Kesişen Kimlikler Arasında Müzakere Mümkün mü?

Bilgi Üniversitesi Araştırma Görevlisi Ali Yıldırım ile yaptığı"Kesişen Kimlikler Arasındaki Müzakereyi Yeniden Düşünmek: İstanbul'daki LGBT+ Aleviler" yüksek lisans tezini konuştuk.

Teziniz adı, içeriği, ele aldığı konu itibariyle hayli dikkat çekici. Öne çıkan hususları özetler misiniz?

Kendisini Alevi ve LGBT+ olarak tanımlayan, bu kimliklere/sosyal gruplara aidiyet hisseden insanların hikâyelerinden yola çıktığım, Türkiye’de aynı anda Alevi ve LGBT+ olmanın nasıl bir anlam ifade edebileceğini sorguladığım bir tez oldu. İnanç ve cinsel çeşitliliğin ortasında yaşanan hayatları anlamaya yönelik bir çalışmaydı yani. Bu sayede Türkiye’nin ötekilerinin geleceğine yönelik bazı çıkarımlar yapmaya da çalıştım.

Tabii araştırmanın çıkış noktası kendi yaşamımdan gözlemlerim, deneyimlerimdi aynı zamanda. Alevi bir aileden geliyorum. Cemevine birkaç defa dışında gitmemiş olsam da, Aleviliği kültürel olarak kucakladığımı söyleyebilirim. Alevilikte ve Alevilerde toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalarını içeren çok geniş bir literatür var. Kırsal/kent yaşamlarından Avrupa’daki Alevi diasporasına, cemlerdeki iş bölümlerinden “Kadıncık Ana” gibi önemli kadın figürlere her biri konunun farklı uzantılarını ele almış çalışmalar bunlar. Gel gelelim bu araştırmalar, kaynaklar, -bazı örtük referanslar dışında- LGBT+ gerçeğini, farklı cinsiyet aidiyetleri ve cinsel yönelim konularını ihmal etmişler. Örneğin, Alevi kadınlarla ilgili bir metin okurken lezbiyen olan Alevi kadınlar, Alevi trans kadınlar bu tartışmaların neresinde diye ister istemez düşünüyorsunuz. Dolayısıyla bu çalışmayla literatürde var olan bir açığı başlangıç düzeyinde de olsa gidermeye cüret ettim. Daha sonra üzerine eklemlenecek bir sürü şey olacaktır.

Biliyorsunuz Aleviler çağdaş, demokrat, ilerici, yenilikçi olduklarını söylerler her vesileyle. Ama eşcinsellik, LGBTİ konuları gündeme geldiğinde toplumun diğer kesimlerinden farklı olmuyor refleksleri diyebilir miyiz?

Bunlar benim tezimde sorunsallaştırdığım konular, ancak genellemede bulunmak çok iddialı olur. Bahsettiğiniz diskur sadece Alevi toplumunda değil, Alevilikte ve Alevilerde toplumsal cinsiyete ilişkin akademik literatürde de çok yaygın. Bu literatürün genelinde kadın-erkek eşitliği, hoşgörü kültürü, “Can” söylemi vs. referans noktaları olarak kullanılmakta ve hemen hepsi Alevilik’in Sünni İslam’dan ayrılan özellikleri olarak öne çıkarılmakta. Tabii son birkaç yıldır geleneksel sayılabilecek kitabi bilgilere yaşamın içinden örneklerle meydan okuyan –çoğu ne tesadüftür ki kadın- akademisyenler, araştırmacılar var. Örneğin, İlkay Kara 2014’te Ankara Üniversitesi’nde düzenlenen konferansa dair izlenimlerini Birikim’de yazmıştı. Yazısının başlığı, “Alevilikte kadın konferansının ardından: Sahiden eşit miyiz?” şeklindeydi. Bu soru tek başına bile çok anlamlı. Mutlak bir eşitlik mümkün mü; bu bir tartışma konusu. Ancak bu ve benzeri sorulardan yola çıkıp toplumsal cinsiyet meselesine daha eleştirel yaklaşan ve Alevi teolojisi ile Alevilerin günlük yaşam pratikleri arasındaki çelişkileri ortaya koyan çalışmaların olması çok isabetli. Gülfer Akkaya’nın, Nimet Okan’ın ve adını burada anamadığım birçok kadın araştırmacının yapmaya çalıştığı şey bu. Tabii buradan aynı noktaya varıyoruz: Cemlerde kadın-erkek ayrımının olmadığının, herkesin birer “can” olarak orada yer aldığının altı çizilirken bile farklı cinsel yönelimler, cinsiyet kimlikleri ve ifadelerine ilişkin literatürde kayda değer bir gönderme yok. Tek, yekpare bir Alevilik ve homojen bir Alevi topluluğundan bahsetmek nasıl zorsa, Aleviler arasında sadece na-trans ve heteroseksüel kimliklerin, deneyimlerin, cinselliklerin olduğunu varsaymak aynı derecede zorlayıcı, yanıltıcı, dahası yanlış. Bundan dolayı, İstanbul’daki LGBT+ Alevilerin toplumsal cinsiyete içkin hikâyelerini göz önüne alarak, kadın-erkek eşitliği söylemine ve sadece heteroseksüel karşılaşmalara dayanarak literatürde tartışılan Alevi inancında ve uygulamasında toplumsal cinsiyet meselesinde yeni bir alan açmaya çalıştım.

Olumlu, olumsuz ne tür tepkiler aldınız?

Daha evvel üzerine pek konuşulmamış, çok dile gelmemiş bir meseleyi açıyorsunuz. Bilinen ama konuşulmayan… Dolayısıyla bu, insanların dikkatini çekiyor. Ben olumsuz bir tepki almadım. Ama şöyle seslerin varlığını biliyorum; “Bizim içimizden ibne çıkmaz”. Tam olarak cinsel çeşitlilik vurgusu yapmamın sebebi de bu. Aleviler dâhil Süryanisinde, Kürdünde, Türkünde, Sünnisinde de LGBT+lar var. Hiçbirimiz tek başına Alevi, erkek, kadın ya da Kürt vs. değiliz. Bunların birleşimiyiz. Kimliğe, kimlik oluşum süreçlerine kesişimsel bakış açısıyla yaklaşmak bu çeşitliliği gözetmeyi beraberinde getiriyor. Kesişimsel bakış açısını/literatürünü tek başına idealize etmeye çalışmıyorum ancak baskının çok boyutluluğunu daha iyi anlamamızın yolunun bu bakış açısıyla içli dışlı olmaktan geçtiğini düşünüyorum. Şunu sormuştum mesela; heteroseksüel olmayı, evlenmeyi, heteroseksüel bir evlilik kurmayı veya toplumsal erkeklik/erillik inşasının aşamalarından biri olan askere gitmeyi reddeden bir Alevi eşcinsel “Alevi yolundan” da sapmış sayılır mı? Hakk’a yürünen Alevi yolu ile Türkiye’de idealize edilen, makbul görülen kadınlığa, erkekliğe giden yol arasındaki kesişimler nasıl? Aleviler içlerindeki LGBT+larla “yol kardeşliği” yapabiliyor mu? Bu sorular çeşitlendirilebilir.

Bu sorulara nasıl cevaplar alıyorsunuz? Tercihlerini belli eden, buna “cesaret” eden biri yoldan sapmış da mı kabul ediliyor?

Küçük bir hatırlatmayla başlayayım: tezimde bir genelleme yapmamaya çalıştım. Olumlu, olumsuz tepkiler de oldu. Benim başlangıç/odak noktam LGBT+ sahasıydı. Bununla şunu kastediyorum: Ben gidip herhangi bir cemevindeki dede ile bu konuda bir görüşme gerçekleştirmedim mesela. Ancak görüştüğüm Alevi LGBT+ların kendiliklerini ve kimliklerini Alevi dünyası içinde nasıl kurduklarını anlamaya çalıştım. Söz gelimi LGBT+ Alevilerin cinsel, dini, kültürel vb. kimlik kaynakları arasındaki karmaşık etkileşimin sonucu olan kişisel cinsellik deneyimleriyle oldukça ilişkili açılma süreçlerinde neler yaşadıklarını sahada konuşmak önemliydi benim için. LGBT+ Alevi olarak “açılma” (veya açılamama) süreçlerini teze taşımak gerekliydi. Herkesin cinsiyetsiz birer “can” olarak kabul edildiği Alevi inancına bağlı kişilerin geniş ve çeşitli cinsel kültürlerle nasıl kucaklaştıklarını anlamak bu sayede mümkün olabilirdi zaten.

Cinsel yönelimlerini, aidiyetlerini belli eden, yani “açılan” biri yoldan da sapmış kabul ediliyor mu? Eğer evet dersem, sahada dinlediğim açılma hikâyelerine haksızlık etmiş olurum. Sahada görüştüğüm ve çevremden bildiğim LGBT+ Alevilerin birçoğu aile bireylerine, Alevi çevrelerine, tanıdıklarına açılmış durumdalar. Tabii Alevi muhafazakârlığı, muhafazakâr Aleviler diye bir gerçek de var. Herkesin deneyimi, yaşantısı bir değil. Sahada konuşulanlardan hatırladığım mesela şu var: Aleviler de dâhil Türkiye halklarında eşcinselliğe “bir hevestir, geçer” gibi yaklaşımlar var. Varlığınız, kimliğiniz, beyanınız inkâr edilmiyor ancak bir geçicilik üzerinden tanınıyor. Bana sorarsanız eşcinsellik “velev ki heves”, “velev ki tercih” diyebilir –ki bu bazı LGBT+ aktivistlerinin radikal bulabileceği bir şey- konunun başka uzantılarına dikkat çekebilirim. Konumuz şimdi bu değil. Burada insanlara heves dedirten malum şeyin ne olduğunu hatırlatmak daha önemli: Cinsellik. Hemcinsinize, olağan, norm kabul edilenin dışındaki cinselliklere, bedenlere duyduğunuz haz, arzu, dahası performanslar toplumun gözünde geçici. Eş(cinsel) ifadesini duydukları anda insanların kafalarında beliren kalıplar, imgeler de anlamayı, tanımayı zorlaştırıyor sanırım. Sonuç itibariyle heves olarak gören de var, insanların yönelimidir, tercihidir, sonuçta kimliklerine, deneyimlerine saygı duymalıyız, herkesin hayatı kendisini bağlar diyen de.

Bunu tespit etmek neden önemli sizin açınızdan?

Yapmaya çalıştığım şeylerden biri dediğim gibi geleceğe dair tahayyüllerde bulunmaktı çünkü. Tahayyülden kastım şu: Türkiye’nin ötekileri arasında kurulmayı bekleyen olası politik ittifaklar var mı? Bu olasılıklar, alternatif dayanışma biçimleri güncel politiğin neresinde? Ben tezim üzerinde çalışırken Almanya’daki Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) bir açıklaması olmuştu. Açıklamalarında muhafazakâr kesimlerin savunduğu ve eşcinsellerin kamusal alanda temsilini güçleştiren tüm yaklaşımları reddettiklerini belirtiyorlardı. O açıklamada öne çıkardıkları şey yine insanların birer “can”  olduğuydu. Ya da şu örneği düşünelim: 2015 yılında Ankara’daki Madımak anmasında şöyle bir slogan atmıştı LGBTİ hak savunucuları: “Eşcinseliz, buradayız, Sivas’ı, Maraş’ı unutturmayız.”

Bu ikisi, benim tezime taşıdığım örneklerdi. Yaptığım tez sunumlarına katılan insanların paylaştıkları başka örnekler de oldu. Almanya’da dedelerin eşcinsel nikâhı kıydığı söylendi mesela. Alevi dedelerinin trans cenazelerini kaldırdıkları söylendi. İmam kıldırmıyor cenaze namazını ama Alevi dedesi bunu yapabiliyor. Böyle örneklerin de yaşandığı bir ülke burası. Bütün bu örnekler, benim hayal etmeye çalıştığım olası sosyal/siyasal ittifakların, yakınsamaların gerçek hayattaki yansımaları, kıvılcımları. Sivas, Maraş anmasına elinizde gökkuşağı bayrağıyla katılıyorsanız, bunun orada bir anlamı var. Az önce kesişimselliğin baskının çok boyutluluğunu anlamadaki rolünü biraz da bu yüzden paylaşmıştım. Alevi-fobiyi yaratanla LGBTİ-fobiyi yaratan sistem birbirinden çok mu ari, bağımsız? Sınıf ayrımını, etnik ayrımcılıkları yaratan destekleyenle cinsel özcülüğü öven birbirinden çok mu farklı? Bunları sorgulamak gerekiyor.  Birileriyle “biz” için çalışmak, “biz” olabilmek için çabalamak, geçmişte yaşanan adaletsizlikleri, acıları kıyaslayarak bir önem ve değerler hiyerarşisi üretmek anlamına gelmemeli. Böyle hassasiyetleri de herhalde göz önünde bulundurarak düşünmek, tartışmak gerekli.

Alevi kadınlar Alevi kurumlarında, cemevlerinde yaşadıkları sorunları, “eşitlik” denilip de hep ikincil planda kalmalarını yüksek sesle eleştiriyorlar artık. Kabul edilen bir kadınlık kimliği konusunda bile bu sorunlar yaşanıyorken… Bu tabloya LGBT eklendiğinde karşılaşılabilecek en “iyimser” tepki sanırım “Sırası mı?” olur…

Bu “sırası varlar” bir sosyal, siyasal tembelliği, üşengeçliği de içinde barındırıyor bence. Siyasiler de çok kullanıyor. Öyle veya böyle, kırmızılaştırılan çizgileri zorlamak gerekiyor.