Pir Sultan’ı, Nesimi’yi, Hallacı Mansur’u, Şeyh Bedrettin’i ve Hacı Bektaş gibi önderlerin söylediği sözler ve gösterdiği davranışlar halen insanlığa yol oluyorsa, Alevilerin ve Alevi örgütleri de bu yolu daha yaygın bir şekilde topluma yansıtmalıdır.

‘Toplumsal Yüzleşme için Demokratik Anayasaya İhtiyaç Var’

Türkiye’deki kamuoyuna bu konuda ne söylemek istersiniz?

Türkiye kamuoyuna gelince; birlikte yaşamanın yolu eşitlikten geçer. Onun için de devletli değil, toplumsal bir barışın kaçınılmaz olduğu gerçektir. Bu toplumsal barış, birilerini birilerine benzetmek için değil, tam da bunu reddedip o birisini olduğu gibi kabul etmekten geçer. Onun içindir ki dönem dönem siyasetçilerin kendi çıkarlarını öne çıkarmak için kullandıkları kin ve nefret dilini, onların kursaklarında bırakmak gerekir. Şayet Türkiye toplumu bu toplumsal barışı sağlayamazsa, ne yazık ki acılarımız hep omuzlarımızda yük olarak kalacaktır. Oysa bu acıları, omuzları paylaştığımız sürece bir daha böyle acılar yaşamayabiliriz. Bu anlamıyla Türkiye’nin geleceği için toplumsal yüzleşmenin gerçekleşeceği bir demokratik anayasaya ihtiyaç olduğu aşikârdır. Hep birlikte hukukun üstünlüğü, demokrasi ve laik ve sosyal bir anayasanın oluşması için çaba sarf etmeliyiz. Bu çaba, gelecekte bu ülkede yaşayacak insanlara bırakabileceğimiz en büyük mirastır.

Röportajın ilk kısmı için tıklayınız.