“Sosyal Girişimlerin Dinamizmi İle Sivil Toplumun Tecrübesi Birleşmeli”

Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) Genel Sekreter Yardımcısı Liana Varon, sivil toplum ile sosyal girişimcilik arasında birini diğerinin geleceği ya da devamı olarak tanımlamaktansa, sivil alanda kolaylıkla iş birliği yapacak ve birbirlerini tamamlayacak yapılar olarak düşünmenin daha anlamlı olacağını belirterek, "Sosyal girişimlerin dinamizmi ve esnekliği ile sivil toplumun tecrübesi ve saha bilgisi birleşmeli." dedi.

Girişimcilik, girişim, start-up terimlerini daha yeni yeni benimsemiş, “girişimcilik”i daha yeni meslek olarak kabul etmeye başlamışken, son yıllarda sık duymaya başladığımız “sosyal girişimcilik”i Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) Genel Sekreter Yardımcısı Liana Varon ile konuştuk.

Nedir bu sosyal girişim, sosyal girişimcilik?

Liana Varon

Sosyal girişim, sosyal fayda yaratan ve bunun için aynı zamanda ekonomik faaliyette de bulunan ve bu ekonomik faaliyet sonucu elde ettiği karı, ticari bir girişim gibi hissedarlarına paylaştıran değil, masraflarını ödedikten sonra uğruna çalıştığı sosyal faydaya yatıran bir model.  Türkiye’de bu kavramın tam olarak oturduğunu düşünmüyorum, kafa karışıklığının bir boyutu mevzuattan kaynaklı. Dünyadaki örneklere baktığınız zaman, sosyal girişimlerin genellikle “kar amacı gütmeyen şirket” tüzel kişiliğine sahip olduğunu görüyorsunuz. Türkiye’de böyle bir tüzel kişilik tanımlanmış durumda değil, yani mevzuatta böyle bir tanımlama yok. Türkiye’de kendini kar amacı gütmeyen şirket olarak konumlandıran ve tamamen kendi iç kararları ve inisiyatifiyle böyle hareket eden yapılar olmakla birlikte, bunun mevzuatta karşılığı yok. Bu durumda biz sosyal girişim alanına baktığımızda temelde gördüğümüz, bunların büyük çoğunlukla vakıf ve derneklerin iktisadi işletmesi olduğu, kadın kooperatifleri olduğu, sosyal kooperatifler olduğu vs.. Bu da aslında pratikte sosyal girişimlerle sivil toplum kuruluşları arasında fark var mı yok mu zaman zaman anlamayı zorlaştırıyor.

Ama bu tanım meselesi siyah beyaz düşünebileceğiniz kadar da kolay değil. Çünkü sosyal girişimleri bir tanıma hapsetmenin getireceği riskler de var. Muhtemelen yapacağımız tanım hiçbir zaman modelin gelişimini ve farklı örneklerini takip edemeyecek, ve ister istemez birilerine “sen sosyal girişimsin / sen değilsin” diyeceğimiz bir durum yaratacak. Sosyal girişimleri bir tanıma hapsetmek yerine belli kriterleri ortaya koymanın, mesela hissedarlara kar dağıtmaz, sosyal fayda / sosyal hizmet üretir vb. gibi ortaklaşılabilir kriterler üzerinde anlaşmanın ve geriye kalan değişim / gelişim alanlarını da biraz daha serbest bırakıp, modelin Türkiye’de nereye gideceğini görmenin daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.

“Sosyal girişim” ve “iktisadi işletmesi olan sivil toplum kuruluşları” arasındaki fark ne peki, bir sivil toplum kuruluşu gelir getirici faaliyette bulunmaya başlarsa ona da sosyal girişim diyebilir miyiz sizce?

Benim baktığım yerden aslında ikisi de sivil alanın aktörleri. Ortak noktaları sosyal fayda, sosyal değişim yaratmak. Bunun için farklı araçlar, yollar, yöntemler kullanıyor olabilirler. Sorunuza daha net yanıt verebilmek için örnekleri tek tek incelemek gerektiğini düşünüyorum. Ancak, bence temelde şöyle bir fark var: sosyal girişimlerin kendilerine ait iş modelleri var, sosyal girişimler sosyal fayda yaratırken bir ekonomik faaliyet yürütmeyi ve bu faaliyetten gelir elde etmeyi hedefliyor. Sivil toplum kuruluşlarının temelinde ise ekonomik faaliyetler yer almıyor , kurdukları iktisadi işletmeler genellikle vakıfa / derneğe ek bir gelir yaratma maksadıyla yan faaliyet olarak yürütülüyor. Bence burada ciddi bir fark var. Çünkü sizin ana yaklaşımınızın gelir elde etmek olmasıyla, bunu çalışmalarınıza bir destek, yani kaynak geliştirme faaliyeti olarak yürütmek, temelde ilgili kurum açısından farklı tecrübeleri, farklı yaklaşımı gerektiriyor.

Sosyal girişimler sivil toplumun geleceği mi?

Sosyal girişimler “sivil toplumun geleceği mi” sorusu uluslararası alanda da giderek daha fazla tartışılan bir konu haline geldi. Bunun sebeplerinden bir tanesi Türkiye’de ve dünyada birçok ülkede  sivil alanın giderek daralması. Sivil alanın daralmasıyla birlikte sivil toplum kuruluşları ve aktivistler üzerindeki baskılar da giderek artıyor. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil, dünyada da bir sürü ülkede bunun örnekleri var. Böyle bir ortamda kar amacı gütmeyen şirket statüsünde bir sosyal girişim kurmanın ve sosyal girişim olarak sosyal fayda ve değişim yaratmanın yasal mevzuat açısından vakıf ve dernek olmaktan daha kolay olduğu, daha az baskıya / müdahaleye maruz kalınacağı gibi bir beklenti var.

Öte yandan, son dönemde özel sektörün de sivil toplum kuruluşları yerine sosyal girişimleri desteklemeyi tercih ettiğini gözlemliyoruz. Bunu bir veriye dayandırarak değil, genel izlenim olarak paylaşıyorum. Bunun sebebi de, sosyal girişimleri vakıf ve derneklere kıyasla daha hızlı, daha yenilikçi, daha esnek ve kolay yol alan yapılar olarak görmeleri anladığım kadarıyla.

Her iki durumda da gözardı edilmemesi gereken nokta şu olabilir: Sosyal girişimler bir taraftan belki bizim alışık olduğumuz vakıf / dernek yapılarına göre daha hızlı ve / veya daha serbest hareket edebiliyorlar. Ancak dikkate alınması gereken bir diğer taraf da sivil toplum kuruluşlarının alandaki deneyimleri ve çalıştıkları alanda sahaya dair bilgileri. Yıllardır o alanda çalışmanın, ilgili hedef kitleyle / faydalanıcı grubuyla dirsek temasında olmanın getirdiği uzmanlıkları var. Bu sebeple, birinin diğerinin geleceği ya da devamı olarak tanımlamaktansa, sivil alanda kolaylıkla iş birliği yapacak ve birbirlerini tamamlayacak yapılar olarak düşünmenin daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’deki sosyal girişimciliğin dünyadaki örneklerinden farkı var mı, diğer ülkeler ile ülkemizi kıyasladığınızda nelerden bahsedebiliriz?

Sosyal girişim ve sosyal girişimcilik kavramlarını uluslararası alandan aldığımız için dünyada yaşanan gelişmelerden kopuk olduğumuzu ya da çok farklı bir söylem geliştirdiğimizi veya geliştireceğimizi düşünmüyorum. Bir kavramı ya da modeli alıp yerel koşullara göre şekillendirdiğimizde, ondan bizim ne çıkardığımız ve nasıl uyguladığımız önemli. Benim gözlemim, bunun uluslararası alandan çok da farklılaşmadığı yönünde.

Diğer ülkelerle – örneğin sosyal girişimciliğin en fazla geliştiği ülkeler olan İngiltere veya Amerika- bir farkımız sosyal girişim kavramının gündemimize daha geç girmiş olması. Bu ülkelerde daha fazla sayıda sosyal girişim örneği var, ve bu örneklerin önemli bir bölümü de finansal sürdürülebilirliğini sağlamış durumda. Ancak bu ülkelerde sosyal girişimler ve sivil toplum kuruluşlarına yaklaşım, yasal ve mali mevzuat, toplumun bu alandaki farkındalığı da Türkiye’de olduğundan oldukça farklı. Devletin destek mekanizmaları, sosyal girişimler için tanımlanmış tüzel kişilikler ve mali mevzuat, o ülkede yaşayan insanların sivil topluma desteği, bağış yapma oranları, sosyal girişimlerden ürün almayı tercih etme oranları vs.. Sosyal girişimlerin toplumda bir karşılığı olup olmamasının da önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Yani bir ürünü ya da hizmeti dezavantajlı bir grubu desteklediğini ya da çevreye zarar vermeden adil şekilde üretildiği için almayı tercih eden bir kitlenin de olması gerekiyor. Zaten olmadığında, sosyal girişimlerin de finansal sürdürülebilirliğini sağlaması çok daha zor hale geliyor.

Konu tam da ona gelmişken, “finansal sürdürülebilirlik” sizce sosyal girişimler için bir hayal mi?

Ben hayal olduğunu düşünmüyorum, ama kolay olduğunu da düşünmüyorum. Bununla ilgili tek bir öneriyle gelmek de pek kolay değil. Finansal sürdürülebilirlik için, her sosyal girişimin geleceği öngören ve finansman konusunu iyice değerlendirerek kurgulanmış bir iş modeli olmasını gerektiğini düşünüyorum. Bir sosyal girişim açısından yarattığı sosyal fayda kadar ve sosyal etkisini ölçümlemek kadar, hatta daha elzem olarak, bir iş modeli olması da önemli, listesinde en tepelerde bu konu olmalı diye düşünüyorum. Ayrıca bunun tek taraflı bir süreç olduğunu da düşünmüyorum. Yani sosyal girişimler iş ve finansal modellerini geliştirirken bir yandan toplumda sosyal girişimlerin sağladığı ürün ve/veya hizmetleri almaya yönelik bir farkındalık oluşması da gerekiyor. Sosyal girişimcilik ekosistemini geliştirmek için çalışan birçok kurum ve kuruluş bu alanda önemli çalışmalar yapıyor. Örneğin, alandaki farklı aktörlerin bir araya gelerek hayata geçirdiği Türkiye’de Sosyal Girişimcilik Ağı Projesi’nin Türkiye’deki sosyal girişimcilik ekosisteminin ve buna bağlı olarak da sosyal girişimlerin güçlenmesinde ve çeşitlenmesinde  önemli bir katkısı olacağına inanıyorum.