“Sivil Toplum Daha Çok Uzmanlaşmalı!”

“Sivil Toplumun Öncüleri” dosyamıza Fikret Toksöz ile devam ediyoruz. Kendisini “yerel yönetişim emekçisi” olarak tanımlayan Toksöz, 30 yıla yakın bir süredir TESEV (Türkiye Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Vakfı), Yurttaşlık Derneği ve Tarih Vakfı dahil birçok STK’nın kuruluşunda ve yönetiminde görev aldı. Kamu ve özel sektör ile sivil alanda deneyime sahip nadir isimlerden olan Fikret Toksöz, sivil topluma ilişkin tespitlerini pandemi sürecinde bizimle paylaştı. Sivil toplumda formel yapılardan çok, informel yapılara gidiş olduğuna işaret eden Toksöz, Türkiye’de uzmanlaşan STK’lara daha çok ihtiyaç duyulduğunu vurguluyor.

Sivil toplumda bulunduğunuz faaliyetlerden bahseder misiniz?

Marmara Belediyeler Birliği Genel Sekreterlik görevinde bulundum; bu yarı sivil toplum faaliyeti sayılır. Ayrıca Mülkiyeliler Birliği yönetiminde görev aldım. Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucularındanım. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ve iki kutuplu dünyanın bitiminden sonra, düşünce kuruluşu ihtiyacı ile ortaya çıktı, bu ihtiyaçtan ortaya çıkan TESEV’in yönetiminde görev aldım. Yine 1990’larda yeniden tarihi değerlendirme ihtiyacıyla kurulan Tarih Vakfı kurucusu üyesiyim. 10 yıl Yurttaşlık Derneği (eski adı Helsinki Yurttaşlar Derneği) yönetiminde görev aldım. Diğerlerinin de çeşitli tarihlerde yönetimlerinde görev aldım. Ezcümle 30 yıldır fiilen derneklerin yönetim ve denetim kurullarında görev alan aldım. Aktif olarak Yurttaşlık Derneği’nde çalışmayı sürdürüyorum.  Bunlar farklı gibi görünse de her biri aslında insan hakları ve demokratik hukuk devleti olma yolunda çalışmalar yürüttü.

Sivil alanda olmak size ne kattı?

Çok şey kazandırdı; beni çok özgürleştirdi. Kamu sektöründen Ankara’dan İstanbul’a geldiğim için, Ankara ile İstanbul arasında çok fark olduğunu söyleyebilirim. Ankara’da devlet geleneği ve düşünce farklı bir şekilde çalışıyor. İstanbul’da başarı kriterleri Ankara’dan farklı. İstanbul’da 4 derneğin üyesi ve yönetiminde bulunmak hem Türkiye’yi hem dünyada olan biteni daha iyi kavramama yardımcı oldu. Değerli insanlarla beraber çalıştım.

Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Kendimi “yerel yönetişim emekçisi” olarak tanımlıyorum. Çünkü uzun zamandır yerel yönetişim üzerine çalışıyorum. Yönetişimin en önemli ayağı sivil toplum zaten. Yaklaşık 30 yıldır sivil toplumda kimi zaman kurucu üye, kimi zaman yönetimde görev aldım; kimi zaman da danışman oldum ya da bazı projeleri yürüttüm. 1990’lardan bugüne dek bu işlerle meşgulüm.

Sivil toplumda kendinize bir misyon atfediyor musunuz?

Değişim, değişim, değişim…

“Resmi olmayan her türlü oluşum sivil sayılabilir”

Sivil toplumu nasıl tanımlarsınız? Türkiye’de ‘sivil toplum’ kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Resmi olmayan her türlü oluşum sivil sayılabilir. Genel olarak son zamanlarda dini cemaatlerin sivil toplum olup olmadığı tartışması var. Çünkü orada bir şeyh var, ona tabi oluyorlar. Son zamanlarda Batıda da dini cemaatler, bizim gibi tarikatlar değil ama buna benzer yapılar var. Habermas diyor ki: ‘Avrupa’nın seküler kalbine dini cemiyetler bıçak gibi girdi’. Onlar da artık sivil toplumda karar mekanizmasında söz sahibiler. Dolaysıyla bunu görmezden gelemeyiz. Türkiye’de de bunu çok yaşadık, hala yaşıyoruz. Devletten doğrudan kaynak da alabilir ama doğrudan devletin beslemediği bütün faaliyetleri sivil toplum faaliyeti olarak ifade edebiliriz.

Kamu, özel sektörde ve sivil toplumda çalışmış biri olarak karşılaştırmalı olarak sivil toplum için ne söylersiniz? Sivil toplum bir sektör mü?

Olmaya çalışıyor. Özel sektör ve kamu sektörü henüz buna hazır değil. Türkiye’de devlet merkezli, yaklaşım var. Türkiye’nin önde gelen tüm özel sektör kuruluşlarının kendi STK’ları var. Koç, Sabancı gibi. Bunlar da çok değerli faaliyetler yürüten STK’lar. Mesela İKSV olmasa, Türkiye’nin sanat ve kültür hayatı çok eksik kalırdı. Ancak bu STK’lar, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi konularda pek ses çıkarmazlar. Türkiye’de bu konularda çalışan çok az STK var.

Türkiye’de “yönetişim” kavramını ve kavramın kurumlar için taşıdığı önemi, en yalın haliyle nasıl anlatırsınız?

Yönetişim iki şeye otuyor. Biri kültür. İlk olarak yönetişim kültürüne sahip olmanız gerekir. Önce ailemize bakalım. Bir karar alırken çocukların görüşünü alıyor muyuz? Sonra ülkedeki kültürün açıklığı ve katılımı desteklemesi lazım. Çünkü kendi evimizde bunu sağlayamazsak toplum içinde de sağlayamayız. Bundan çıkmak çok zor. Bu nedenle yönetişim, öncelikle bir kültür meselesidir.

Yönetişimi diğer açından etik sorun olarak görüyorum. Mesela bir belediye başkanı halka hesap vermeyi, nereye ne kadar para harcadığını açıklamayı, kendisi için etik olarak gerekli görmesi lazım. Ama Türkiye’de böyle bir etik mecburiyet yok. Kültür zaten ahlakla iç içe. Kültürün desteklediği yönetişim yasalarla sağlanamıyor. Batıda da kolay sağlanamadı. Bunu yasaları değiştirerek yaptılar. Bunun en iyi örnekleri Amerika’da var. Örneğin eski başkanlardan Nixon yalan söyledi, sonra yalan söylediğini itiraf etti ve istifa etmek zorunda kaldı. Yerine geçen Amerikan başkanı seçim beyannamesinde “gün ışığında yönetim kuracağız” sözü vardı. Kanunları ona göre değiştirdiler. Amerika’da başta anayasa ve diğer yasalarla etik olarak açıklık ve katılım destekleniyor. Açıklık ahlaki değerleri de yükseltiyor. Bizde bu yok; 2005’teki yerel yönetim reform taslağı sanırım hala Adalet Bakanlığı web sitesinde duruyor. O taslakta: “Kamunun her kararı ilgili paydaşlarla görüş alarak hazırlanacak. Bu olmadığı zaman, mahkeme o kararı otomatik olarak iptal edecek” ifadesi var idi.

Türkiye’de bu konudaki açıklık ve katılım konusunda en etraflı kurallar, Belediye Kanunu’nda var. Orda da “yapabilir” diyor. Yani belediye başkanı isterse oluyor. Oysa bunun yasalarla desteklenmesi lazım. Bu yapılmadığı için, bizde sivil toplum yeteri kadar etkin olamıyor, kamu da hesap vermekten hep kaçınıyor.

“Türkiye’de Şeffaflık Nerdeyse Sıfır Derecesinde”

Kamu sektöründe kariyerine başlamış ve yerel yönetişim uzmanı biri olarak, 2020 Türkiye’sinde kamunun sivil topluma bakışına dair tespitleriniz neler?

Bugünkü durum çok umut verici değil. Yönetişim alanında ‘katılımcılık var’ gibi yapılıyor. Sadece katılımcılık değil önemli olan, sivil toplumun karar alma mekanizmalarına katılabilmesi için elinde birtakım verilerin olması lazım. Dolaysıyla şeffaflık ve açıklık çok önemli. Ama görüyoruz ki Türkiye’de şeffaflık nerdeyse sıfır derecesinde. Yıllardır yerel yönetim üzerine araştırma yapıyorum, bir kısmı AB ve hatta içinde bakanlıkların da olduğu projeler yürütüyorum. Kamudan bazı bilgileri almakta hep zorlandık, bazı bilgileri dolaylı aldık. Merkezi hükümette bu konuda bir irade olması lazım. Ben böyle bir irade göremiyorum.

Her ne kadar son Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Dernekler Dairesi yerine İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü kurulmuş olsa da pek bir şey fark etmedi. Çünkü Ankara’da yakın zamana dek, sivil toplum ile ilgili daire, Emniyet Genel Müdürlüğü binasının içinde idi. Yani siz, sivil toplumla ilgili birime polisten geçip gidiyordunuz. Sığıntı gibi Emniyet binasında duruyordu. Sivil toplum devletin çok ciddi kontrolünde. Bugün sivil toplum ve yönetişimin birlikte işlev yapması çok zor. Merkezi hükümet kapandıkça, belediyeler de kapanıyor; belediyeler de bilgi vermemeye çalışıyor. Bunda partiler arasında bir fark yok. Tüm belediye başkanları aynı tavrı gösteriyor. Böyle bir güçlükle karşı karşıyayız.

Yönetişim kavramının yer bulması için sivil toplum ne yapmalı? 

En azından uzmanlık gerekiyor. Dünyanın her yerinde hükümetlerin kararlarına müdahale etmek zor ama yerel yönetimlere ulaşmak daha kolay. Bunun mekanizmaları var. Yerel kararların alınmasında sivil toplum daha etkili olabilir. Sivil toplum, yerel yönetimlerin stratejik planlarının hazırlanmasında yer alabilir. Her şeye rağmen son 10 yılda Türkiye’de kurulan STK sayısı artıyor. Bu, sivil topluma bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor.

Yönetişim, sivil toplum için neden önemli?

Sivil topumun önce kendi içinde demokratik olması gerekiyor. Buna da Türkiye’de pek rastlanmıyor. Bu konuda sivil toplumu çok fazla suçlamıyorum çünkü bu bir veri. Genel olarak dernekler birkaç kişi tarafından yönetiliyor. Bunun aksi yönündeki iyi bir örnek, Helsinki Yurttaşlar Derneği, yeni adıyla Yurttaşlık Derneği. Orada karar alma mekanizması açık, tüm üyeler katılabilir. Tabii etkin faaliyetler yürütemeyince sivil toplumda da bir iştahsızlık oluştu. Bu da kendi içinde demokratik ilkelere uymak zorunda kalmamasını etkiledi. Böyle bir güçlükle karşı karşıyayız. Bunun zamanla aşılacağını düşünüyorum. Şimdi artık başka bir yere de gidiş var: onu da görmek lazım.

Sivil Toplumda Formel Yapılardan Çok, Enformel Yapılara Gidiş!

Nereye gidiş?

Sivil toplumda formel yapılardan çok, enformel yapılara gidiş var. Sosyal medya bu kadar etkin olmadan önce STK’lar çok etkindi ama şimdi günümüzde sosyal medyada her şey o kadar hızlı akıyor ki… Bir örnek vermek gerekirse, bir belediye bir karar aldı, siz mahalleli olarak bu karara karşı koyacaksınız. Burada çok etkin çalışan bir platformunuz bile olsa, toplanmak için herkesin gelmesi, karar alması zaman alacak, zor olacak. Siz onu konuşup karar alana dek, belediye o kararı hayata geçirmiş olacak. Dozer gelip ağacı götürecek ya da tarihi bir esere zarar verecek. İşte bu nedenle artık daha hızlı hareket etmek gerekiyor. Şimdi birey tek başına ses çıkarıyor. O tek başına çıkardığı ses, eğer haklı bir konu ise binlerce kişi ona destek oluyor. Karar alıcılar sonunda geri adım atmak zorunda kalıyorlar. Bugünkü yeni sistemde bile bunu görüyoruz. Halkın tepkisinden korktukları için İstanbul Sözleşmesi’nde geri adım atamıyorlar. Yani örgütlü dernekler, kurumsal yapılar yerine bireyler örgütlenmiş durumda. Bunun Türkiye için daha önemli olduğunu düşünüyorum. Birey vatandaş oluyor, sesini çıkarıyor.

Yani örgütlü dernekler, kurumsal yapılar yerine bireyler örgütlenmiş durumda. Bunun Türkiye için daha önemli olduğunu düşünüyorum. Birey vatandaş oluyor, sesini çıkarıyor.

Ancak bu formel yapıların tamamen ortadan kalkacağını göstermez. Batıdaki örneklere baktığımızda şunu görüyoruz. Daha çok uzmanlaşmış alanlarda dernekler var. Bizdeki, mimar mühendis odaları gibi, Hayat çok karmaşık çünkü, normal bir vatandaşın anlayamayacağı kadar zor sorunlar var. Bu sorunlarda uzman görüşünü almak gerekiyor. Uzmanlaşmış sivil toplum artık daha çok öne çıkıyor. Ve bütün parlamentolar dünyada yasama görevini yaparken mümkün olan en geniş mutabakatı sağlamayı çalışıyorlar. Bunun için de sivil toplum ile iç içe çalışıyorlar. Hayvanlara ilgili yasa çıkarmak mesela, bir uzmanlık gerektiriyor. Bunları görmek lazım. Daha uzmanlaşmış gruplara ihtiyaç var. Sivil toplum biraz daha uzmanlaşmış alanlara doğru kaymak zorunda. Oraya doğru da gidiş görüyoruz.

Hemşehri dernekleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sivil toplum faaliyetleri yürütüyorlar mı? 

Tarihi Kentler Birliği üyesiyim aynı zamanda. Sivil toplumdaki deneyimleri ve Anadolu’nun farklı kentlerindeki gözlemlerim çerçevesinde hemşehri derneklerinin önemli işlevler gördüğünü düşünüyorum. Bu dernekler iki şey sağlıyor: köyden kente gelişte toplumun yumuşak geçişine destek oluyor. Hemşehri dernekleri şehirdeki dayanışmayı kolaylaştırıyor. Bu yönüyle önemli bir işlev görüyor. Diğer ülkelerde gecekondu bölgeleri çoğunlukla suç yuvası, hatta bazı yerlere devlet giremiyor. Türkiye’de ise kentleşme sürecinde büyük yağma ve büyük hareketler olmadıysa, bunda hemşehri derneklerinin etkisi var.

Hemşehri derneklerini köyden kente göç edenlerin kente eklemlenmelerini kolaylaştırmasını bir de şu açıdan değerlendirebiliriz; Türkiye’de bağışçılık ve hayırseverlik konusunda yapılan bazı araştırmalar, Türkiye’de bağış faaliyetinin düşük çıktığı sonucuna varıyor ama ben buna katılmıyorum. Hemşehri dernekleri, topladıkları bağışlar ve ilişki ağları sayesinde bazı kamu hizmetlerinin yapılmasına öncülük ediyor.  Bu dernekler aracılığı ile yapılan bağışlar, informal ilişkiler, feodal veya akrabalık ilişkileri ile ilerliyor. Bu nedenle bunları ölçmek zor. Hatta bazılarında, mesela kadınlar yemek yapıp satıp çocuklara, gençlere burs veriyorlar. Bunlar da sivil faaliyet. Ancak bunlar kayda girmiyor ve biz ölçemediğimiz için bilemiyoruz.

Ayrıca, Türkiye’de ekonomik göstergeler çok kötü görünse de informal ilişkiler sayesinde büyük olaylar olmuyor.  Sokakta dilenci sayısı az, fuhuş çok yaygın değil. Güçlü aile bağları ve hemşehri dernekleri gibi yapıların bunlarda etkisi var.

Pandemide günlük tutuyorsunuz; pandemi süreci bizi nereye getirdi? Bir şeyler değişti mi? 

Pek farkında değiliz ama bence değişti. Liberal düşüncenin temsilcisi Amerika, Trump yönetiminde ilk defa pandemide çalışmadıkları halde para vermeye başladı. İlk defa emekçilere kamu kaynaklarından para vermek söz konusu oldu. Bizde de kişi başı bin TL para verildi. Bu çok küreselleşen ve çok liberalleşen ekonomilerde tekrar sosyal devlete dönüşü getiriyor.

Pandemiyle birlikte iki şeyin çok önemli olduğu ortaya çıktı: sağlık ve eğitim hizmeti. İkisi birden dünyada çok aksadı. İkisinin de eşitliği sağlayacak şekilde verilmesi gerekiyor. Türkiye’de 65 yaşı üstü için zatürre ve grip aşısını bedava yapacak. Eskiden beri kamu sağlığının bedava sağlanması tartışılıyordu, buna doğru gidiş olacak. Küreselleşme ile başlayan, “devlete gerek kalmadı” düşüncesi yerine, pandemide gördük ki merkezi hükümetin karar alması ve uygulaması gerekiyor. Bu, pek çok şeyi başka türlü yapmayı gerektiriyor. Pandemiyle birlikte çalışma saatlerinin esnekliği daha çok oturacak. Bu bir yandan emekçilerin ücret kaybına neden olurken, bir yandan da kadınların istihdamını kolaylaştırabilir. Bizdeki ataerkil aile yapısını da bozabilir. Pandemiyle birlikte sorunlar ile bu değişimler beraber olacak.

Pandemide Dönüşen Bireyler ve Sivil Alan Düşen Görevler

Pandemide sivil toplum dönüşüyor olabilir mi?

Daha çok bireyde bir dönüşüm olduğunu görüyoruz. Bireyler artık daha dikkatliler. Türkiye pandemiyle mücadelede başarısız diyemem: halkı suçlamak çok doğru değil. Yapılabileni yapmaya çalışıyorlar. Bu yeni bir yaşam tarzı, kimse için kolay değil. Beni asıl hayrete düşüren, İngiltere örneği. Londra sokakları daha kötü durumda. Pandemiden ölenler bizden çok daha fazla. Almanya çok disiplinli bir toplum ama orda da çok ölenler oldu. Oralarda da bireyler bu mücadeleyi sırtlanıyor.

Pandemide bedava sağlanan çok hizmet oldu. Ben pandemide her gün nerdeyse bir sesli kitap okudum, beni çok zenginleştirdi. Bireysel olarak başkalarına yarar sağlama, başkasını düşünme eğilimi pandemide artmış olabilir. Bu yeni bir kültür yaratıyor aslında.

Pandemide tuttuğum günlüklerimde yazdığım ve 65 yaş üstüne söylediğim mesaj şu: “Çok dertlenmeyin, çünkü neredeyse 100-200 yılda bir görülecek bir büyük olayla karşı karşıyayız. Buna tanıklık ediyorsunuz, bu çok önemli bir şey. Hepimiz bunun tanığı olduk. Hepimizin yarın için anlatacak büyük hikayeleri var. Bu tanıklığı yaşarken, olumsuzluklar yanında iyi şeyleri görmeye çalışın”. Burada mahalle bazında insanları eğlendirmek, onlarla hemhal olmak dertlerini paylaşmak gibi şeyler öne çıkabilir. İşte bu konuları da sivil toplum üstlenebilir.

Sivil toplum Türkiye’de ve dünyada ne değiştirdi? Neler başardı? Neleri başaramadı?

Sivil toplum sayesinde yeni kavramlar girdi hayatımıza: hesap verilebilirlik, açıklık, şeffaflık gibi. Sivil toplum yeni şeyler söylenmesini sağladı. 11. Kalkınma Planı’nda kadın istihdamını artırma hedefi var. Sivil toplum buralarda başarılı oldu. İstanbul Sözleşmesi’nde tartışmalara rağmen bu nedenle hükümet sözleşmeden çıkamıyor. Kürt meselesi ve insan hakları konuları zor konular, bu konular aşılamadı ama zamanla çözüleceğine inanıyorum.

Türkiye’de Ayrışmaya Rağmen Dayanışılan Ortak Konular

Türkiye’de siyasi iklim sivil topluma nasıl yansıdı? Son yıllarda Türkiye’de sivil alanın daraldığı tespitlerine katılır mısınız?

Sivil alan daraldı. Demokrasi liberal ekonominin türevidir, liberal ekonominin yarattığı sakıncaların, eşitsizliklerin yine demokratik bir toplumda giderilmesi gerekir. Demokratik bir toplumda sesi çıkmayanın, sesinin çıkmasının sağlanması gerekir. Türkiye’de her şeye rağmen bir özgürlük alanı var, bu ülkede tekdüze bir toplum yaratılması mümkün değil.

Türkiye’de ayrışmaya rağmen özellikle çevre, kadın, çocuk, eğitim ve ortak değerler konularında kutuplaşmayı aşmak mümkün olabiliyor. Bu konular üzerinden daha çok yoğunlaşarak, ayrışma, kutuplaşmayı aşmanın yolları bulunabilir. Son yıllarda kadına karşı tavırda değişim var. Bu konuda bir örnek vermek isterim. Yurttaşlar Derneği’nde bir proje için Adıyaman’da bir toplantıya gittik; çok çeşitli kesimlerden kadın temsilciler de katılmıştı. O toplantıda Kürt, Alevi, başı kapalı pek çok kadın vardı. Kadınlar problemlerini anlatıyorlardı. Üniversiteden bir erkek katılımcı “siz çocukları evde bıraktınız, burada oturmuş konuşuyorsunuz!” dedi. Bunun üzerine bütün kadınlar söz isteyerek, tepki gösterdi. Anadolu’da kadın girişimciler, kadın örgütleri ve birçok sivil oluşumlar var.

Hiç sivil toplum faaliyetine katılmamış veya gönüllük yapmamış birine, sivil toplumu
deneyimlerini önerir misiniz?

Sivil topluma ihtiyaç duyuluyorsa olur, insanlar sivil topluma katılır. Anlık şeylerle, bir yerde bir çöp toplayarak, sivil toplum faaliyeti sürekli olmaz. Bir alanda ihtiyaç olması, sivil topluma olan ihtiyacı da daha çok hissettirecektir. Türkiye’de özellikle dernek kurmak çok güç. Dernekler kanunu 1 sayfa ama uymanız gereken yüzlerce kural var. Dernekler özel hukukta yer alır ancak kamu hukukun konusunu oluşturur gibi kamu denetimi çok fazladır; Türkiye’de 200’e yakın devlet müfettişi dernekleri kontrol eder. Bu şekilde sivil toplum Türkiye’de geliştirilemez. Bu konularda düzenleme ihtiyacı var. Türkiye’de özel sektör ve kamu sektörüne ağırlık verilir oysa üçüncü sektör olarak, sivil sektörün de desteklenmesi lazım.

Nasıl ki özel sektör ucuz kredi, vergi muafiyeti veriliyor ve destekleniyorsa, STK’lara da özellikle kadın ve genç istihdamını sağlayacak şekilde, ayrıcalıklar getirilmeli ki, toplum örgütlensin. Sivil toplumun kaynak yaratması için kamu tarafından desteklenmesi gerekir. Dünyada bunun güzel örneklerinden biri Çek Cumhuriyeti’nde: burada isteyen vergi mükellefi, devlete verdiği verginin % 1’ini STK’lara verebiliyor. Bunlar tabii, sosyal yardım, çevre gibi belli niteliklere sahip olan STK’lar oluyor.  İnanıyorum ki, STK’ların personellerinden 5’inden 2’si, kadın- genç ya da engelli olarak, SGK primi, devlet tarafından ödense, bu hem ülkede ciddi seviyede istihdama katkı sağlar, hem de devletin yapamadığı-yetişemediği sanat, kültür, sosyal yardım gibi konularda sivil toplum çok daha etkili olur.

Ümitli misiniz?

Beni fazla iyimser bulanlar var. Bu iyimserlik hissiyatın ötesinde, gözlemlerime dayanıyor. Son yıllarda turizm fuarlarına katılan belediye sayısı çok arttı. İç ve dış turizm, Türkiye’de değişimi sağlıyor. Üniversite öğrencileri sayesinde kentlerin değişimi mümkün olabiliyor. Okullaşma oranı artıyor, kız çocuklar ile erkek çocuk sayısı neredeyse aynı. Kadın hareketi, turizm ve üniversiteleri Türkiye’yi değiştirecek 3 konu olarak görüyorum. Bu bahsettiğim göstergeler çerçevesinde, umutluyum.