Sivil Toplum Yerel Yönetimler İlişkisinde Kırılma Noktaları

Sivil toplumun nasıl bir belediyecilik anlayışı var, neler bekliyor, neleri değiştirmek istiyor? Neleri değiştirebileceğinin farkında mı? Soruları başta olmak üzere sivil toplum penceresinden ‘Nasıl Bir Yerel Yönetim’ göründüğünü ortaya koyacak olan dosyamıza; Yönetişim Uzmanı Fikret Toksöz’ün bu sürecin tarihsel sürecine yönelik analizleriyle başlıyoruz. Yerel yönetim alanındaki tecrübesinin yanı sıra, TESEV ve Yurttaşlık Derneği’nde bu alanda önemli projeler yürüten Toksöz; terazinin iki kanadını da bilen bir uzman olarak; tarihi sürecin satır başlarına ışık tutuyor.

Sivil Sayfalar olarak 2019 yerel seçimlerine yaklaştığımız bu günlerde kent hakkını ve kent hakkı savunuculuğunu odak noktamıza alarak bir dosya hazırladık: “Yerel Seçime Doğru Sivil Topluma Sorduk: Nasıl Bir Yerel Yönetim”

Sivil toplum; yönetişim anlayışının en önemli ilkeleri olan;  şeffaflık, hesap verebilirlik, çok aktörlülük ve katılımcılık konularını gerçekleştirmede önemli bir konumda… Yurtaşların taleplerinin yönetime ulaştırılması, şeffaf ve denetlenebilir bir yönetim mekanizmasının sağlanması; yaşanan sorunlara ortak çözümlerin bulunması için sivil toplum, kamu ile vatandaş arasında önemli bir köprü işlevi üstleniyor. Söz konusu yerel yönetim olunca bu mekanizmanın doğru kurulması; gündelik hayata etkileri açısından daha da hayati bir öneme işaret ediyor.

Dosyamızda; sivil toplumun yerel yönetimlerle ilişki kurma biçimlerini, birlikte çalışma yürütüp yürütülemediğini mevcut durum analizinin yanı sıra; ideal modelin ne olduğu üzerinden de değerlendirdik. Yerel yönetimlerin hizmet alanlarına göre; geniş bir örneklik teşkil edebilecek kadar farklı sivil toplum kuruluşlarıyla; yerel yönetimlere mercek tutmaya çalıştık. Parçası olduğumuz ve savunuculuğunu üstlendiğimiz kentten neler beklediğimizi hem görmek hem de göstermek için girdiğimiz bu yolda savunuculuk yürüttüğümüz alanlarda neler yapılabilir, nasıl işbirlikleri geliştirilebilir sorularına cevap bulmak istiyoruz. Sivil toplumun kente dair biriktirdiği tecrübenin görünür olması; yayın politikamızın da bir parçası.

Sivil toplumun nasıl bir belediyecilik anlayışı var, neler bekliyor, neleri değiştirmek istiyor? Neleri değiştirebileceğinin farkında mı? Soruları başta olmak üzere sivil toplum penceresinden ‘Nasıl Bir Yerel Yönetim’ göründüğünü ortaya koyacak olan dosyamıza; Yerel Yönetim Uzmanı Fikret Toksöz’ün bu sürecin tarihsel sürecine yönelik analizleriyle başlıyoruz. Hem sivil toplum hem de yerel yönetimler alanında uzun yıllar çalışan Yönetişim Uzmanı Fikret Toksöz, dosyamızın ilk haberinde ilişkinin tarihsel süreci hakkında bilgi veriyor.

Toksöz’e göre bu ilişkinin kırılma noktalarının ilk adımı 1977 seçimleri… Muhalefetin o dönemde ilk kez büyük illerde belediye seçimlerinde başarılı olduğunu hatırlatan Toksöz, iktidardan kaynak almakta zorlanan yerel yönetimlerin; iktidarı etkilemek için sivil toplumla, vatandaşla ilişki kurmak gibi demokratik tavırlarla girdiğini belirtiyor. O dönemlerde sivil toplum kuruluşlarının sayısının çok az olduğunu belirten Toksöz, “Olanlar da maalesef o günkü kutuplaşma sonucunda sağ ve sol olarak çok ideolojik bir şekilde ayrılmışlardı. Çok fazla ilişki kurulabilecek durumda değillerdi. Dolayısıyla biraz daha az politik olan kuruluşlarla ilişki kurmaya çalışıldı. Bunun için Mimarlar Odası, Esnaf dernekleri vs.  Bunlarla ilişki kurarak hükümet üstünde baskı yapmaya çalıştılar. Bu bazen hükümetin yumuşayıp ek kaynak vermesine yardım etti.” Dedi.

O günlerdeki ilişkinin bilinçli bir birlikte çalışma düşüncesi olmadığını belirten Toksöz, diğer önemli bir tarihin 1983’de çıkartılan Büyükşehir Yasası olduğunun altını çiziyor. Toksöz’e göre Rio Zirvesi’yle alınan yerel gündem kararları ve 1996’da yapılan Habitat 2 Zirvesi sivil toplum ile yerel yönetimlerin ilişkisinde diğer önemli eşikler.

Habitat Zirvesinden sonra sivil toplumun kendisini ‘reşit görmeye’, ‘ben de varım’ demeye başladığını vurgulayan Toksöz, iki önemli olayın daha bu ilişkiyi büyüttüğünün altını çiziyor:  “Birincisi 99 depremi. Depremde devletin çok aciz kaldığını gördük, dört beş gün düzenleme yapamadı. O zaman sivil toplum ve vatandaş müdahalesi başladı. Türkiye içinden ciddi bir yardım seli  ve girişimler başladı. Bir yandan yardım çalışmaları örgütlendi bir yandan psikolojik destek verildi. Bunu dernekler  sağladı. Diğer önemli olay ve bu işi rayına oturtan Avrupa Birliği sürecidir. Birliğin demokrasinin tam işlemesini sağlayan Kopenhag kriterlerinde dernek kurma özgürlüğünden söz ediliyor ve derneklerle iş yapılmasını öngörüyor. Türkiye de bunun için bir takım adımlar attı, dernekler kanunu değiştirdi, bir takım düzenlemeler yaptı. 2005’de yerel yönetim reformu yaptı. Bence Türkiye’deki bu son yıllarda yapılan en önemli demokratik reform budur. Çünkü burada sistem başından 1930’da çıkarılan kanun belediyeleri henüz reşit kabul etmediği için devletin vesayetini ağır bir şekilde hissettiriyordu. 2005’de idari vesayet kaldırıldı bunun yerine demokratik vesayet yani  sivil toplum ve vatandaşın denetlemesi esasına getirildi. Hala tam kurulabilmiş olmasa da ciddi bir paradigma değişikliği oldu.” diye anlatıyor.

Bunun yansımalarının sivil toplum alanında hissedildiğini belirten Toksöz, “Yaşadığımız günlerde karşılaştığımız demokrasi sorunlarına rağmen mesela 2007’deki dernek sayısı yetmiş bin civarında. Bugün 140 bin civarında bir yandan baskı var bir yandan da vatandaşlar dernekleşmeye sürdürüyor. Kadına karşı şiddet, çocuğa karşı şiddet, hayvan hakları, çevre ile ilgili derneklerin arttığını görüyoruz. Bu ister istemez yerel yönetimler üzerinde bir baskı yaratıyor. “ diyor.

“Türkiye’deki bu son yıllarda yapılan en önemli demokratik reform budur. Çünkü burada sistem başından 1930’da çıkarılan kanun belediyeleri henüz reşit kabul etmediği için devletin vesayetini ağır bir şekilde hissettiriyordu. 2005’de idari vesayet kaldırıldı bunun yerine demokratik vesayet yani  sivil toplum ve vatandaşın denetlemesi esasına getirildi. Hala tam kurulabilmiş olmasa da ciddi bir paradigma değişikliği oldu.”

Toksöz’ün yerel yönetimler sivil toplum alanında altını çizdiği iyi bir örnek kendisinin de danışman olduğu  Antalya Muratpaşa Belediyesi’nin kurduğu Sivil Toplum Merkezi. Bu merkezde 130 dernekle hizmet sözleşmesi imzalandığını ve şehirdeki hizmet alanlarıyla ilgili 15 platformun kurulduğunu belirten Toksöz; sivil toplumun böylece karar alma sürecinin parçası haline gelebilmesinin kolaylaşacağını ifade ediyor. Antalya örneğinde ve genel olarak sivil toplumun yerel yönetimlerle ilişki kurma, karar alma süreçlerine katılma konusunda yeterli istek duymadığı ve bilgide olmadığını belirten Toksöz, “Sivil toplum bugüne kadar Türkiye’de neredeyse ‘istemezük’ sloganı arkasında duruyor. Yani bunu odalarda falan da görüyoruz. Hükümet ya da belediye bir tasarı ya da icraat yapıyor, buna karşı bir alternatif çıkarabiliyor musunuz? Alternatif çıkarabiliyorsanız oturup konuşalım. Bununla ilgili de mekanizma yoktu, sivil toplum da alternatif çıkarmaya pek yatkın değil. Çünkü böyle örgütlenmediler. Bunu hatalı bulmuyorum çünkü demokrasi eksikliğini böyle kapatmış oluyoruz. Başka yerde çıkarmıyor insanlar; sesini çıkarabilecekleri mecra yaratılmış oldu. Ama bu demokrasi fikri toplumda daha yaygın kabul gördükçe bunun düzeleceğini sanıyorum. Önümüzdeki günlerde hele bu belediye seçimlerinden sonra bunun daha ön plana çıkacağını düşünüyorum. Kentleşmeyle beraber bazı sorunlar da sertleşme, çıkmazlar başladı. Bunları belediye tek başına kolay kolay çıkamaz, başka bir üçüncü gözün katkısına ihtiyaç var. Burada sivil topluma ihtiyaç var. Sivil toplum buna göre örgütlenmeli, bunun için de katkı yapılması lazım.” Diye konuşuyor.

Hükümetin reel sektörü kalkındırmak için yaptığı katkıları sivil toplum alanına da uygulaması gerektiğinin altını çizen Toksuz, “Devlet  en az 40 yıldan bu yana reel sektörü geliştirmek için pay veriyor, teşvik ediyor ama sivil toplumu desteklemek için bir katkıda bulunmuyor. Hatta yardım edeceğine derneklerin başında böyle demoklesin kılıcı gibi duruyor, dernek yöneticisi olup da ceza almayan neredeyse yok. O eksik bu eksik diye sürekli ceza yazıyorlar. Eğer toplum üç ayaklıysa kamu, özel sektör ve sivil toplum ise; üçüncü ayak kısa. Bunu desteklememiz gerekiyor. Aynı reel sektör gibi teşvik alması lazım. Bu teşvik Antalya’daki belediyenin yaptığı gibi ona imkanlar sunmak ya da ortak hizmet sözleşmeleriyle katkıda bulunmak şeklinde olabilir. Bu olmazsa sivil toplum kalkınamaz.”  Dedi.

Batılı devletlerde sivil toplumun teşvikler sayesinde iş piyasasında önemli bir yer tuttuğunu belirten Toksöz, “Bugün Hollanda’da sivil toplum istihdamın yüzde 14’ünü sağlıyor. Sivil toplumun bir başka faydası kadın istihdamını arttırması. Esnek çalışma saatleri koyduğu için kadınların çalışmasını mümkün kılıyor, hem aile içindeki rollerini güçlendiriyor hem de onları vakitlerini değerlendirmiş oluyor. Muhalefet veya iktidarın bunu böyle görmesi gerekiyor. Türkiye’yi yöneten politik güçlerin bunu sadece  demokrasinin geliştirilmesi değil kadın istihdamını arttırmak, eşitsizlikle mücadele gibi alanlar için de yapması gerekiyor.  Almanya ve Fransa’da askerlik hizmetini sivil toplumda çalışarak yapmak mümkün. Kobilere uyguladığı teşvikleri sivil toplum için de yapabilir. Toplumda yeni bir dönem açacaktır ve sivil toplum önemli hale gelecektir. Sivil toplum sadece üç beş gönüllünün yaptığı faaliyet olmaktan çıkacaktır. Daha geniş bir kitleye hitap etmek zorunda kalacaktır. Çek Cumhuriyeti’nde başlayan bir uygulama var, vatandaş ve sivil toplum arasındaki ilişkiyi kurmak için herkes gelir vergisinden sonra bir dilekçe veriyor, verginin bir kısmının derneklere aktarılmasını istiyor, maliye de bunu yatırıyor. Bunu özellikle kamunun ulaşamadığı alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşlarını desteklemek için bu sosyal hizmetler, sanat ve kültür eğitim gibi konularda çalışan derneklere katkı yapılıyor.” şeklinde anlatıyor.

Sivil toplumun kendi arasında da mekanizmalar ve platformlar kurmaya yatkın olmasının ve birlikte çalışmak konusunda istekli olmasının önemine de vurgu yapan Toksöz, “İHOP bunun iyi bir örneğidir. Aslında yapılması gereken bu platformları kurmak ve daha güçlü hale gelmektir. Birbirine yakın işler yapan var ama alandaki diğer çalışan kurumdan habersiz. TESEV, TÜPAV, TÜSEV, SETA gibi dernekler var, birbirleriyle hiç konuşmuyor beraber ne yapabiliriz buna hiç bakmıyor. Demokratik işbirliği yapma alışkanlığımız yok. Sivil toplum yöneticilerinin bunu görmesi ve işbirliği yapmaları lazım. Fon varsa işbirliği yapılıyor yoksa yapılmıyor. “ değerlendirmesinde bulunuyor.