“Türkiye’de Sivil Toplum Yeni ve Hâlâ Oturmadı“

Sivil Toplumun Öncüleri adlı dosyamızda bu hafta Yurttaşlık Derneği’nin kurucu başkanı Murat Belge ile konuştuk. Karşılaştırmalı Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptığı Bilgi Üniversitesi’nde görüştüğümüz Prof. Dr. Murat Belge, Türkiye’de sivil toplumun yeni ve hala oturmamış olduğunun altını çizerken, tarihin kendine özgü bir aşamasında olduğumuzu ve yeni teknolojiler geliştirerek doğrudan demokrasiye yol açacak kurumlar kurulabileceğini dile getiriyor.

Sivil toplumu nasıl tanımlarsınız?

Klasik tanımlarda genellikle toplumun 2 ana parçadan oluştuğu görülür: politik toplum ve sivil toplum. Politik toplum deyince anlaşılacak şey tüm kademeleriyle devlet. Bunların içinde olmayanlara ise sivil toplum diyoruz. Sivil toplumu tanımlarken “devlete ait olmayan alan” dediğimizde, özel hayat alanından bahsediyoruz.  

Bu ikisini halka olarak düşünürsek, sivil toplum özel hayat değil ama devlet alanı da değil; bu ikisini de içine alabilen yerde. Sivil toplum geleneği olan, bu geleneği yaratmış toplumlarda politik toplum ve sivil toplum ayrımını koyabiliriz.

Ama sivil toplum tanımına başka şeyler de katmak lazım.  Tarihi gelişimi içinde sivil toplum için “işlerini kendi gören insanlar” şeklinde bir genelleme yapılabilir. Bir araya gelip, karar verip, bu kararları uygulamaya koymuş insanlar topluluğuna sivil toplum deriz. Türkiye’de ise bazılarımızın şikâyet ettiği gibi “devlet nerede?” diye bağıran insanlarla karşılaşırız. Bizde ille devlet gelecek ve her şeyi yapacak. 

Osmanlı’dan Günümüze Sivil Toplum Kavramı 

Türkiye’de sivil toplum kavramı ne ifade ediyor?

Türkiye, çok köklü ve kendine özgü devlet kültürü olan bir toplum.  Tüm Osmanlı tarihi buna örnek… Batılılaşma sürecine girince devletin yeni rolleri ve sonra Cumhuriyet, devletin belirleyiciliğini azaltmadı, çoğalttı. Kavramsal olarak bakınca, bizde sivil toplum kavramı negatiftir. Mesela, yarı-argoda “denize sivil girdi”, “çıplak girdi” demektir. Osmanlı’da sivil başıbozuk demekti. Adama başıbozuk dediğine göre, sivil kelimesine pozitif bir değer vermiyorsunuz. Buna benzer etimolojinin değişik örneklerini görebiliriz. Zaten geleneksel Osmanlı toplum teorisinde, devlet ve reaya var. Devlet içinde de en küçük olan grup, sivil memurlardır. Bizim sivil diye yücelttiğimiz değerlerle, Osmanlıda bu kavrama aynı değeri vermeyen bir devlet felsefesi var. 

Osmanlı’dan Türkiye’ye devamlılık ve değişkenlik gösteren unsurlar var mıydı? Sivil toplum hiç pozitif anlamda kullanılmadı mı? Osmanlı ile Türkiye’nin sivil toplum kavramına bakışında farklılaşan unsurlar var mı?

Şerif Mardin Osmanlı’da sivil toplumun gelişmesine örnek olarak tarikatları gösterir. Ben aynı kanaatte değilim. Çünkü sivilliğin, kaçınılmaz şekilde bireysellikle beraber gitmesi gerekir. Tarikat ise tek tip-uniform bir davranış kalıbı göstermeyi gerektirir. Bektaşi gibi, daha Sünni Ortodokslara göre, daha kuraldışı şeyler de olabilir. Bu nedenle, potansiyel sivilleşme alanı olarak tarikatlar alınabilse bile, realize olmuş, Osmanlıda gerçekleşmiş bir sivilleşme olduğu söylenemez. İdari anlamda mesela muhtar, halk tarafından seçilir, tayinle gelmez. Ama daha yukarı kademelerde, Osmanlı siyasi örgütlenmesinde parti ve belediyecilik yoktur. Bu şartlarda sivillikten bahsetmek pek olası değil 

Sivillikten ne anlamalıyız? Ne olursa, sivil olur? Ölçütümüz ne?

Sivil toplumun tarihi büyük ölçüde Batıda şekillendi. Orada sivil toplumu, kendi özgürlüğünü bir bakıma satın alanlar, burjuvalar geliştirdi. Bazı kentler bunda öncü rol oynamıştır. En başta Venedik’i sayabiliriz. Resmi yetkili kimse, ona belli bir vergi ile “al parayı bizim işimize karışma” diyerek serbest oluyorsun. Kentlerde bir örgütlenme var, kırsal kesimde sivil toplumdan bahsedilemez. Venedik’te 100’ler ve 10’lar meclisi var: bunları kendileri seçiyorlar. Bunlar burjuva, aristokrat değil. Venedik’te bin yıllarında kurulan bu örnekler, bu şekilde Avrupa’da sivil toplum geleneğini başlatmış. 

Bizde ise sivil toplum yeni ve hala oturmamış. Türkiye’de yaygın olarak kullanılan, mesela Mimarlar Odası ve Barolar,  kanuna göre kurulan kuruluşlardır; sivil toplum değildir. Ülkü Ocakları’na sivil toplum denemez. Ancak iş insanı örgütleri sivil toplum olabilir. 

Bir edebiyat profesörü olarak, edebi metinlerde sivil toplumun aktör olduğu metinlerle karşılaştınız mı?

İlk defa soruluyor bana, hiç düşünmemiştim. Türkiye’de sivil toplumu edebi metinlere katayım diye düşünecek biri aklıma gelmiyor. O gözle okuyacak bir okur da düşünemiyorum. Özellikle, tiyatro ve romana bakmak lazım. Şiirde sivil toplumla pek karşılaşmayız. Yani sorunuza “hayır yok” denebilir. 

Sivil toplumda kendinizi hangi kavramla tanımlarsınız?

Aktif olma inisiyatifi olma gösteren, bir sivil toplum üyesiyim. 

“Türkiye’nin Temel Sorunu Sivil Toplumunun Olmaması”

Bize sivil toplum faaliyetlerinizden bahseder misiniz?

Öncelikle teorik kısmında var oldum. Avrupa’da da sivil toplumun teorisini yapılması, Venedik’te pratiğinin başlaması, 18. Yüzyıl Avrupa’da tartışılmaya başlandı. J. J. Russo sivil toplumu ilk dile getirenlerdendir. Hegel özellikle sivil toplum kavramını kullanmıştır. O kullanımda, ikili bir sivil ayrım var. Kabaca devlet olmayan demek… Bu yeterli değil tabii, sonra K. Marx da kullandı ama Marx için çok belirleyici bir analitik araç değil. Daha sonra A. Gramsci, sivil toplum kavramını bütün toplumu analiz etmenin metodu haline getirdi. Sivil toplumları yaratan, Batılı toplumlardır. Ben de Gramsci’ci bir Markist olarak, “Türkiye’nin temel sorunu sivil toplumunun olmaması” diye yazdım. Sivil toplumla ciddi olarak tanışmam Helsinki Yurttaşlık Derneği ile oldu. 1993 yılında demokratik yapıların ve sivil toplumun geliştirilmesi için sorunları diyalogla çözmeyi amaçlayan Helsinki Yurttaşlar Derneği kurduk. Türkiye’de yaptığımız işler, daha çok Kürt sorunu çevresindeydi. 2016’da Yurttaşlık Derneği olarak ismimizi değiştirerek, faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.  

Sivil toplum ile elde ettiğiniz kazanımlardan bahseder misiniz?  

Uluslararası Helsinki Yurttaşlar Derneği’nde aldığım roller ve onun bağlantısı ile kurduğum ilişkiler, başkan olarak da oynadığım rolden ötürü, bir hayli dünya gezdim. Mesela Kore’ye bile gittim, Güney Afrika’ya gittim. Bu bencilce bir şey belki ama sivil toplum deneyimlerimin benim dünyayı tanımama epeyce katkısı oldu. Mahiyet bakımından Brezilya’ya gitmek ile Diyarbakır’a gitmek çok da farklı değil. Her iki durumda da insan tanıyorsun ve sorun tanıyorsun. İnsanlara ve sorunlara dokunabilecek yakınlıkta tanımanın senin bilincinde, hayatına katılım biçiminde değişiklikler ve bence pozitif değişikler yapıyor. 

Son yıllarda Türkiye’de sivil alanın daraldığı tespitlerine katılır mısınız? 

Bence de öyle, zaten tüm toplum tek adam rejimi altında …Bir takım yasal değişikliklerle faaliyet alanını daraltıldı. Bir düzelme beklemiyorum. Osman Kavala’nın durumunun, sivil topluma dair bir anlamı var ama bundan öte, tek adam iktidar merkezi, birilerini cezalandırma anlayışı etkili… Tabii, sivil topluma da bir gözdağı veriliyor. Büyük Ada Davası da bu şekilde değerlendirilebilir. 

Sivil toplum bu baskıyı nasıl aşar?

Sivil toplum, siyasi partinin yerini almamalı ancak sivil toplum ile siyaset arasında ciddi alışverişler olmalı.  Yani siyasi parti, sivil toplumdan beslenmeli ama birinin yerine diğerinin geçmemesi gerekir. Beraber çalışmalılar. Ayrıca, sivil toplum sadece ulusal olmaz. İsveç sanayisinin asit yağmuru Türkiye’ye yağıyorsa, Türkiye’de olan bitenler de sadece Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Sivil toplumun dünyaya, küresel bir vizyonla bakması lazım. Şuan çok iç açıcı bir durum yok… 

“Dünya Tarihinin, Kendine Özgü Ve İlginç Bir Aşamasındayız”

Daraldığı söylenen sivil alanda sivil toplum çalışanlarına ve gönüllülere ne önerirsiniz? Yurttaşlar ne yapabilir? 

Dünya tarihinin kendine özgü ve ilginç bir aşamasındayız gibi geliyor bana… Sürekli konuşulan popülist siyaset ve popülist iktidarlar var. Bence bu, temsili demokrasi denilen sistemin kendi ömrünün sonuna gelmesiyle oraya çıkan bir durum… Zaman içinde seçilenler ve seçenler arasındaki mesafe büyüyor ve siyaset yapmak bir meslek haline geliyor. Onun kendi içinde kuralları var. Herkesin anladığı bir şey değil siyaset ve vatandaş da siyasetten kopuyor ve işte burada popülizm başlıyor. Kendisiyle bağlantı kuracak kişi popülist siyasetçi sanıyor. 

Bir yandan bu böyle iken, temsili demokrasi yıpranmışken, bir yanda da iletişim teknolojinde muazzam bir gelişme yaşanıyor. Bu araçlarla, yeni teknolojiler geliştirerek doğrudan demokrasiye yol açacak kurumlar kurabiliriz. Teknoloji, şuan var olan şeyi aşmış durumda. Ama şu an teknolojiyi, bu şekilde kullanma fikri oluşmuş değil. Yerini kaybetmek istemeyen politikacıların da bunda etkisi var. Bunda, sivilleşmenin yarım yamalak yürümesinin de payı var. 

Bunlar gerçekleştiğinde, yurttaşın sadece kendisine verilen talimatları yerine getiren bir adam olmaktan çıkıp, kendi iradesini ortaya koyan aktif, olayların akışını belirleyen bir duruma gelmesin öngörüyorum. Önümüzdeki dönemin olumlu gelişmesi bu gibi görünüyor bana…

Aynı zamanda olumsuz olan gelişme durumları da var: insanlar arasındaki eşitsizlikle büyüyor. Neo-liberalizm ve sınıf farklılıkları, dünya nüfusu artıyor çevre sorunları büyüyor. “Yaşayan insanların yarısından fazlası fazlalık” diye bir ideolojinin çıkmasını ve yaygınlaşmasını bekliyorum. Buna yönelik ne gibi uygulamalar olabileceğini de dehşet içinde hayal edebiliyorum. Bu da çok geçmeden karşımıza çıkacak. Başka gezegen mi bulalım? Yoksa “burada fuzuli adamları mı giderelim? diye sorunlara doğru gidiyoruz. 

“Sivil Toplum Sadece Yardımcı Olma Faaliyeti Değildir”

Sivil toplumda hiç faaliyette bulunmamış birine sivil topluma katkı sunmasını tavsiye eder misiniz?  Neden? 

Kendileri için de bunu yapabilirler. Sivil toplumda faaliyette bulunmak illa amme menfaatini gerektirmeyebilir. O tarafları da var ama “başkalarına yardımcı olmalıyım” bilincine erişmek hemen olmuyor. Herkese böyle düşünmesini empoze edemeyiz. Mesela, mahallende gökdelen yapılıyor: bunu çeşitli nedenlerle istemiyorsanız, orada bir sivil toplum kurar ve sonunda bundan kazançlı çıkarsınız. Ya da domates fiyatlarının yükselmesinde şu faktörler rol oynuyorsa, o faktörlerin ortadan kalkması için başkalarıyla faaliyet geçilebilir, yine başkalarıyla başarılı olursan daha ucuz domates yersin. 

Doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen, başka insanları ilgilendiren haksızlığı ortadan kaldırmayan v.b. nedenler bir araya gelenler de sivil aktivizmin parçasıdır. Yani, sivil toplum faaliyeti, sadece başkalarına yardımcı olma faaliyeti değildir. Bu amaçla da sivil topluma katkı sunulabilir.