Orhan Gazi Ertekin: “Ciddi Bir Hukuk Hareketi Sorunumuz Var”

Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Yargıç Orhan Gazi Ertekin, "Bir hukuk hareketi sorunumuz var. Bunun bir istisnası barış akademisyenlerinin oluşturduğu dava izleme ve haber platformlarıdır. Takip ettiğim kadarıyla davaları olağanüstü bir emek ve mesai ile takip ediyorlar." dedi.

Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Yargıç Orhan Gazi Ertekin, YSK’nın İstanbul seçimleriyle ilgili kararı vesilesiyle yargı, hukuk ve adalet ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

YSK’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini yenileme kararı, bu bir ihtimal olarak konuşuluyor olsa da, kamuoyunda şaşkınlık ve tepkiyle karşılandı. Neden?

Şaşkınlık ve tepki, sanırım olağan bir hukuki mekanizmanın yeni ve olağanüstü bir kararla kesintiye uğramasından çok hukuksuzlukların her gün daha da keskinleşmesi neticesinde “Bu kadarı da olmaz artık” hissiyatının yükselmesi ile ilgili. Şaşkınlık bazen suskunluk ile tamamlanır bazen ise tepki ile. YSK kararı birincisi beklenirken ikincisine yol açtı. Şaşkınlık ve tepki genellikle iki farklı siyasal durumun içinden yükselir. Ya rutin işleyen bir hukuki süreci kesintiye uğratan bir istisnai hukuki karar nedeniyle ya da hukuksuzluğun temel bir yönetime dönüştüğü anlarda bir “yeter artık” deme biçimi olarak. Bu tür durumlarda “yeter artık” demek hem tahammülün ve tahammülle yaşamanın sınırına gelindiğini hem de korku ile cesaret arasındaki mesafenin iyice daralarak itirazdan başka bir seçenek kalmadığını gösterir. Bu haliyle şaşkınlık ve tepki yaratıcı bir siyaset anının yükseldiğine de işarettir. Ben şimdi tam bu anda olduğumuz kanaatindeyim. Bu haliyle süregelen hukuksuzlukların artık sürdürülebilirlik ihtimali kalmamıştır ve şaşkınlık bugün tepki ile buluşarak halkın en dinamik gücü olarak devrededir.

Cumhuriyet düzeninin temel kültürel, siyasal ve ideolojik üretiminin yürütüldüğü bir orta sınıf kamusu olarak hukuk ve adliye işliyordu. Muhaliflere ve Kürtlere uygulanan hukuk ise onları pek ilgilendirmiyordu. Yani kısaca şunu söyleyebiliriz: Cumhuriyette hukuk ve fiziksel şiddet yan yana idi. İki hukuklu iki anayasalı bir yapı vardı. Şimdi ise artık “tek hukuk” var, tek anayasa var.

Yargıya, yargı kurumlarına güven konusunda bir “aşınma” gözlemliyor musunuz siz de? Bu yönde eğilimlerin arttığı söyleniyor/gözlemleniyor. Bunun nedenlerini nasıl değerlendirirsiniz?

Cumhuriyet hukuku adliye ile kontrgerillanın ortak ve uyumlu yaşamına dayanıyordu. Dolayısıyla ikili bir hukuk kompartımanına sahip idi. Her ikisinin yetki sınırları belirlenmişti ve bu sınırları geçmeye yeltenen kişi her daim cezalandırılırdı. Ne yazık ki hakimlerden neredeyse tek bir kişi adliyenin belirlenmiş alanından çıkıp kontrgerillanın alanına girmeye kalkışmıştır ve ikili hukuk yapısı ve mekanizması tarafından katledilmiştir. Doğan Öz’den bahsediyorum. Doğan Öz işte cumhuriyetin bu ikili hukukuna karşı koyan savcıydı. Sonuç ortadan kaldırılması oldu. Bu ikili yapıda olağan bir hukuk ve adliye vardı ve burada hukuk biçimsel ölçekleri ile uygulanırdı. Örneğin karakolda size işkence yapılırdı. Sonra adliyeye giderdiniz orada işkence altındaki ifadeniz göz önüne alınmazdı genellikle. Buna karşılık adliyede işkence konusunda ise hiç bir şey yapılmazdı. İşkenceciler hakkında soruşturma yapılmazdı. İşkenceyi yok etmeye çalışan bir yargı olmamıştır Türkiye yargısı. Onunla belirli bir mesafede ama yan yana yaşamıştır. Kuşkusuz bu siyasi meseleler için geçerlidir. Diğer yandan Kürtler için bu ikili ayrım daha az anlam ifade ediyor ve hem adliye hem de kontrgerilla birbirine daha yakın anlamlara gelmekteydi. Buna karşılık Cumhuriyet düzeninin temel kültürel, siyasal ve ideolojik üretiminin yürütüldüğü bir orta sınıf kamusu olarak hukuk ve adliye işliyordu. Muhaliflere ve Kürtlere uygulanan hukuk ise onları pek ilgilendirmiyordu. Yani kısaca şunu söyleyebiliriz: Cumhuriyette hukuk ve fiziksel şiddet yan yana idi. İki hukuklu iki anayasalı bir yapı vardı. Şimdi ise artık “tek hukuk” var, tek anayasa var. Adliyesi ve hukuku çökmüş bir yapıdan artık sadece fiziksel şiddet unsuru ve kapasitesi kalmıştır. Dolayısıyla eskiden hukuk vardı. Cumhuriyetin orta sınıflarının hukukuydu bu. Ama şimdi o hukuk çöktü. Şu halde hukukta aşınmadan öte bir sorun var. Biz önceden cumhuriyete karşı “ikili hukuku” nedeniyle mücadele ediyorduk. Hukuk dışı kontrgerilla şiddetinin tasfiyesini istiyorduk. 82 anayasası ile terörle mücadele yasasının yan yana duramayacağım söylüyorduk. Tek anayasa tek hukuk diyorduk. İktidar 15 Temmuz’dan sonra gerçekten tek hukuka indirdi. Ama istediğimizin tersine genellikle beğenmediğimiz 82 anayasasını kaldırdı. Elde sadece terörle mücadele yasası kaldı. Türkiye’nin tek anayasası artık terörle mücadele yasasıdır. Adliye ile paramiliter örgütlerin birlikte varlığını sürdürdüğü ikili yapı da bitti. Artık adliye kalmadı.  Artık herkes terörle mücadele yasasının konusudur. En trajik olan ise cumhuriyetin orta sınıflarının hukuku kaybetmiş olmalarıdır, ki diğerleri için aynı ölçüde bir kaybetmeden söz etmek mümkün değildir. Hukuk açısından en gerçek kayıp cumhuriyetin orta sınıflarınındır. Diğerleri ise hukuku uygulamayan ama kendilerine geçici bir ferahlama imkanı veren bir Adliye sahasını kaybetmişlerdir. Kürtler için ise herhangi bir kayıp ve kazançtan söz edilemez. Sonuç olarak cumhuriyetin hiç övünülemeyecek ikili hukuku bitti. Tek hukuka dönüştü. Ama bu ilerleme değil bir gerileme olarak yaşandı. Bunun cumhuriyet hukukunu haklı ve ilerici kılmayacak bir gerileme olduğunu da ekleyelim…

Adalet Krizinin Derinleşmesi…

Yargı, neticede “adalet” kavramıyla/değeriyle ilgili bir kurum. Mahkeme salonlarında da “Adalet mülkün temelidir” levhası vardır. Bir toplumda adalet duygusu zedelenmişse, zedelenirse ne olur?

Yapılan araştırmalar insanların hangi durum ve derecede olursa olsun haksızlık ve eşitsizlik karşısında derin bir huzursuzluk içine düştüğünü gösteriyor. Bu huzursuzlukların nasıl bastırıldığı önemli. Güç ilişkileri tam bu anda devreye girer ve huzursuzluk şiddetle bastırıldıkça mantığı  gereği daha da açığa çıkar. Bütün despotik yönetimlerin çelişkisi budur. Eşitsizliği normalleştirmeye çalıştıkça giderek büyüyen bir inat kendi kolektif patlamasına ulaşır. Çünkü ölçeğin, dengenin son YSK kararı örneğindeki gibi sürekli ve gündelik çıkarlarla değişmesi, değiştirilmesi huzursuzluğun artmasına ve her gün yeni toplulukların huzursuzlar korosuna katılmasına yol açar. Sonuç  adaletsiz düzenin dışarıdan yıkılması değilse eğer kesin olarak öz yıkımıdır. Biz şimdi her ikisini birlikte yaşıyoruz. Hem dışarıdan bir yıkım hem de öz yıkımdır bu. Adaletin mekanik ve matematik olmadığını gösterir bu durum. Adaletin pek de boş geçilmeyecek yaratıcı bir sosyal ve siyasal güdü tarafından harekete geçirildiğini düşünebiliriz böylece. Bu eksiklik duygusu tamamlanmadığı sürece adalet krizi derinleşecektir ve yeni cevaplar ve çözümler talep etmeye devam edecektir…

Ne yazık ki çok fazla hukuk hareketini üstlenen sivil toplum grupları ve örgütleri yok maalesef. Bunun önemli bir sonucu Türkiye’de bir siyaset hukukunun yaratılmamış olmasıdır. Yurttaşlığa dayalı ve bundan kaynaklanan bir hak iddiası ileri sürülemiyor. Düşman siyasi grupları bir kamunun içinde bir araya getirecek asgari yurttaşlık hukukuna sahip değiliz.

“BAK İzleme Platformları Bir Hukuk Hareketine Dönüştü”

Yargı, hukuk, adalet sorunlarımız bağlamında sivil toplumun mevcut durumunu nasıl değerlendirirsiniz? Sivil toplum ne kadar etkili? Siyasi gündemi, siyaset kurumunu ne denli etkileyebiliyor?

Gerçek bir hukukun veya daha iddiasız bir söyleyişle anayasal bir yönetimin asıl kurucu unsurlarından birisi hukuk hareketleridir. Hatta resmî hukuk ve yargı kurumlarından daha önemli bir unsurdur bu. Bir hukuk hareketinin olmadığı yerde hukuk olmaz. Adalet hareketinin olmadığı yerde adalet olmaz.  Türkiye’nin hukuk ve yargı sorunlarından birisi de buradadır. Ciddi bir hukuk hareketi sorunumuz var. Bunun bir istisnası barış akademisyenlerinin oluşturduğu dava izleme ve haber platformlarıdır. Takip ettiğim kadarıyla davaları olağanüstü bir emek ve mesai ile takip ediyorlar. Gerçek bir sivil toplum grubu, bir hukuk hareketi yaratmış durumdalar. Bu davalarda dikkat ederseniz hukuk hareketinin varlığı avukatların varlığının bile önüne geçmiş durumdadır ve eğer ilerde bir yeni hukuk imkanı doğacaksa barış akademisyenleri hukuk hareketinin önemli katkıları olacaktır buna. Hakikat ve Hafıza Merkezi de önemli işler yürütüyor. Ama ne yazık ki çok fazla hukuk hareketini üstlenen sivil toplum grupları ve örgütleri yok maalesef. Bunun önemli bir sonucu Türkiye’de bir siyaset hukukunun yaratılmamış olmasıdır. Yurttaşlığa dayalı ve bundan kaynaklanan bir hak iddiası ileri sürülemiyor. Düşman siyasi grupları bir kamunun içinde bir araya getirecek asgari yurttaşlık hukukuna sahip değiliz. Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye bir millete sahip olan, kendi topluluklarını yurttaşlıkla bir araya getirebilen bir ülke de değil. Geçenlerde bir araştırmacı arkadaşım Emrah Denizhan “Aslında bir ulus devlet de değiliz” demişti. O da doğru. Millet, yurttaşlık çoğu zaman belirli politik grupların operasyonel hareketlerinde işe yarar sıradan enstrümanlar aslında. Millet ve yurttaşlığın gerçek bir ağırlığı yok. Bunu şöyle de anlayın. Türkiye’de bir hukuk da yok…