“Türkiye’de insani yardımı sadakaya indirgeyen algıyı değiştirmek gerekiyor”

“İnsani yardım artık bir koli gıda bırakarak o bölgeden ayrılmak anlamına gelmiyor. Oradaki yerel ekonomiyi, hayatı tekrar canlandırmak, altyapının tekrar hayata geçmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin tekrar sağlanması gerekiyor” Berna Köroğlu’yla tanışıklığımız 2000 senesine dayanıyor. O, Tarih Vakfı tarafından yürütülen ‘Türkiye’de Sivil Toplum Rehberi’ projesinde, proje asistanlığı yaparken, ben de onun asistanlığını yapıyordum. Bununla beraber Köroğlu’nun […]

“İnsani yardım artık bir koli gıda bırakarak o bölgeden ayrılmak anlamına gelmiyor. Oradaki yerel ekonomiyi, hayatı tekrar canlandırmak, altyapının tekrar hayata geçmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin tekrar sağlanması gerekiyor”

Berna Köroğlu’yla tanışıklığımız 2000 senesine dayanıyor. O, Tarih Vakfı tarafından yürütülen ‘Türkiye’de Sivil Toplum Rehberi’ projesinde, proje asistanlığı yaparken, ben de onun asistanlığını yapıyordum. Bununla beraber Köroğlu’nun bir başka özelliği de insani yardım alanında Türkiye’de kendini yetiştirmiş nadir isimlerden biri olması. Türkiye’de, Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneği, daha sonra da Hayata Destek Derneği’nde başladığı insani yardım sektörü çalışmalarını, yakın bir zamana kadar uluslararası insani yardım kuruluşu olan Action Against Hunger şemsiyesi altında önce Lübnan, sonra Güney Sudan ardından da Mısır’da sürdürüyordu. Köroğlu halihazırda Türkiye’ye gelmişken, ‘insani yardımı’ üzerine sohbet edelim dedik.  Köroğlu’yla insani yardım macerasını, dünyadaki insani yardım trendini, Türkiye’deki sivil toplumun katetmesi gereken mesafelerini konuştuk.

Öncelikle seni tanıyalım…

Adım, Berna Köroğlu. Lisans ve yüksek lisansımı ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde yaptım. Yüksek lisans sonrası çeşitli sivil toplum kuruluşlarında birçok alanda farklı projeler yürüttüm. 2011’de Hayata Destek Derneği ile insani yardım sektörüne geçtim, son üç senedir de ‘Action Against Hunger’ ile farklı ülkelerde insani yardım çalışmaları yürütüyorum.

Sivil toplumla tanışman nasıl oldu?

Berna Köroğlu

Yüksek lisansımda ‘80 öncesi Türkiye demokrasisi ve demokratik kitle örgütleri’ üzerine çalıştım. Daha sonra da İstanbul’a gelip doktoraya başlamayı düşünüyordum ki, bir arkadaşımın vasıtasıyla Tarih Vakfı’nda Bekir Ağırdır’ın yönettiği, ‘Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları Rehberi’ projesine, proje asistanı olarak dahil oldum. O sırada akademik dünyadan yavaş yavaş koparak sivil toplum dünyasına adım attım.

Kaç seneden bu yana insani yardım sektöründesin?

2011’de Hayata Destek Derneği’yle insanı yardım alanında çalışmaya başlamadan önce yaklaşık üç sene afetlere hazırlık konusunda Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneği’nde çalışıyordum. Afet yönetimi, afetlere hazırlık ve afet riskinin azaltılması konusunda proje yöneticiliği ve eğitimcilik yaptım. Ondan sonra da Hayata Destek Derneği’nde çalışmaya başlayarak afet yönetiminden insani yardıma geçtim.

Hayata Destek Derneği’ndeki sorumlulukların neydi?

2011’de Simav depremi olmuştu. Simav’daki afetzedelere yönelik psiko-sosyal destek projesini yürüttüm. Keza, Van depreminde de ihtiyaç analizi yaptım dernek çalışanı olarak. 2012’nin sonunda Suriyeli mültecilere yardım için Hatay’a gittim. 2015’e kadar da oradaydım. Hatay’da ‘cash asistance’ görevini üstlendim.

Ne oluyor ‘cash asistance’?

Kabaca söylemek gerekirse, kamp dışında yaşayan Suriyeli ihtiyaç sahiplerini belirleyip, onlara ‘e-kart’ yoluyla aylık nakdi yardım yapıyorduk, gıda ve hijyen ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için.

“Sınırdasınız ve karşı tarafa bombaların düştüğünü görüyorsunuz, tank sesleri, silah sesleri vs. Bunlara çok şahit oldum. Ama ilk defa Güney Sudan’da savaşın içinde kaldım”

Yurt dışında insani yardım maceran buradan sonra başlıyordu galiba.

Hayata Destek Derneği’nin iş birliği yaptığı kurumlardan bir tanesi de Action Against Hunger adlı uluslararası bir insani yardım kuruluşu. Dünya çapında başka insanlara da yardımcı olmak istediğim için uluslararası insani yardım kuruluşunda çalışmaya başladım.

Hangi coğrafyalarda görev aldın?

Sırasıyla Lübnan, Güney Sudan ve Mısır’da.

Ne gibi faaliyetleri yürüttün oralarda?

Hayata Destek Derneği’ndeki sorumluluklarım arasında ‘Food security ve Livelihoods’ (Gıda güvenliği ve geçim kaynağı) yer alıyordu. Proje yöneticisi olarak, Lübnan’da da buna devam ettim, yine Suriyeli mültecilerle çalıştım. Dünya Gıda Örgütü iş birliği içerisinde mahallelerde yaşan Suriyelilere yönelik nakdi yardım, e-kart yardımı yapıyorduk.

Daha sonra…

Berna Köroğlu, Güney Sudan’daki misyonunda Dinka Kabilesi’nden bir çalışanla birlikte.

Nakdi yardım uzmanı olarak Güney Sudan’a gittim. Güney Sudan’da yaşanan savaşta mülteci statüsünde olmayan ama savaştan kaçan insanlara yönelik projede yer aldım. Sonra yine terfi ederek bütün Güney Sudan misyonu için ‘food security ve livelihoods’ teknik koordinatörü oldum. Orada da 13 ay kaldıktan sonra Mısır’a geçtim. Mısır’da ‘food security ve livelihoods’ teknik koordinatörü olarak çalıştım. Diğer misyonlar “acil yardım operasyonları” kapsamındayken, Mısır’daki kalkınma odaklıydı. Mısır’daki yerel sivil oluşumları fonlayarak, sivil toplumun kalkınmasına destek olmaya çalıştık.

Savaş bölgelerindeki bu misyonlar, G.Sudan Mısır, Lübnan, bir kadın için çok zor, tehlikeli değil mi?

Kadın olarak bir zorluk yaşamadım ama bir insan olarak çok zor. Güney Sudan benim için çok vurucuydu. Orada insanlar yaşamak için zorlanırken siz çalışıyordunuz. Çünkü ülkede savaş var ve toplumun gelişmişlik seviyesi neredeyse yok. Su yok, okul yok, hastane yok, elektrik yok, hiçbir şey yok. Tam bir yokluk hakim, var olan sadece savaş ve savaş nedeniyle ölüm sınırında olan çocuklar, kadınlar ve tüm halk aslında…

Ne gibi tehlikelerle karşı karşıya kaldın?

Geçen temmuzda ülkede bir anda iktidar ve muhalefet arasında iç savaş çıktı. Beş gün gün boyunca “kış uykusundaydık”. Bu süre boyunca dışarı çıkmamıza izin verilmedi. Daha sonra sivil toplumda çalışan herkes ve bütün yabancılar ülkeyi tahliye etti. Savaşa yabancı değilim, bombaların atılmasını, insanların kaçmasını, özellikle sınır bölgelerinde çalıştığım için çok gördüm. Sınırdasınız ve karşı tarafa bombaların düştüğünü görüyorsunuz, tank sesleri, silah sesleri vs. Bunlara çok şahit oldum. Ama ilk defa Güney Sudan’da savaşın içinde kaldım.

“Her şeyden önce bizim güvenlik uzmanları tarafından hazırlanmış, güvenlik protokollerimiz var ve o protokoller çerçevesinde hareket etmek zorundayız”

Tehlikeli durumlara karşı önlemleriniz var mıydı?

Her şeyden önce bizim güvenlik uzmanları tarafından hazırlanmış, güvenlik protokollerimiz var ve o protokoller çerçevesinde hareket etmek zorundayız. Mesela Güney Sudan’ın başkenti Juba’da şehir içinde yürümemiz yasaktı. Sadece kurumun aracıyla bir yerden bir yere gidiyorduk. Akşam 19:00’dan sonra dışarı çıkmak yasaktı. Her sabah mesaiye başlamadan önce 15-20 dakikalık güvenlik brifingleri oluyordu. Tabii ki, güvenlik eğitimleri, tatbikatlar yapılıyordu. Kaçırma anında nasıl tepki verileceğine, silahlı birisi araca geldiğinden ne yapmamız gerektiğine dair eğitimler alıp, tatbikatlar yapıyorduk.

İnsani yardımın uluslararası  standartları nedir?

İnsanların onurlu yaşam hakkı, insani yardım hakkı, korunma ve gıda hakkı vardır. İnsani yardımın ayrım gözetmeden, bağımsızca, tarafsızca, şeffaf ve hesap verilebilir şekilde yapılması gereki

Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi sivil toplum kuruluşlarının sadece kendi dinsel gruplarına yardım yapması etik midir o halde?

Kesinlikle hayır. Çünkü insani yardım tarafsızlık ve ayrım gözetmemeyi gerektirir ve bunu başarıyla gerçekleştiren hayırsever kuruluşlar da var.

“İnsani yardım artık sadece yardım edip, bir kutu gıda dağıtıp, o coğrafyadan çıkmak anlamına gelmiyor. Oradaki yerel ekonomiyi, hayatı tekrar canlandırmak, altyapının tekrar hayata geçmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin tekrar sağlanması gerekiyor”

Bir de yaklaşık yarım asır insani yardıma muhtaç ülkeler var. Bu nasıl mümkün oluyor? Çalışmalar yetersiz mi ?

Köroğlu’nun Güney Sudan’ın Kuzey Bahr el Ghazal bölgesindeki misyonunda kaldığı, yerel dilde ‘Tukul’ adı verilen evi.

İnsanoğlu olarak bir taraftan yıkıyoruz ardında da yapmaya çalışıyoruz. Bu can sıkıcı hikâyenin temeli böyle bir şey. İnsani yardım daha çok gelişmeli daha çok faaliyet olmalı. Günümüzde insani yardım alanında hakim olan anlayış acil yardımın rehabilitasyon ve kalkınma ile birleştirilmesi. İnsani yardım artık bir koli gıda bırakarak o bölgeden ayrılmak anlamına gelmiyor. Oradaki yerel ekonomiyi, hayatı tekrar canlandırmak, altyapının tekrar hayata geçmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin tekrar sağlanması gerekiyor. Bunun için insani yardım, kalkınmayla bağlantılandırıldı, işte bu noktadan bakmak gerekiyor. Acil yardım bölgesine ilk girdiğin andan itibaren, kafanda bunu hedefleyerek hareket etmen gerekiyor yani bir sonraki adımda ‘Bu insanlar, afetzede olmaktan nasıl çıkabilir?’ sorusuna yanıt bulmak gerekiyor. Biz de, insanlara sürdürülebilir bir şekilde ihtiyaçlarını gidermesinin yöntemlerini sunuyoruz.

Yerel topluluklara sebze yetiştirme eğitimi veriliyor.

Bir ülke neden insani yardım yapar? Nedir afet ?

İnsanlar için fiziksel, ekonomik, sosyal ve çevresel kayıplar doğuran, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen, etkilenen topluluğun yerel imkân ve kaynaklarını kullanarak baş edemeyeceği doğal, teknolojik veya insan kökenli olayların sonuçlarıdır. Yani yerel kaynaklar yetersizdir ve bu noktada yardım başlar.

 Halk arasında ‘Biz niye Suriyelileri yardım ediyoruz ?’ sorusuna yanıt arıyorum aslında.

Öyle bir şey söz konusu bile olamaz çünkü dediğim gibi kimin başına neyin geleceği belli olmaz. Bugün insan kaynaklı bir afet yüzünden o insanlar evlerinden olmuş olabilir yarın ise deprem gibi, doğal kaynaklı bir afet yüzünden biz evlerimizden olabiliriz.

Yerel halkla iletişimde ne gibi zorluklar yaşanıyor projelerin hayata geçirilmesi esnasında? Onlarla nasıl iletişime geçiliyor projenin verimli olması için?

Köroğlu’nun kaldığı ‘tukula’, sadece bir yatak bir de küçük bir gardrop sığıyormuş.

Afet bölgesine ilk müdahale öncesi ihtiyaç analizi yapılması gerekir. Bunun için ailelerle, yerel otoritelerle, diğer sivil toplum örgütleriyle görüşür, bilgi toplarsın ve sonunda nasıl bir operasyon yapacağına karar verirsin. Öyle masanda oturarak buranın ihtiyacı şudur diye hareket edemezsin. Ayrıca her ne şekilde yardım edeceksen et, o topluluğun kültürüne ve değerlerine saygı duyarak hareket etmen gerekir. Bölge halkı ile kurduğun ilişki ve toplumun seni ve yaptığın yardımı kabullenmesi senin orada en önemli varlık nedenindir. Uzun vadeli çalışmalarda antropologların da çalışması gerekli aslında. Bunun en güzel örneği yine Güney Sudan. Uçsuz bucaksız bir alanda yıllar önce yapılmış tuvalet kabinleri görüyorsun, kimse kullanmıyor, neden? Çünkü yerel halk klozete oturmaktan korkuyor, yılan çıkacak zannediyor vs. Ya da yumurta yemenin çok önemli olduğunu söylüyorsun sağlık açısından ama o kültürde yumurta yenmiyor ya da kadınlara mesela tavuk eti yedirilmiyor. Demek ki o tuvaleti yapmadan önce, o korkuyu gidermek gerekiyor. Bu da yine insani yardımdaki en önemli öğelerden bir tanesi. Hijyen ya da beslenme alışkanlığını özendirmek için broşür vermek yeterli değil daha başka yöntemler kullanmak gerekiyor. Bu da son dönem insani yardımda ‘davranış değişimi iletişimi’ olarak geçiyor ve insani yardım örgütleri buna çok önem veriyor. Yani o topluma ne şekilde nasıl yaklaşacağını bilmen gerekiyor.

Yapılan masraflar  nedeniyle insani yardımların çok küçük bir bölümünün ihtiyaç sahiplerine ulaştığı iddiası söz konusu. Sen ne dersin?

Fon veren kurumların bu konuda sınırları vardır zaten. İdari masraflar için şu kadar, operasyon masrafları için bu kadar bütçe ayırırım şeklinde. Belki eskiden dediğin şekildeydi ama en azından ben çalıştığım sürece öyle bir örnek görmedim. Ama ideal olan nedir derseniz?-Benim çalıştığım kurum da buna çok önem verir,  yereli güçlendirmek.  Şimdi bunu biz Mısır’da yapıyoruz, yereldeki sivil toplum kuruluşlarını kendi kapasiteleriyle güçlendirerek.

“Farklı kültürlerden insanlarla beraber çalıştığınız zaman toleransı ve saygıyı öğreniyorsun”

İnsani yardım bir anlamda farklı milletlerden insanların bir araya geldiği bir ortam. Böylesi misyonlarda arkadaşlık ve dostluk ortamı nasıl? Ne de olsa birbirinize mahkumsunuz…

Kesinlikle doğru (Gülüyor). Çok güzel arkadaşlıklar kuruyorsunuz, çok şey yaşıyorsunuz birlikte, neredeyse uyumak hariç bütün gün ekip arkadaşlarıyla beraber geçiyor. Onun için herkes kendisi olmak zorunda, numara yapamazsınız, kaç gün kendinizi olmadığınız bir insan olarak gösterebilirsiniz ki? Dolayısıyla tanıdığın insanı, arada filtre olmadan tanıyorsun. Farklı kültürlerden insanlarla beraber çalıştığınız zaman toleransı ve saygıyı öğreniyorsun. Ben, acı da tatlı da çok güzel zaman geçirdim ekip arkadaşlarımla.

Uluslararası insani yardım örgütünün bir çalışanı olarak farklı coğrafyalarda bulunuyorsunuz, ne gibi sağlık önlemleri alıyorsunuz?

Güney Sudan’a girerken zaten sarı humma aşısı olmak zorundasınız. Aksi takdirde ülkeye adım atmanız engellenir. Keza, yetişkinlerde menenjit çok yaygın olduğundan, menenjit aşısı da olmak zorundasınız. Zaten bizim bir aşı listemiz var, kendi güvenliğiniz için o aşıları yaptırmanız gerekiyor. Ama mesela o coğrafya da sıtma hastalığı çok yaygın ama sıtmanın aşısı da yok!

İnsani yardım faaliyetlerinin ne gibi zorlukları var ve sana ne kattı?

Steril bir dünyada değilsiniz, uç bir örnekte yaşıyorsunuz. Galiba en büyük zorluk insanların acı çektiğini görmek ve kısıtlı imkanlarla bir şeyler yapmaya çalışmak. Çok büyük şeyler oluyor fakat sen küçücüksün ve düzeni bozulan, yersiz-yurtsuz insanlar görmek oldukça zor. İnsan olmaktan utandığım zamanlar oldu. Bana hayatta her şeyin insanın başına gelebileceğini öğretti. Umut etmenin de önemli bir şeyler olduğunu öğretti: Pes etmemek, mücadele etmek.

Türkiye’deki ve diğer yerlerdeki insani yardım örgütleri arasında bir fark var mıydı?

Türkiye’de işini son derece profesyonel ve uluslararası insani yardım standartlarını göz önünde bulunduran bir dernekte çalıştım. Onun için bir farktan söz edemeyeceğim.

Türkiye’de insani yardım genel olarak ayni ve nakdi yardım hatta sadaka olarak görülüyor, zaten kampanyalarına baktığımız zaman hep Ramazan ve Kurban bayramlarına denk geliyor. Türkiye dünyadaki insani yardımın neresinde?

Her ne kadar kültürümüzde birbirimize yardım etmek olsa da maalesef insani yardımı sadakaya indirgiyoruz ve bu algıyı değiştirmek gerekiyor. İnsani yardımın profesyonel bir sektör olduğunu kavramak lazım. Afetin her zaman herkesin başına gelebileceği ve insan onurunun gözeterek afetzedelere yaklaşılması gerekir. Misal olarak, deprem sonrası, insanlar iyi niyetinden, yardım amacıyla kullanmadığı giysileri bağışlıyor fakat bakıldığında bunların çoğu giyilemeyecek noktaya gelmiş kıyafetler, dolayısıyla bunlar afetzedelerin onuru rencide edecek noktaya kadar geliyor. Bu nokta insan onurunu her zaman gözetmek lazım.

Afet zamanlarında profesyonel olmayan ‘gönüllülük’ yük oluyor

İnsani yardım kuruluşlarına da değinirsek…

Hepsini tanımıyorum. İnsanlar yardım edecekse yardım örgütleri üzerinden bunu gerçekleştirmeleri daha olumlu ve anlamlı olur çünkü yardım örgütleri olarak biz, oraya gidiyoruz ve ilk yaptığımız şey ihtiyaç tespiti ve o ihtiyaçlar dahilinde o yardımları kanalize ediyoruz. Mesela Van depreminde yatacak yer yok, kimse evine giremiyor, insanlar gelip destek olmak istiyor ve bir şehrin bir semtindeki bir mahalleli otobüsle afetin yaşandığı yere geliyor. Afetzedelerin dahi kalacak yeri yok dolayısıyla o ‘gönüllülük’ size yük oluyor. İyi niyet var ama profesyonel bir bakış açısı yok.

Son olarak Türkiye’de insani yardım faaliyetlerini artırmak için neler yapılabilir?

İnsani yardım bizde çok yeni. İnsani yardımında bir sektör olduğunun farkına varılması gerekiyor. Daha çok gencin bu sektöre katılması lazım. Profesyonelce ele alınmalı ve uzmanlaşma lazım.