“Marmara Denizi ‘Hassas Alan’ İlan Edilmeli”

İklim krizinin etkilerine karşı yapılması gerekenleri konuştuğumuz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı eski müsteşarı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Marmara Denizi’nde fosfor ve azotun olması gereken değerin çok çok üzerinde olduğunu ve bu durumun çevreye zarar verdiğini belirterek, “Bu sebepten dolayı Marmara Denizi 'hassas alan' ilan edilmeli.” Dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Eski Müsteşarı (2014-2018) ve 23.Dönem Hatay Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Öztürk ile Marmara Denizi’ndeki müsilaj oluşumunun sebep ve sonuçlarından, küresel ısınmanın kentlerdeki olumsuz etkilerine kadar birçok çevre sorununa çözüm aradık.

Mustafa Öztürk Bilimsel çalışmalar Türkiye’nin iklim krizinden en çok etkilenecek ülkelerden biri olduğunu gösteriyor.  İklim değişikliği ve küresel ısınmanın sonuçlarına bağlı olarak; hava sıcaklıklarının artışı, fırtına, sel ve su baskınları, kuraklık ve çölleşmenin artışı ile ilgili haber ve bilimsel makaleleri sıkça okuyoruz. Dahası artık gündelik hayatımızda tecrübe ediyoruz. Kış boyunca barajların doluluk oranları için endişe ettik meselâ. Bugünlerde ise Marmara Denizi’ndeki müsilaj ve Büyük Menderes Nehri’nin kuruması haberlerini okuyoruz. Geri dönülemez noktada mıyız?

Küresel ısınmanın etkisiyle Marmara Denizi’nde su sıcaklığı normalin üzerinde yükselmeye başladı. Marmara Denizi’ne azot, fosfor gibi kirlilik yükleri yüksek atık sular veriliyor. Kirlilik yükü yüksek olan Marmara Denizi’nde küresel ısınmanın, durgun hava şartlarının ve su sıcaklığının artması ile tabakalaşma gerçekleşti. Neticede deniz yüzeyinde fitoplanktonlar dediğimiz mikroorganizma yapıları oluşmaya başladı. Bu fitoplanktonlar kısa sürede oluşur ve kısa sürede de strese girerek ölürler. Fitoplanktonlar öldüğünde deniz salyası dediğimiz polisakkaritler dediğimiz maddeleri salgılar ve sonuçta su yüzeyinde 1cm ile 5-6 metre arasında uzayan müsilaj veya deniz salyası dediğimiz yapı oluşur.

Bu doğal bir olaydır ancak bu olayı tetikleyen etmenlerin başında küresel ısınma, tabakalaşma ve azot, fosfor gibi kirletici yüklerin fazla olması geliyor. Hava hareketli olursa ve tabakalaşma azalırsa denizde hareketlenme başlıyor ve yüzeydeki müsilaj tabana çöküyor. Çökünce de tabanı battaniye gibi örtüyor ve bu sefer tabandaki deniz canlılarının oksijen transferini engelliyor ve özellikle balıkların yumurtalarına ve diğer deniz canlılarına zarar veriyor. Dolayısıyla hızlı bir şekilde Marmara Denizi’ni kirleten kaynaklar tespit edilmeli. Marmara Denizi’nin çeşitli noktalarında Azot kirliliği, fosfor kirliliği, klorofil ağı, iletkenlik, tuzluluk, ph ve sıcaklık değişimi yüzeyden deniz tabanına doğru tespit edilmeli.

Konu ile ilgili ulaştığım ölçüm raporuna göre Marmara Denizi’nde fosfor ve azot olması gereken değerin çok çok üzerine çıktığından -doğal olarak ortaya çıkan- fitoplankton oluşumunu ciddi şekilde teşvik ediyor, fazla olursa çevreye zarar veriyor. Bu sebepten dolayı Marmara Denizi “hassas alan” ilan edilmeli. Marmara Denizi’ne verilen bütün kirleticiler kontrol altına alınmalı ve ileri arıtma uygulanmalı. Çoğu atık su arıtma tesislerinde yalnız karbon giderimi söz konusu. Ancak ileri arıtma yapılırsa karbon, azot, fosfor gibi kirleticiler de giderilerek Marmara Denizi’nin üzerindeki kirlilik yükü azaltılır.

Marmara Denizi ile ilgili beni endişelendiren diğer husus; Marmara Denizi’nin 20-25 m derinliğinden itibaren tabana kadar oksijen miktarı oldukça kısıtlı. Normal seviyenin de altında olduğundan dip balıkları nerede yaşayacak! Ekosistemin dengesi bozuluyor. Bunu önlemek için Marmara Denizi’ne bırakılan bütün atık sular ileri kademe arıtılmalı. Marmara Denizi’nin çevresindeki Bursa, Balıkesir, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli gibi şehirlerde tarımsal uygulamalarda AB ülkelerinde uygulanan iyi tarım uygulamasına geçilerek azot yükü az gübre kullanılmalı. Bize bu yıl deniz yüzeyindeki salyalanma (müsilaj) bir ipucu verdi. Beni korumak istiyorsanız bana kirlilik yükü düşük sular verin, temiz su verin diyor. Bunun da yollarını yukarıda saydık.

Peki, Büyük Menderes Nehrinin kuruması?

Büyük Menderes Nehrinin kurumasına gelince; bu sene o havzada ön incelemelerime göre normalin altında bir yağış olmuş. Türkiye’nin belli bölgelerinde (Güneydoğu Anadolu) olduğu gibi… Normalin altındaki yağış kuraklığı tetikliyor. Menderes havzasında da tarımsal ve endüstriyel sulama çok yüksek oranda yapıldığı için Büyük Menderes Nehri’nde ve tarımda su sıkıntısı başladı. Çözüm yukarıdaki barajların kademe kademe açılması, suyun Menderes Nehri’ne verilmesi ile buradaki ekolojik dengenin korunmasıdır: İkincisi bu bölgede su yoğun sanayileşmeye son verilmeli. Üçüncü yapılacak ise tarımda su yoğun tarımsal üretime son verilmeli. Tarımda aşırı su kullanılıyor ve bu bölge Türkiye tarımsal üretiminin %11’ini karşılıyor. Dolayısıyla su yoğun tarımsal üretim azaltılmalı, su az yoğun tarımsal üretime geçilmeli. Bölgedeki bütün belediye atık suları ile sanayi atık suları yine ileri kademe arıtma yapılarak kullanma ve sulama suyu olarak kullanılmalı. O havzada ve Büyük Menderes Nehri’nde hayatın devam etmesini istiyorsak bunları yapmamız lâzım.

Yağmur suyunu geçiren betonlar devreye girmeli. Parklar, meydanlar, açık otoparklar gibi yerlerde yağmur suyunu geçiren betonlar ve asfaltlar yapılmalı. Bisiklet yolları kesinlikle yağmur suyu geçiren döşemelerle kaplanmalı.

İstanbul’da kış aylarında bir kuraklık ve beraberinde barajlardaki su seviyelerinin düşük olması söz konusuydu. Kar yağışı ile bu sorun şimdilik ortadan kalkmış görünüyor. Ancak Türkiye’de bizi bekleyen tehlike kuraklık ve su kıtlığı. Ne yapacağız?

İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer şehirler için kesinlikle yağmur suyu hasadı gündeme alınmalı. Yağmur suyu hasadı ile ilgili yol haritası ortaya konmalı. Biliyorsunuz şehirler beton yığını haline gelince küresel ısınmanın da etkisiyle şehirlerde kentsel ısı adası etkisi artmakta. Kentsel ısı adalarının etkisi şiddetlendikçe yağışlar da azalıyor. Bu yüzden bir an önce şehirler ağaçlandırılmalı ve özellikle dere yatakları, yol kenarları, caddeler ve meydanlar yeşil koridorlara dönüştürülmeli. Ağaçlandırma seferberliği başlatılmalı. Kişi başına düşen yeşil alan asgari 15m2’ ye çıkarılmalı. Yayaların yürüyebileceği mesafede yeşil park alanı -beton park alanı değil- olmalı. Ve artık Türkiye’de çim ekimine dur denilmeli. Türkiye çim ekimine uygun bir ülke değil. Tropikal bir iklim bölgesindeyiz, ülkemizde tropikal ağaçlandırma yapılarak daha fazla gölgelik sağlanmalı.

Bunlar yapılırken yeraltı suyu da yağmur suyu ile beslenmeli. Fakat ne yazık ki şehirde yağmur suları kanalizasyon sistemine karışıyor. Tertemiz su kanalizasyon sistemine karışarak hem altyapı sistemini bozuyor hem de yeraltı sularını kirletiyor. Singapur’da ve Almanya’da olduğu gibi bütün belediyelerde yağmur suyu hasadına geçilmeli. Nedir yağmursuyu hasadı; birincisi, çatılarda biriken suyun tabanda oluşturulacak özel aparatlarla toplanması ve belli aylarda sulama suyu, yıkama suyu vb. amaçlarla kullanılmasıdır. İkincisi, yağmur suyunu geçiren betonlar devreye girmeli. Parklar, meydanlar, açık otoparklar gibi yerlerde yağmur suyunu geçiren betonlar ve asfaltlar yapılmalı. Bisiklet yolları kesinlikle yağmur suyu geçiren döşemelerle kaplanmalı. Çevre yolları kenarlarında bulunan şevlerde de yağmur suyu geçiren yapılar kullanılmalı.

Bizim ülkemiz yeraltı suyu fakiri; maksimum 17 milyar metreküp kapasitemiz var ve bunu artırmak için de yağmur suyunu geçiren beton ve asfaltlar kullanmalıyız. Üçüncü olarak yağmur bahçeleri üretmeliyiz. Özellikle yağmur yağdığında göllenmelerin olduğu yerlerde yağmur bahçeleri yaparak yağmur suyunun yeraltı sularına karışmasını sağlamış oluruz. Diğer taraftan yağmur suyunu kanalizasyondan uzakta tutmuş oluruz. Yeterli ağaçlandırma ve yağmur suyu hasadı ile şehirlerin su sorununu çözebiliriz.

Diğer yandan geldiğimiz noktada belediyeler sularını ileri kademe arıtmalı, yani karbonun yanında azotu ve fosforu da arıtmalı. Bunlar toplam yatırım maliyetin %5’i ila 10’unu geçmez. Mevcut tesislerde bu dönüşüm sanıldığı gibi zor değil. Pratik ve kolay olarak uygulanabilir.  Bu atık sular ileri derece arıtılarak sulama suyu ve kullanma suyu olarak kullanılmalı. Bütün sanayi tesislerinde, OSB’lerde ve belediyelerde atık suların ileri kademe arıtılması zorunlu hale getirilerek, arıtılan su park ve bahçelerin sulamasında kullanılmalı. Bu sularda organik madde var ve klorür ile dezenfekte edilince ciddi zarar verecektir, diyenler olacaktır. Bu doğru bir düşüncedir ama klorla değil UV ışını ile dezenfekte edersek bu sorun da oradan kalkar. Artık şehirlerimizi küresel ısınmaya ve kuraklığa dayanıklı hale getirecek altyapılarımızı oluşturmalıyız. Aksi takdirde gelecekte çok ciddi sıkıntılarımız olacak.

Açık otoparklar kesinlikle ağaçlandırılmalı. Dere yataklarını meselâ bazı belediyeler betonla kapatıyor, cinayet işliyorlar. Dere yatakları yeşil koridora dönüştürülmeli.

dere yatağıKentsel ısı adalarına vurgu yaptınız. Şehirler enerjinin, suyun ve gıdanın en yoğun tüketildiği yerler ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Giderek şehirsel alanlarda sıcaklık artıyor. Yapılaşmış çevreyi onarmak ve geleceği korumak mümkün mü?  

Onarmak ve korumak mümkün. Belediyeler şu andan itibaren çok kolay önlemler alabilir: Bir tanesi istisnasız bütün caddelerin, kaldırımların bir kenarını açacaklar ve ağaçlandıracaklar. Bu istisnasız yapılmalı. Ancak yörenin iklimine, yörenin şartlarına, yörenin doğal yapısına uygun ağaç türleri -dikkat edin ağaç diyorum çalı diyorum, kesinlikle çim demiyorum- dikmeleri gerekiyor. Tekrar ediyorum, caddeler, meydanlar, parklar ve açık otoparklar –açık otoparklar diyorum bakın- kesinlikle ağaçlandırılmalı. Dere yataklarını meselâ bazı belediyeler betonla kapatıyor, cinayet işliyorlar. Dere yatakları yeşil koridora dönüştürülmeli. Avrupa’da, Singapur’da, Çin’de ve Japonya’da birçok örnek uygulama var. Dere yatakları acilen açılmalı ve çevresi acilen yeşil koridorlara dönüştürülmeli. Dere yatakları da su geçirgen bir yapıya kavuşturulmalı. Yağmur suyu nereden akacak, yeşil koridoru, yeşil alanı biz nereden sağlayacağız. Sağlayamıyoruz, sağlayamadığımız için de kentsel ısı adaları oluşuyor. Bir de buna ek olarak şehirlerde evlerin cephelerini ve çatılarını (Bunu İspanya ve İtalya uyguluyor.) beyaz kireçle boyayın. Ne demek istiyorum; güneşten gelen ışınlar, çatılar ve duvarlar koyu olduğu zaman ısıyı emiyor ve akşama doğru da bunu doğaya veriyor böylece kentsel ısı adaları oluşuyor. Bunun yerine bütün binalar ısıyı atmosfere veren açık renkte boyanabilir. Böyle boyandığı zaman güneş ışığının absorbe edilmesi önlenir. Kentsel ısı adaları etkisi minimize edilir.

Sosyal mesafeyi korumak istiyorsak bisiklet yollarını arttıralım. Paris bunu yaptı. Bazı meydanlarını trafiğe kapattı, buralarda bisiklet yolları açtı. İlk başta esnaf bazı tereddütler yaşadı. Bisiklet yolları açılınca alışverişin azalacağını düşündüler. Satışları %50 arttı.

Görüyorum ki ülkemizde birçok kurum iklim değişikliği ve küresel ısınmanın önüne geçmek ve zararlarını onarmak için politika üretiyor, çeşitli yasal düzenlemeler ve çevreci yaklaşımlar içinde olduğunu –stratejik planlarında yer veriyor- söylüyor. Bu hedefler kamusal hayatta ve günlük hayatta uygulanıyor mu? Olumlu etkilerini ne zaman göreceğiz?

Kurumlar küresel ısınmaya karşı önlem almak istiyorlarsa özellikle pandemi dönemi bunun için bir fırsattır. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerde ve diğer tüm şehirlerde bisiklet yollarını çoğaltsınlar. Şehirlerimizde karbon emisyonunu azaltalım. Bunu birçok yazımda belirttim; sosyal mesafeyi korumak istiyorsak bisiklet yollarını arttıralım. Paris bunu yaptı. Bazı meydanlarını trafiğe kapattı, buralarda bisiklet yolları açtı. İlk başta esnaf bazı tereddütler yaşadı. Bisiklet yolları açılınca alışverişin azalacağını düşündüler. Satışları %50 arttı. Niye! İnsanlar çevresel faaliyetlere ve sosyal hareketliliğe ilgi gösteriyor. Bisikletle veya yürüyerek geliyor. İnsanları hareketsizleştirmek yerine hareket imkânlarını genişletmemiz lâzım. Bu şartlarda toplu taşıma araçlarının içinde virüsü önleyemezsiniz. Bunu önlemek istiyorsak elverişli, erişilebilir yaya ve bisiklet yolları açılmalı. İstanbul coğrafyasında bisiklet çok elverişli değilse elektrikli bisikletleri teşvik edip güvenliği sağlayacaksınız. Güvenli hareket edebilmek için gerekli tedbirleri almak gerekiyor. Bunun altyapısını belediyeler acilen kurmalı. Hem sosyal mesafeyi koruyup sera gazı salınımını azaltıyorsunuz hem de hareketliliği artırıyorsunuz. Diğer yandan şehirlerde geceleri akılsız aydınlatma yapılıyor. Zaten pandemi dolayısıyla gece şehirde kimse yok, yollar tenha. Buna rağmen sokakları meydanları aydınlatıyoruz. Yaban kuşlarını (hayatını) şehirden kaçırıyoruz. Bir an önce akıllı aydınlatma sistemine geçilmesi lâzım. Yani şehirlerimizi akıllandırmamız lâzım. Akıllı sistemlere geçmediğimiz sürece kirlilik artacak.

Havayı temiz solumak, toprağı onarmak ve iklimi kurtarmak için ferdi planda ne yapabiliriz?

Vatandaş olarak yapacağımız en önemli şey su tasarrufudur. Ben bu konuda bir hazırlık yapıp belediyelere ilettim. Bazıları birtakım düzenlemeler yapıp vatandaşla paylaştı. Bütün musluklarım ve bütün duş başlarım aeratörlüdür. Yarı su akıtır yarı hava: Yani ben komşumdan %50 daha az su kullanıyorum ama aynı işi yapıyorum. Suyu verimli kullanan bu aletler piyasada ucuz ve her yerde var. Evlerimizde işletmeciliği verimli hale getirmemiz gerekiyor.  Benim evimde lambaların tamamı LED lamba. Kesinlikle akkor lamba kullanmıyorum ve %80 enerji tasarrufu sağlıyorum, faturalarım düşük gelmekte. Yalnız bir şeyi başaramadım binamda. Maalesef yalıtım yok. Bütün binalar yalıtılmalı, eğer binalar doğru ve tekniğine uygun yalıtılırsa apartmanlarda %80’lere varan enerji tasarrufu sağlanıyor. Bir de diyorum ki bahçeniz yoksa balkonunuzda çiçek yetiştirin. Evinizin içerisinde iç mekan çiçekleri yetiştirin. Çalıştığım ofisin tamamı çiçeklerle doludur. Diyorum ki en azından kendi soluduğum oksijeni kendim üreteyim, doğaya katkı sağlayayım ve böylece ekolojik dengenin gerçekleştirilmesine katkıda bulunayım.

Dünyada en fazla plastik katı atık ithal eden ülkelerden biri de, İsveç’tir. Onlar yakıp enerji üretiyorlar. Ama İsveç tonuna 150 dolar alıyor. AB ülkeleri bu atıkları İsveç’e değil de niye bize gönderiyor? Bu soruları sormamız lâzım.

 Çöplerimizi ayrıştırmak da önemli bir husus sanırım bu anlamda?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müsteşarı iken projenin başındaki kişi idim ve bu projeyi bakanlığımızda pilot proje olarak başlattık. Çalışmaya 2016 yılının ortalarında bütün aksaklıklarını, sıkıntılarını ve çözüm yollarını ortaya koyarak başladık: Merkezinde ‘Ofislerde atıklar nasıl ayrıştırılır?’ sorusu vardı. Türkiye’de atıkların büyük kısmını mutfak, yemek ve gıda atıkları oluşturuyor. Biz sisteme entegre baktık; bütün atıkları azaltacağız ve sonra sıfırlayacağız. Bakanlıktan emekli olup ayrıldığımda atıkları sıfırlamıştık. İşletmemizde camları, plastikleri, alüminyum kutuları, organik atıkları vd. ayrıştırdık: Organik, yani mutfak atıklarından kompost ürettik. 4000 kişiye yakın insanın çalıştığı bir yerde atıkları minimize ederek bu örneği başka kurumlara, kademe kademe yaygınlaştırmaya başladık.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu sistemleri tek seferde halkın hepsine mâl edemeyiz. Sindire sindire, kademe kademe uygulanmalı. Aksaklıklar görüldükçe çözümler bulunarak uygulanmalı. Aksi takdirde kompost aleti ya da konteynır dağıtmakla çözüm üretirim diyorsanız üretemezsiniz. Kompost aleti çalışan yerde kesinlikle bir çevre mühendisinin olması lâzım. Çünkü Kompost halesindeki organik maddelerin reçetesi doğru hazırlanmalı, sıcaklık, karıştırma ve pH dengesi doğru ayarlanmalı. Bu şekilde sistem doğru çalışır. Ancak biz bunları bıraktık poşetle uğraşıyoruz. Hep bunu zikrediyorum.

Avrupa’dan 2020 yılında 700 bin ton plastik atık ithal ederken Türkiye’nin plastik atıklarını azaltamazsınız. Çin’in, Hindistan’ın, Malezya’nın ithal plastik atıklarla ilgili uyguladığı sistem, uyguladığı standart Türkiye’de de uygulanmalı. İthal edilen plastik atıkların içindeki kirlilik oranı binde 5’ten fazla olmamalı. Kesinlikle karışık plastik atık gelmemeli ve illa gelecekse temiz atık gelmeli. Kirli atıkların %35-40’ı çöpe gidiyor ve çevreyi ciddi şekilde kirletiyor. Bu konuda yalnız kendi ülkemi değil, AB ülkelerini de suçluyorum. Hem bize atığını gönderiyorsun hem de burada ne oluyor diye sormuyorsun. Nerede, nasıl değerlendiriliyor? Toprağa mı gömülüyor, denize mi dökülüyor, dere yatağına mı, göle mi atılıyor? Bu sorguyu yapmaları lâzımdı, geç kaldılar. Bu durum Türkiye’nin atık yönetimini olumsuz etkiliyor. Dünyada en fazla plastik katı atık ithal eden ülkelerden biride, İsveç’tir. Onlar yakıp enerji üretiyorlar. Ama İsveç tonuna 150 dolar alıyor. AB ülkeleri bu atıkları İsveç’e değil de niye bize gönderiyor? Bu soruları sormamız lâzım. Avrupalı çevreci kuruluşların bu soruları sormaları gerekir. Biz bu atıkları temizlemek için temiz su kullanıyoruz. O suyu da arıtamıyoruz. Global ölçekte baktığın zaman senin suyunun ya da benim suyumun kirlenmesi aynı yere -anlama- çıkıyor.

Türkiye 2016 yılında Paris İklim Anlaşması’nı onayladı fakat TBMM’den henüz geçmedi. Meclis’ten geçerse iklim politikaları için yol gösterici olur mu?

Olur. Türkiye henüz sera gazı salınımı (yaklaşık %1) minimum olan bir ülke olarak Paris İklim Anlaşması’nın birtakım opsiyonları olur. Türkiye’nin bazı konularda haklı olarak tereddütleri var. Özellikle Çin ve Hindistan gibi (grubun ülkeleri tam aklımda değil) ülkelere yardım paketinde olmak istemiyor. Çin’e, Hindistan’a, Malezya’ya vs. yardım edilirken bana da yardım edilsin istiyor. Bu ülkeler için ilave fon oluşturulacak. Tüm bu süreçler müzakere edilir, maddelere şerh düşülebilir. Böylelikle AB sürecinde yalnız kalmayız. Trump, Paris İklim Sözleşmesi’ni düne kadar imzalamamıştı, askıya almıştı. Yönetim değişince şimdi tekrar yürürlüğe girdi. Önümüzdeki süreçte bu sözleşmenin uluslararası boyutta etkileri olacak. Meselâ termik santraller kuracaksan Paris İklim Anlaşması ile uluslararası bankalar sana kredi vermeyecekler.

Anlaşmayı kabul edersek mi vermeyecekler?

Etsen de etmesen de vermeyecekler. Her ülke sera gazını azaltmak zorunda kalacak. İyi teknikleri uygulayacak, yenilenebilir enerji teşviklerini kullanacak. Paris Antlaşması’nı onaylamazsam yenilenebilir enerji teşvikinden teşvik alamayacağım. Bir de enerji yoğun sanayiye -sadece termik santraller değil, fosil yakıt kullanan tüm endüstriler- de destek vermeyecekler. Destek dediğim kredi. Hatta gelecekte daha da ileriye götürecekler ayıplı tesisler altlığı kuracaklar.

Ne demek bu?

Uluslararası boyutta sera gazı salınımı yüksek olan bu tesislerle ilişkilerinizi azaltın gibi altlıklar oluşturacaklar. Onun için Türkiye tüm yönleri ile Biden’la tekrar yürürlüğe giren Paris İklim Antlaşması için yol haritasını oluşturmalı. Zaten iki yılda bir hazırladığımız yol haritamız var. Bunu daha uygulanabilir hale getirmeliyiz. Türkiye için önemli bir fırsat.

Şu anda bir rapor hazırlıyorum; AB ülkeleri sera gazı salınımını azaltmak için konut sektöründe -altını çizerek söylüyorum- 750 milyar Avro destek fonu oluşturdu. Yani binaların yalıtılması dahil, ısı pompalarının devreye girmesi -Türkiye olarak daha bunu kullanmıyoruz-, çatıların güneş tarlasına dönüştürülmesi için teşvik verecek. Yine rüzgâr enerjisinin artırılması, fosil yakıtlı enerjilerin minimize edilmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının artırılması ve binalarda konforlu yaşam alanlarının oluşturulmasını bu fonla destekleyecek.

Avrupa’da 35 milyon enerji yoksunu kötü konut var. Almanya ekonomik durumu kötü olanlara iyileştirme ve enerji verimli hale dönüştürmek için bina başına 10 bin Avroya kadar hibe veriyor. İngiltere’nin de 2022 sonuna kadar verdiği destek miktarı bina başına 5 bin Avro. Binanızı yenileyin, geliştirin, konforlu ve enerji verimli hale getirin, yaşanabilir hale getirin. Temel amaç, sera gazını azaltmak, konforlu yaşamı sağlamak… Hedef değer ne biliyor musunuz? Benim ülkemde evlerde metrekare başına 350 kilowatt saat enerji tüketilirken Avrupa bunu 50 kilowatt saatte indirmek istiyor. Bizim de binalarımızı enerji verimli, konforlu hale getirmemiz için çalışmalar yapmamız lâzım. Pandemi sürecinde böylece yeni iş alanlarını arttırabilir, yeni istihdam olanakları yaratabilir, enerji az yoğun sanayi sektörleri oluşturabiliriz.

Beni en çok heyecanlandıran, ısı pompaları… Ben müsteşarken ısı pompaları ile ilgili sektörlerle toplantı yaptım ki Türkiye’de henüz ısı pompası üreten tesis yoktu: Bir tesiste yalnızca monte ediliyor. Isı pompası sektörü geliştirilmeli. Dışarının sıcağını alıyorsunuz, içeriyi soğutuyorsunuz ya da dışarının soğuğunu alıp içeriyi ısıtıyorsunuz.  Isı pompaları binanızı konforlu yapıya dönüştürmek ve ısıtmak/soğutmak için en uygun yenilenebilir enerji sağlıyor. Böyle pompalar, böyle ekipmanlar ve böyle binalar var. Artık şehirleri sağlıklı, konforlu yani yaşanabilir hale getirmemiz lâzım.

Tüm binaların mantolanmasını ve şehirlerde görsel kirliliğe son verilmesini sağlamak lâzım. Enerji savurganlığına son verilmesi lâzım.