‘Toplumu Yargıç Haline Getirmekten Kaçınmak Gerekir’

İstismar davalarının topluma tezahürünü ve bu davaların sosyal medyada gündem olmasının mağdurlara etki ve risklerini konuştuğumuz Avukat Seda Akço, izleme faaliyetlerinin önemine vurgu yaparken, "Ancak izleme yapılırken, dava hakkında toplumu yargıç haline getirmekten kaçınmak gerekir. Zira bu linç kültürünü besler ve engizisyon hukukuna geri dönülmesine neden olur." diyor.

Elmalı davasında çocukların çizimleri paylaşıldı. İstismar davalarında kamuoyu kendi adaletini tesis etmeye çalışıyor. Bazı davalarda tepkiler üzerine sonuçlar  değişebiliyor. Avukat Seda Akço ile istismar davalarının topluma tezahürünü ve haberlerin sunumunu mağdurlara etkisini ve risklerini konuştuk.

Elmalı Davası kamuoyunda çok tartışıldı. Çocuk istismarı davalarında insanların sosyal medyada adaleti arama yöntemi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Ne gibi sakıncaları var nasıl faydaları var?

Seda Akço

Gazetecilerin veya herhangi bir kimsenin bir dava ile ilgili bir veya birden fazla delili sosyal medyada paylaşarak, toplumdan bu olayla ilgili bir karar vermesini talep etmesi, öncelikle bu davanın taraflarının kişilik hakları bakımından zarar verici. Ancak aynı zamanda, yargılama faaliyeti hakkında da toplumda yanlış bir kanaat uyanmasına sebep oluyor. Bir sivil toplum kuruluşu üyesinin, toplumun önüne bir delil koyup, bakın bu delile rağmen bu kararı vermediler demesi, toplumu yanlışa sevk etmektir. Yargılama faaliyeti sağdan soldan rastgele delil toplayıp, bunlar üzerinden oluşan kanaat ile karara varmak değildir. Delilin toplanmasından, değerlendirilmesine kadar bir sürü alanda bir sürü kural bulunur ve bunlar insan haklarının korunması için vardır. İnsan hakları prensiplerini ihlal eden yargılama faaliyetleri ile elde edilecek sonuç mağdurlar bakımından adaletin gerçekleştiği anlamına gelmeyeceği gibi koruyucu da olamaz.

Bu tür davaların verilme şekli nasıl olmalıdır. Bu anlamda sivil topluma çocuk hakları aktivistlerine ya da STK’lara nasıl sorumluluklar düşüyor?

Toplumu delilleri değerlendirip, hükmü kuracak merci haline getirmemek gerekir. Delilin içeriği değerlendirilmeden önce sıhhatinin değerlendirilmesi gerekir ve örneğin hukuka aykırı toplanmış ise içeriği ne olursa olsun kullanılamayabilir. Toplumun davanın esasını değerlendirmeye değil, adil olup olmadığını takip etmeye davet etmek gerekir. Bu nedenle de izleme faaliyetleri çok önemlidir. Ancak izleme yapılırken, dava hakkında toplumu yargıç haline getirmekten kaçınmak gerekir. Zira bu linç kültürünü besler ve engizisyon hukukuna geri dönülmesine neden olur. Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek kimseye fayda sağlamaz. En çok da mağdura zarar verir. Bu nedenle izleme yapanların, usul hatalarını, sistem sorunlarını, adil yargılamayı etkileyen koşulları tespit etmesi ve bunu kamuoyu ile paylaşması gerekir. Somut olarak söylemek gerekirse, mağdur hakkında hazırlanan raporun kamuoyu ile paylaşılıp, bu rapora göre şu karar verilmeliydi demek, yargılama faaliyeti hakkında hiçbir fikre sahip olmayan bir kimsenin toplumu ajite etmesinden başka bir işe yaramaz. Çünkü, bunu duyan toplum yetersiz bilgi ve anlık bir refleks ile sadece o olguya dayalı bir çözüm talep eder. Bir süre sonra da konu unutulup gider. Oysa bir rapor uzmanı olmayan kimseler tarafından eksik inceleme ile hazırlanmış ise, bu bilgiyi toplumla paylaşıp, bu nedenle delil yetersizliği meydana geliyor ve bu sonucu mağdur aleyhine etkiliyor derseniz, toplumdan bu delillerin doğru toplanması için sistemde bir değişiklik talep etmiş olursunuz.

Adalet sistemi ile ilgili çok yanlış bir bakış açısı oluşuyor. Linç kültürü yerleşiyor. Öte yandan gerçek sorumlular ve sorumlulukların sorgulanması engellenmiş oluyor. Toplum çocuk koruma konusunda doğru bir bakış açısı geliştiremiyor.

Elmalı davası gibi uzun süren ve çekişmeli davalarda çocuklar nasıl korunabilir?

Elmalı davası, bir örnek. Anne baba veya diğer akrabalar arasında çekişme veya birçok başka sorun olabilir. Mesele, devletin BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin 18 ve 19. maddeleri gereğince, çocukları anne babalarının yanında iken ihmal ve istismara maruz kalmaktan koruma sorumluluğunu yerine getirmek için ne yaptığıdır. Çocukları koruyabilmek için, öncelikle anne babanın bakım kapasitesini destekleyici, o olmadığı zaman da çocuk zarar görmeden anne baba dışında bir yerde çocuğu koruyacak bir mekanizma kurmak gerekir. Bunun için de bu tür vakalar ile karşılaşıldığında, somut olgudaki istismar eden kişinin tespiti kadar sistemdeki aksaklıkları da sorgulayıcı bir bakış açısı geliştirmemiz gerekiyor.

Çocukların resimlerinin ya da ifadelerinin kamuoyunda paylaşılması toplumda ne gibi sonuçlar doğuruyor?

Tek bir delil ile hükme varılabileceği sanılıyor. Öncelikle adalet sistemi ile ilgili çok yanlış bir bakış açısı oluşuyor. Linç kültürü yerleşiyor. Öte yandan gerçek sorumlular ve sorumlulukların sorgulanması engellenmiş oluyor. Toplum çocuk koruma konusunda doğru bir bakış açısı geliştiremiyor. Çünkü linç kültürü, gayet popülist bir yapıya sahip. Çok yorulmadan sonuca ulaşılabiliyor. Oysa iyi bir koruma sistemi, çok karmaşık bir yapıdır ve çok çalışmayı gerektirir.

Bu nedenle, linç kültürüne kapı aralayan her tür savunu faaliyetini, çocuk hakları mücadelesi bakımından ihanet olarak görüyorum.

İstismar olgularının tüm detayları ile kamu önüne dökülüp, sonrasında ne olduğunun takip edilmemesi de mücadele bakımından zarar verici. Gittikçe kanıksanmasına ve aslında hiç de önleyici olmayan, insan haklarına aykırı müdahale biçimlerinin ana talep haline dönüşmesine neden oluyor.

Bazı davalar sosyal medyanın etkisi ile çözülüyor. Adaletin tesisi noktasında sosyal medya nasıl kullanılmalı? Hak ihlallerine dönüşmeden kullanılması için ne gibi tavsiyeleriniz var.

Hayır, tam tersine çözülmüyor. Sosyal medyanın etkisi altında verilmiş hiçbir karara güvenemeyiz. Bu adil bir karar değildir. Bunu yapmaktan korkmamız gerekir. Sosyal medya veya medya veya her tür savunu çalışması, bir davada hükmün ne olması gerektiğini söylüyor ama nasıl olması gerektiği ile ilgilenmiyor ise sorun vardır. Toplumun, bir istismar olgusunun sanığının bulunmasını ve cezalandırılmasını talep etmesi normaldir. Ancak bunun nasıl olduğu ile çok da ilgilenmediği durumda, gerçek faillerin tespit edilememesi ihtimali her zaman vardır ve dünya tarihi de bunlarla doludur.

Ne yapılmalı sorusuna üç alanda cevap aranmalı diye düşünüyorum. İlki ceza davalarında delil yetersizliğinin sebepleri üzerinde durulmalı. İzleme yapan kişi ve kuruluşlar delil yetersizliği yaşanan alanları ve sebepleri konusunda toplumu doğru bilgilendirmeli. Delil yetersizliğinin sebepleri ve yeterli delil toplanması için yapılması gerekenler hakkında bilgiye ihtiyaç var. İkincisi, istismar olgularında mağdurların korunması konusu da toplumun gündemine getirilmeli. Koruyucu müdahale kapsamında yapılanlar, sadece çocukların korunması bakımından değil, ceza davalarında etkili sonuç elde edilmesi bakımından da önemli. Güvenliği sağlanamayan mağdurlar, şikayetlerinden vazgeçiyor veya çelişkili ifadeler verebiliyor. Son olarak da, her istismar olgusu üzerine neden önleyemedik, nerede boşluk var diye sormak gerekir.

Çocukların ya da istismar gibi travmatize edici davaların bilgilerinin sızdırılması doğru mudur kamuoyuyla nasıl paylaşılmalı?

Kamuoyunun hangi konuda, nasıl etki edebileceği üzerinde düşünmek gerekir. Önceki sorularda da söylediğim gibi ben kamuoyundan sorunun çözümüne dair bir irade oluşturmasını ve çözüm oluşuncaya kadar talebini sürdürmesini bekliyorum. Bu nedenle, istismarın nasıl gerçekleştirildiği ile ilgili veya mağdurun kim olduğu ile ilgili bilgilere değil, istismarın hangi koşullarda oluştuğuna ve önlemek ve korumak için ne yapıldığına, sürecin nasıl yürütüldüğüne, sorumluların sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerine odaklanmak gerekir. Dolayısıyla da bu nitelikteki bilgilerin paylaşılması gerekir. Aynı zamanda da sonuçlarının takip edilmesi gerekir. İstismar olgularının tüm detayları ile kamu önüne dökülüp, sonrasında ne olduğunun takip edilmemesi de mücadele bakımından zarar verici. Gittikçe kanıksanmasına ve aslında hiç de önleyici olmayan, insan haklarına aykırı müdahale biçimlerinin ana talep haline dönüşmesine neden oluyor. Bu nedenle bu alanda çalışanların, bu nitelikteki paylaşımlardan özenle sakınması, ana sorunu ve sorumluyu gösterecek biçimde ve doğru bilgiyi paylaşmaya özen göstermesi gerekir.

Burada şöyle bir ayrım yapabiliriz. Herkes çocuk istismarının önlenmesi gerektiği konusunda duyarlılık sahibi olabilir ve bu duyarlılığını dile getirebilir. Yani faili bulun, cezalandırın, çocuğu koruyun, bunu gecikmeden yapın vb. Talepleri herkes dile getirebilir. Ancak örneğin, hangi durumda çocuğa yaptırılan resmin delil olarak kullanılabileceği, ifadenin alım tekniğine göre geçerliliğini etkileyecek haller gibi konular, bu alanda bilgi sahibi olmayı gerektirir. Eğer bu alanda bilgi sahibi değilseniz, savununuzu duyarlılık alanında tutmalısınız ki, yanlış bir bilgi üretip, yaymayın. Ancak birçok kişi, çocuk istismarı veya çocuk hakları alanında konuşmak için duyarlı olmayı yeterli kabul ediyor ve bazen sorunun sebebi de bu olabiliyor.