Afette Kesişen Yollar ve Roller

Yaşadığımız deprem felaketlerinde, farklı alanlarda çalışan sivil toplum yapılarının bu tür krizlerde birlikte hareket etmesinin önemini gördüğümüz kadar farklı metot ve yaklaşımlarla çalışanların da rollerinin nasıl kesiştiğini görmüş olduk.

Afetlerde ne kadar yolun ve rolün kesiştiğini yakın zamanda yaşadığımız depremlerde bir kez daha gördük. Aralık 2020’de “Afette Kesişen Yollar ve Roller” başlığı altında birçok farklı alanda çalışan sivil toplum temsilcisiyle Meydan’da buluşmuştuk. 2020’de gerçekleşen Van ve İzmir depremlerinden ve Karadeniz’de yaşanan sel felaketlerinden yola çıkarak, afet hallerinin farklı evrelerinde sivil toplumun rolünü; kendi içinde ve diğer paydaşlarla olan diyaloğunu ve afetlere ne kadar hazırlıklı olduğumuz gibi konuları gündeme getirmiştik. Tartışmalarda en çok odaklanılan afet de deprem olmuştu. O zaman, afette kesişen roller derken, sivil toplumun gündemine almasının öncelikli olduğunu düşündüğümüz temel tartışma alanı; afet gibi toplumsal ve çevresel etkisi büyük olan meselelerde bu alanı çalışan, bu alanda uzman olan sivil toplum yapılarının yanı sıra, kırılgan, savunmasız grupların güçlenmesi veya iklim, çevre, hayvan hakları gibi konular üzerine çalışanların da “afet” gibi kesişen meseleler üzerine düşünmesine olan ihtiyaçtı. 

Bunun gibi tartışma ortamlarında, farklı alanların birbiriyle kesişebildiğini dolayısıyla “temalar arası diyaloğun” ne kadar önemli olduğunu vurgulamak çok önemli, ancak “benim alanımın bu konuyla ne ilgisi var?” sorusunun da çokça sorgulandığını biliyoruz. Şimdi son yaşadığımız deprem felaketlerinde bu sorgulamanın yapılmadan, birçok farklı alan/temada çalışan sivil toplum yapılarının, nasıl da alanlarının birbiriyle kesiştiğini, öncesinde birbirleriyle koordine olmanın ne kadar önemli olduğunu ve her alanın/temanın uzmanlığına ihtiyaç duyulduğunu anladığımızı umuyorum. Yaşadığımız bu deprem felaketlerinde, farklı alanlarda çalışan sivil toplum yapılarının bu tür krizlerde birlikte hareket etmesinin önemini gördüğümüz kadar farklı metot ve yaklaşımlarla çalışanların da rollerinin nasıl kesiştiğini görmüş olduk. Burada ifade etmek istediğim aslında sivil toplumun kendi arasındaki diyaloğunu etkisizleştiren bir dikotomi olan “hak temelli-yardım temelli” ayrışması. Türkiye sivil toplumunda, özellikle hak temelli çalışan savunucu yapılar ve kuruluşlar, çoğu zaman yardım temelli çalışan yapıları sivil toplumun bir parçası olarak görmüyor ve onlarla herhangi bir konuda diyaloğa geçmeyi öncelemiyor.  Bir başka deyişle, hak temelli ve yardım temelli dikotomisi, STK’ların birbirine mesafeli durmasına sebep oluyor, hak temelli çalışan kuruluşlarda, haklar odağında çalışmayan kuruluşları yok saymak ve muhatap almamak oldukça sık karşılaşılan bir durum. Yine yaşadığımız depremler sonrası sahada yürütülen çalışmalara baktığımızda kurtarılma, beslenme, barınma, ısınma gibi çok temel acil ihtiyaçları karşılamak üzere çalışmalar yürütüldü. Bu tür desteklere ihtiyacı olan insanları homojen olarak ele almak bir noktada bazı özgün ihtiyaçların da karşılanamamasına sebep oldu. Yardım faaliyetleri yürütülürken, mülteci, çocuk, kadın, yaşlı gibi çeşitli kırılgan grupların temel yardımlara ihtiyacı olduğu kadar, kendi savunmasızlıklarına özgü birçok desteğe de ihtiyacı vardı. Örneğin; ana dili Arapça veya Kürtçe olanların ihtiyaçlarını anlayabilmek yardım temelli çalışan kurumların hak temelli çalışanlarla koordine olması gerekirdi. Buna benzer şekilde çocukların temel ihtiyaçları karşılanırken, çocuk hakları alanında uzmanların da sahada yardım ekipleriyle birlikte çalışabilmesi gerekirdi. Sivil inisiyatiflerin bir arada olduğu bu tür çalışmalar maalesef etkin şekilde yapılamadı. Öte yandan, bu çalışmalar yalnızca afet anlarında değil zaten öncesindeki hazırlık aşamasında yapılmalıydı ki afet esnasında ve sonrasında yardımlar ve haklar bir arada gözetilebilsin. Tüm bunların yapılamamasının tek sebebi elbette sivil toplumun kendi içindeki diyalog eksiği değil ancak afet öncesi birlikte önlem çalışmaları tasarlanabilseydi belki sahada çalışma yapabilen kurumlar hakların korunması anlamında daha etkili olabilirdi. 

Türkiye’nin mevcut afet önleme ve afet sonrası politikaları, kırılgan ve savunmasız gruplar üzerindeki olumsuz insan hakları etkilerini önlemek için yeterli değil. Bunu zaten biliyorduk ama yangınlar, seller, depremler gibi yaşadığımız son afetlerde maalesef yeniden görmüş olduk. Bu noktada, Türkiye sivil toplumunun çeşitliliğinin bir avantaj olduğunu hatırlatarak, “temel meselelerde ve krizlerde” öncesi, esnası ve sonrasında birlikte hareket etmemizin, sürekli diyalog halinde olmamızın, birbirimizi ayrıştırmadan ortak çözümler için bir araya gelmemizin artık her zamankinden daha da önemli olduğunu gördüğümüzü umuyorum.  

Görsel: Harish Sharma

Ceylan Özünel

Üyelik Tarihi: 30 Temmuz 2018
7 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör