Marmara’da Müsilaj: “Denizi Foseptiğe Çeviren Uygulamaların Yerini Bilim Almalı”

Marmara Denizi’ni kaplayan deniz salyasının (musilajın) nasıl ve neden ortaya çıktığını bilimsel olarak açıklayan Hidrobiyolog Levent Artüz durumu “aşırı kirlenme sonucu tür çeşitliliğinin azalması ve kirliliğe dayanabilen türlerin artışı” olarak özetliyor. Marmara Denizi’nin 1989’da “taammüden öldürüldüğünü” söyleyen Artüz, sorunun denizin kirletilme geçmişiyle yüzleşerek, bilimsel yöntemlerle çözebileceğini kaydediyor.

Siren İdemen ve Anıl Olcan tarafından Marmara Çevresel İzleme (MAREM) projesi yürütücüsü, hidrobiyolog  Levent Artüz ile yapılan söyleşide, Marmara’nın özgün yapısıyla inatlaşarak yapılan uygulamalar sonucu oluşan müsilajın, Marmara Denizi’nin kirletilme tarihiyle doğrudan bağlantılı olduğu vurgulanıyor: “Gözümüzün önünde, adım adım büyük bir cinayet işlendi. Dünyanın en genç, en bereketli, en ilginç denizlerinden Marmara taammüden öldürüldü.”

“Marmara 1989’da Öldü
Deniz Salyası (müsilaj) nedir?

Müsilajı, oklava şeklinde bir tavuk yumurtası düşünün, bir plankton, kısa sürede anormal artış gösteriyor. Daha sonra patlıyor. Patlama derken bomba patlaması değil, çiçeklenme, tomurcuk patlaması. Ölüp kırılıyor. Kırılınca hücre içi sıvısı ortama yayılıyor. Tıpkı yumurtanın beyazını su dolu bir bardağa dökmek gibi… Büyük miktarlarda çökmüş müsilaj alt su kütlesinde, yani 50-100 metre derinliklerde de görülüyor.

Marmara Denizi’nde müsilaj neden ortaya çıkar?

Ortaya çıkan müsilaj agregatın Marmara’nın özgün yapısıyla inatlaşarak yapılan uygulamalarla direkt ilişkisi var. Marmara Denizi’nin kirletilme tarihiyle de doğrudan bağlantılı. Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Marmara 1989’da öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir.

Bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. Marmara Denizi 1989 yılında öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir. Müsilajı kavrayabilmek için bu olgunun tarihine bakmalıyız.

Tek ve gerçek sebep, tür çeşitliliğindeki azalışa bağlı olarak, mevcut türlerin fert adetlerindeki artıştır.

1989 öncesi durum nasıldı?

Marmara’da balık bol, biyoçeşitlilik tavan… Uskumruya çıktığımızda sandal batırırdık.

1989’da ne oldu?

1960’larda Haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. Ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. İstanbul bugünkü kadar büyük değildi. Politik akıl ve onun şakşakçıları “Pisliği kolektörlerde toplarız, Derin Deniz Deşarjıyla Marmara’nın alt akıntısına basarız ve Karadeniz’e göndeririz” dediler. Bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “Bu olmaz” dendi. Ama dinleyen olmadı. Fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. Bu, Bedrettin Dalan’ın “Haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.

“Marmara Denizi zaten hastaydı” deniyor. Değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.

Teknik olarak bu nasıl uygulandı?

“Derin Deniz Deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. Hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. Ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu.. Bunca şey yaşandıktan sonra, “Marmara Denizi zaten hastaydı” deniyor. Değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.

Derin Deniz Deşarjı nerelerde yapılıyor?

Derin Deniz Deşarjı her yerde yapılıyor. Tekirdağ, Bursa, Kocaeli… Fabrikalarda sanayide, kasabalarda, köylerde, tatil sitelerinde aklınıza gelebilecek her tesiste hep bu yöntem kullanılıyor. Yasal olduğu için “basarım alt akıntıya suyu” deniyor. Atık suyu göstermelik bir arıtmayla denize deşarj ederseniz kirlenmeye yol açarsınız.

Kirlenmeye bağlı anomalilerin emareleri ilk nasıl görülür oldu?

Marmara Denizi tarihinde ilk defa, 1989 Temmuz’unda Ktenefor denen deniz anaları yüzünden suyun yüzeyinde kırmızı bölgeler, kırmızı adacıklar görülmeye başlandı. Bunu takiben, ‘89’un ekim ayında Üsküdar, Kartal ve Adalar üçgeninde muazzam bir balık ölümü yaşandı. 1992’de Marmara Denizi çimen yeşili bir renge büründü. 1995’te eylül ayında ilk defa taraklı medüzlerin istilası yaşandı. Balıkçılar bu olaya “kaykay” ismini verdiler.

“Müsilajın Sebebi Tür Çeşitliliğindeki Azalışla Mevcut Türlerin Fert Adetlerindeki Artış!”

Müsilaj Marmara’da ilk kez hangi tarihte görülüyor?

Marmara Denizi tarihinde ilk defa 2007’nin Eylül ayında müsilaj görülüyor. Esas sorun Marmara’da kirlenmeden ötürü tür çeşitliliğinin azalması ve kirliliğe dayanabilen türlerin fert adetlerindeki patlamalar şeklindeki artıştır. Yeni ortama dayanabilen canlı, en avantajlı duruma geçer ve büyük miktarlarda ürer, çoğalır. Bunun nedeni ne küresel ısınma ne de nitrat, fosfat gibi tuzların artışı. Tabii ki bunlar da etmendir, ama ikincildir. Tek ve gerçek sebep, tür çeşitliliğindeki azalışa bağlı olarak, mevcut türlerin fert adetlerindeki artıştır.

2007’de görülen müsilaj da bugünkü kadar geniş bir alana yayılmış mıydı?

2007’deki müsilaj oluşumu da çok büyük boyutlardaydı. Adalar’dan Çanakkale Boğazı’na kadar bir alanda ciddi etki etmişti. Bugün ortaya çıkan müsilajın hacminin tam olarak hesaplanabilmesi için biraz zaman geçmesi gerekli. Müsilajın bıraktığı hasarla ilgili kesin sonuçlara tahminim ağustos ayı gibi varabiliriz.

Müsilaj denizin farklı katmanlarında yaşayan canlıları nasıl etkiliyor?

Müsilaj agregat çok yapışkan, bulaşkan bir yapıya sahip. Bu canlıların beslenmesini ve solunumlarını etkiler. Böylece tür çeşitliliği daha da azalır.

Müsilajın ana nedeninin deniz suyu sıcaklığındaki artış olduğu sık sık söyleniyor. Deniz suyundaki artış da küresel ısınmayla ilişkilendiriliyor…

Marmara Denizi’nde yaşanan sıcaklık artışının küresel ısınmayla doğrudan ilişkisi yok. Tabii ki küresel ısınmanın etkisi var. Komşu denizlerde ısınma dünya ortalaması olan 1 dereceye yakınken Marmara’daki sıcaklık artışı 2,5 derece.. 2000’den beri Marmara’nın üst su kütlesinde inanılmaz bir sıcaklık artışı var. Önlem alınmaksızın yapılan Derin Deniz Deşarjlarından dolayı oluşan bulanıklık sebebi ile özellikle üst katmanda deniz suyu sıcaklığının anormal bir şekilde arttığını görüyoruz. Marmara Denizi artık küresel değil, bulanıklık sebepli, sadece bu denizimizin üst su kütlesini etkileyen lokal bir ısınmayla karşı karşıya.

Müsilaj denizde varlığını daha ne kadar sürdürür sizce?

Müsilaj agregat yapının yok olmasının tek bir yolu var. O da bakteriyolojik olarak parçalanması. Bakteriyolojik olarak parçalanması için gerekli suda çözünmüş oksijen de ortamda yeterli miktarda yok şu anda. Ne olacağını kestirmek güç.

Bazı belediyeler müsilajı toplamak için gemilerle çalışma yapıyor. Bu mümkün mü?

Müsilajı toplamanın imkânı yok. Bu kadar büyük bir kütleye iki-üç pervaneyle nasıl müdahale edilebilir?. Deniz yüzeyini çalkalamaktan nasıl bir fayda gelir?

“32 Senedir Açık Foseptik Haline Getirilmiş Bir Denize Giriyoruz.”

Oluşan bu ortamın insan sağlığına nasıl etkileri var? Örneğin bugün Marmara’da yüzmek ya da bu sularda yetişen deniz ürünlerini yemek insanları nasıl etkiler?

32 senedir açık foseptik haline getirilmiş bir denize giriyoruz. Hatta bu durum çoğu yerde “mavi bayrak”la teşvik ediliyor. Deniz salyasını görünce mi aklımıza geldi denize girip giremeyeceğimiz. Yerlilerden hiçbir şey kalmadı ki! Bir tek “amman” diyeceğim su ürünü midye, siz siz olun sakın ha…

Koskoca bir denizin yok olması ve ona bağlı türlerin sessiz sedasız ortadan kalkması, bu tepkisizlik de garip değil mi?

Garip tabii. Bütün bunlar göz göre göre oldu. 2000’li yıllardan itibaren Adalar’ın batısından Gemlik Körfezi’ne kadar uzanan hattan başlayarak batıya doğru, anladığımız anlamda hayat neredeyse tamamen bitti, tür çeşitliliği birkaç türe kadar indi.

“Sorunu Marmara Denizi’nin Kirletilme Geçmişiyle Yüzleşerek Çözebiliriz

Marmara Denizi’nin rehabilite edilmesi için ne yapılması gerekiyor? Yöneticilerin nasıl bir sorumluluk alması gerekir sizce?

Bugüne kadar yapılan palyatif mühendislik hizmetlerinin masaya yatırılması ve yapılan hataların açık bir şekilde kamuoyuna deklare edilmesi gerekir. İstanbul’da yeni bir yönetim var, geçmişin hataları onlara ait değil. Kirlenmenin tarihçesine bakıldığında başrolde İSKİ var. Şu anki İBB yönetimi “Bu iş bugüne kadar yanlış yapıldı. Bir program yaptık, önümüzdeki beş-on senede bunları düzelteceğiz demeli ve akılcı, bilimle inatlaşmayan bir programı da ortaya koymalı. Bu problemi ancak ve ancak Marmara Denizi’nin kirletilme geçmişiyle yüzleşerek çözebiliriz.

Peki, sivil toplum denizle ilgili nasıl talepler geliştirmeli?

Belediye başkanlığı makamının Boğaziçi’nin ve denizin değerinin farkında olması lâzım. İstanbul’da çoğu yerde erguvan, ıhlamur gibi ağaçlar yok. İnsanlar kendine “bir tane bile İstanbul kelebeğinin adını biliyor muyum?” diye sormalı. Böyle bir ortamda insanın duyarlı olması nasıl beklenebilir? Hem Marmara Denizi’nde hem de başka bölgelerde bilime aykırı işler yapmanın bizi getirdiği noktayı görmemiz gerekiyor.

“Cesedin Çürümesidir Bu” başlıklı söyleşinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.