‘Türkiye Ekonomisinde Temel Sorun Eşitsizlik’

Ekonomi politikalarının çok konuşulduğu bir dönemde, İslam iktisadı alternatifini gündeme getiren ve bu alanda fikir ve teoriler üretilmesini teşvik etmeyi amaçlayan İLKE’nin ve alt kuruluşu İKAM’ın Yürütme Kurulu Başkanı Lütfi Sunar, adil, müreffeh ve sürdürülebilir bir ekonomi inşası gerektiğini söyleyerek, “Bunu yaparken de bölüşüm ve sosyal adaleti vurgularken üretkenliği ve verimliliği kaybetmemek gerekiyor. Türkiye ekonomisinde kısa vadeli tedbirlerle uzun vadeli çözümler getirilmeye çalışılıyor. Bizim sorunlarımız daha derinlikli, daha uzun vadeli” açıklamasında bulundu.

İLKE, (İlim Kültür Eğitim Derneği) “Geleceğin Türkiye’si” projesi kapsamında eğitim, yükseköğretim, dış politika, iktisat, kültür, yönetim, sivil toplum ve sosyal politika alanlarında, Türkiye için gelecek vizyonu oluşturmak amacıyla 3 yıldır raporlar yayımlıyor. Bu rapor serisinin 3’üncü çalışması “Geleceğin Türkiye’sinde Ekonomi” raporunu geçtiğimiz günlerde kamuoyuna sunan İLKE Derneği ve İKAM’ın (İslam İktisadı Araştırmaları Merkezi) Yürütme Kurulu Başkanı Lütfi Sunar ile İslam iktisadını, mevcut ekonomik düzen hakkındaki düşüncelerini ve önerilerini konuştuk.

İKAM ne zaman ve ne amaçla kuruldu?  

İKAM 2016 yılının Aralık ayında kuruldu. İKAM, İLKE Derneği çatısı altındaki kuruluşlardan biri. İLKE çatısı altında yer alan İGİAD, İLEM ve YEKDER gibi kuruluşlara ek olarak İslam iktisadı alanına odaklanan İKAM ve sivil toplum kuruluşlarına destek veren Kurumsal Yönetim Akademisi (KYA) yer alıyor. İKAM, İslam iktisadı hakkında araştırmalar ve yayınlar yapan, eğitimler düzenleyen ve çeşitli kamuoyu geliştirme faaliyetleri yürüten bir araştırma merkezi. İKAM, 7 yıldır yürüttüğümüz İslam İktisadı Atölyesi’nin neticesinde meydana çıktı. Bu atölye, her yıl bir konu çerçevesinde, dünya çapında alanında önemli isimlerini bir araya getiren, tartışmaları yayınlayan bir oluşum. İlkini 2013 yılında gerçekleştirdik. Bu yıl ise 7’incisini düzenledik.

İslam İktisadı çalışmaları alanında bir boşluk mu gördünüz?

Evet, bir boşluk oluşmuştu. Daha önce alan nispeten hareketliyken 90’lardan itibaren bir düşüş ve 2000’lerde de ciddi bir ilgi kaybı söz konusu olmuştu. 2009’da biz bu alanda faaliyetlere başladığımızda hemen hemen unutulmuş bir konuydu. Alanla ilgili yayınları ancak sahaflarda, diplerden bulup çıkarıyordunuz. Biz biraz da Türkiye için gerekli olduğunu, önemli olduğunu düşündüğümüz için bu alanda faaliyetlere başladık. Sonrasında Türkiye’de ortaya çıkan ilgi ve canlanmada yürütülen atölye çalışmalarının ciddi bir katkısı oldu. Atölye bu anlamda dünyayla teması sağlamak, alandaki yeni çalışmaları takip etmek açısından bir ilginin oluşmasına, Türkiye’de bu konuyla ilgili önemli isimlerin bir araya gelmesine, yavaş yavaş bir zemin oluşmasına vesile oldu. 2016 yılının sonunda, bu atölye çalışmalarından ortaya çıkan bilgi ve birikimi somut bir çıktıya, uzun vadeli alanı besleyecek bir zemine dönüştürmek için İKAM’ı kurduk. Kurulalı 2 yıl olmasına rağmen, hem ülke çapında, hem de küresel çapta çok ciddi mesafeler kaydeden, bu anlamda alanın gelişimine ileri düzeyde katkı yapan bir merkez oldu. Atölyenin uluslararası bir faaliyeti olarak yılda bir kez yapılmasını arzu ediyoruz. İlerleyen zamanlarda İslam İktisadı Atölyesi’nin odağını derinleştirme çabasındayız. Atölye çıktıları her yıl Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanıyor. Biz burada finansı ele almıyoruz. Zira finansla ilgili çok sayıda çalışma var. Biz iktisat odaklı, sistem odaklı bir yaklaşımla devam ediyoruz.

‘İslam İktisadı Sadece Müslümanlar İçin Gerekli Bir Sistem Değil’

İslam İktisadı nedir?

Burada çok çeşitli bakışlar var. Bizim bakışımıza göre, İslam iktisadı iktisadi yaşamı sosyal adalet eksenli bir şekilde kurma arayışıdır. Kurucu babalarına, ortaya çıkış gayesine baktığımızda, postkolonyal (sömürgecilik sonrası) dönemde bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelerin kalkınma macerasının parçası olarak ortaya çıktı. Bu da küresel düzeyde iktisadi eşitsizliğe, adaletsizliğe bir karşı çıkış olduğunu gösteriyor. Çünkü küresel düzeyde, iktisadi olarak eski sömürge düzeninin bir yansıması olan, daha müreffeh olanların, sanayileşmiş olanların diğerlerini yoksullaştırdıkları bir düzen söz konusu.  Sömürge sonrası dünyalarda, bir iktisadi kalkınma macerası gerçekleştirilirken biraz da buna tepki olarak ortaya çıkmış arayış mevcut. İslam iktisadı, kalkınma öncelikli bir iktisat. Çünkü bu ülkeler yakılmış, yıkılmış, bağımsızlığını yeni kazanmış. Fakat zamanla, kalkınma ihtiyacı zayıfladıkça, biraz daha sosyal adalet, eşitlik, hem doğal dengeyi, hem de insani dengeyi gösteren bir iktisadi sistem olarak karşımıza çıkıyor. Biraz da bugünkü küresel iktisat düzeninin oluşturduğu çok temel sorunlara karşı bir alternatif arayışı olarak görüyoruz. Elbette ki küresel kapitalist sistem çok güçlü ve dönüştürücü. İslam iktisadını dönüştürüyor zamanla. Özellikle İslami finans tarafında, bir eklemlenme arayışı var. Finans sahası ana akım iktisadın oluşturduğu sorunlara bir yama bulma çabasına yenik düşebiliyor. Ama aslında İslam iktisadı biraz da farklı bir sistem vurgusuna sahip. Bu anlamda ben İslam iktisadını, sadece Müslümanlar için geçerli ve gerekli olan bir sistem olarak görmüyorum. Küresel düzeyde, mevcut küresel eşitsizlikten, iktisadi sömürüden rahatsız olan herkesin başvurabileceği alternatif bir iktisadi bakış söz konusu.

‘Küresel Kapitalizm Eşitsizlik Doğuruyor’

Mevcut ekonomik düzene eleştirileriniz neler?

Her şeyden önce çok ciddi düzeyde küresel eşitsizlikler var. Bu eşitsizlikler, aslında yapısal eşitsizlikler. İnsanların az çalışmaları, tembellikleri, beceriksizliklerinden ya da bu ülkenin kaynaklarının yetersizliğinden kaynaklanan eşitsizlikler değil; bizatihi sistem tarafından üretilmiş olan yapısal bir mahiyet azrediyorlar. Küresel kapitalizm eşitsizlik doğuruyor. Refahı belirli bölgelere, Kuzey ülkelerine yığıyor. Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasında çok büyük bir eşitsizlik var. Aynı zamanda sadece bölgesel eşitsizlik değil, ülkelerde sınıflar arasında da eşitsizlik var. Çok müreffeh ülkelerde bile bu böyle. Yoksulluk ve zenginliğin birbirini besleyecek şekilde iç içe olduğunu görüyoruz. Küresel kapitalizm kendi içsel sorunlarını da üretiyor aslında. Kapitalizmin sürekli krize girme nedenlerinden biri eksik tüketim. İnsanların kazançları düştükçe tüketemiyorlar. Fazla üretim krize yol açıyor. Sermaye miktarları, sermaye dolaşımı ile mal miktarları ve mal dolaşımı arasında çok ciddi bir orantısızlık söz konusu. Dünyadaki günlük sermaye dolaşımı, mal dolaşımının 3 katı. Bu anlamda bir şişkinlik var. Sermayenin belirli ellerde toplandığı ve dolayısıyla üretimi ve tüketimi besleyemediği bir dünyadan bahsediyoruz. Tüm bunlar reel bir iktisadi fayda ve üretim etrafında iktisadi yaşamın örgütlenmemesinden kaynaklanıyor. İnsanların ihtiyaçlarını ve faydalarını eksene alan bir iktisadi sistem ihtiyacı aciliyet kesbediyor.

‘Sistem, Örgütlenmeyi Engelleyecek Şekilde Kurgulanmış’

Küresel adaletsizliğe maruz kalanların sayısı daha çokken neden bahsettiğiniz şekilde bir örgütlenme hayata geçirilmiyor?

Bu dünyanın her tarafında böyle. Sistem, insanların örgütlenmesini engelleyecek, sorunlu hale getirecek bir biçimde yapılanmış. Bugünün sanayi sonrası sistemlerinde üretim kolayca ülkeler arasında kaydırılabiliyor; farklı tedarik zincirleri kolayca oluşturulabiliyor. Bu açıdan bakıldığında hızlı bir şekilde sermayenin dolaşımının daha kolay ve serbest olduğu, işçi dolaşımının ise bizzat ulus devlet nedeniyle engellendiğini ve o kadar kolay ve serbest olmadığını görüyoruz. Sermayenin hareketli, işçinin sabit olduğu bir sistemde, doğal olarak işçilerin örgütlenmesi ve hak talepleri de zorlaşıyor. Burada 90’larda beklendiğinin aksine ulus devletler, tam da küresel sermayenin işbirlikçileri olarak yerel emeğin denetlenmesini, kontrolünü sağlamak üzere aktif bir rol üstlendiler. 90’larda küreselleşmenin ulus devletleri eriteceği düşünülüyordu. Fakat sonra ortaya çıktı ki; ulus devletler küreselleşme için bir engel değil, hatta belirli açılardan bir kontrol aracı. Bunda bazen haklılar da. İş imkânlarının oluşturulması, sermayenin çekilmesi, bazı alanların işler hale getirilmesi gibi bir durum söz konusu olabilir. Ama o haklılığın çok da uzun vadeli bir geçerliliğe sahip olmadığını görüyoruz. Çünkü ne ulus devletler, ne de buralardaki halklar kazançlı çıkmadı. Belki bu devletler içinde küresel sermayeye aracılık eden çok küçük gruplar karlı çıkmış olabilir. Bu gruplar siyaseti etkilemede başarılılar. Dolayısıyla mücadele etmek, örgütlenmek o kadar kolay değil.

Kanaat Ekonomisi nedir?

Kanaat ekonomisi tabiri bireyler ve haneler için çok makul. Bir birey olarak ihtiyaçlarınızı sınırlandırır ve çılgın bir tüketim gerçekleştirmezseniz daha kazançlı çıkar, daha müreffeh bir hayat yaşarsınız. Ama ben bu tabirin sistem için kullanılmasını uygun bulmuyorum. Zira toplumlar söz konusu olduğunda burada bireyler gibi, tekil isteklerini, arzularını yönlendiren bir iradeden bahsetmiyoruz. Burada ortak ihtiyaç, ortak faydalardan söz ediyoruz. Yapılacak şey, insanlara ihtiyaçlarını kısıtlamalarını söylemek değil, insanların ihtiyaçlarını giderebilecek uygun yolları, verimli bir ekonomiyi oluşturmaktır. Aynı zaman da bu verimlilik ve üretkenliğin doğru bölüşülmesini sağlamak önemli. Kanaat ekonomisi birey için önemli bir kavram, ama toplumda üretkenlik, verimlilik ve adil bölüşüm kavramları daha fazla öne çıkıyor.

‘Din Zannedildiği Gibi Bir Avantaj Sağlamıyor’

İslam Dünyasındaki ekonomi yönetimlerini nasıl buluyorsunuz?

Çok genel bir soru bu. İslam Dünyası ekonomik bakımdan çok çeşitlilik arz ediyor. Henüz sanayileşenler olduğu gibi, küresel ekonomiye eklemlenen ülkeler de var; Bangladeş gibi, Etiyopya gibi henüz tarım toplumları olduğuiçin. Türkiye gibi görece daha entegre olmuş, hizmet ekonomisine geçiş yapmış ülkeler var. Bir taraftan da Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri güneyin doğal kaynak ekonomileri var.

Ancak genel olarak Müslüman ülkelerin küresel üretimde, katma değer zincirinde çok yukarıda olmadığını söyleyebiliriz. Bu çok önemli bir sorun. Tasarım, satış sonrası hizmetler, bilişim, Ar-Ge gibi alanlarda çok etkin değiller. İkincisi, sanayiden post endüstriye geçiş sorunlarını çok ciddi biçimde yaşıyor bu ülkeler. Özellikle emeğin de stabilize olması, sermayenin hareketliliğinin oluşturduğu sorunları aşırı düzeyde yaşıyorlar. Üçüncüsü de bütün bu ülkelerde hepsinde çok ciddi bir toplumsal eşitsizlik söz konusu. Kaynakların dağılımı, çıktıların dağılımı, fırsat eşitliği hususunda çok ciddi sorun var. Bu anlamda İslam dünyasında dini değerler düşünüldüğü gibi bir avantaj sağlamıyor. Hatta bazı hususlarda Latin Amerika ülkelerine benzer şekilde kötü durumlar çıkıyor. Halkı Müslüman olan ülkelerde yönetimlerin odaklanması gereken konular; verimliliği, katma değeri öncelemeleri, buna yönelik bir ekonomi yönetimini gerçekleştirmeleri, buna mukabil de çıktıların ve kaynakların adil bölüşümünü sağlamaları.

‘Uluslararası Sermaye, Vergi Reformuna Engel’

Türkiye Ekonomisinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Biz ‘Geleceğin Türkiye’sinde Ekonomi Raporu’nu yayımladık. O raporda şöyle bir vurgu vardı; adil, müreffeh ve sürdürülebilir bir ekonomi inşası gerekiyor. Bunu yaparken de bölüşüm ve sosyal adaleti vurgulamak ve üretkenliği ve verimliliği kaybetmemek gerektiği belirtiliyor. Türkiye ekonomisinde birtakım stratejik sektörlere yönelik dönüşümün ve katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesine yönelik bir ekonomik yapılanmanın gerçekleştirilmesi gerektiğini görüyoruz. Savunma, enerji, tarım ve bilişim stratejik sektörler olarak ön plana çıkıyor. Dünyadaki gelişmeleri yakalayacak şekilde yatırımların ve Ar-Ge faaliyetlerinin yürütülmesi gerekiyor. Türkiye ekonomisinde kısa vadeli tedbirlerle uzun vadeli çözümler getirilmeye çalışılıyor. Bizim sorunlarımız daha derinlikli, daha uzun vadeli sorunlar. Elbette ki kısa vadedeki sorunlara hızlıca çözüm bulmak gerekiyor. Ama aynı zamanda da uzun vadeli sorunlara odaklanmak, daha yapısal çözümleri yürütmek gerekiyor.

Bu yapısal dönüşüm de çok kullanılan bir laf. IMF jargonu. IMF’nin talep ettiği yapısal reformlar, 3 yıllık bir iyileştirmeyi getiriyor, 3 yıl sonra da ekonomiyi bozuyor. Ben bunu kast etmiyorum. Krediyle büyüyen, uluslararası müdahaleye daha fazla açık hale gelmiş bir ekonomidense üretimi, en aşağıdaki dezavantajlı grupların refah artışını eksene alan, belki kısa vadede hızlı çözümler getirmese de uzun vadede daha sağlam bir ekonomik zemini oluşturan dönüşümlere odaklanılması gerektiğini düşünüyorum. Yapısal dönüşüm derken vergi reformu önemli bir husus. Fakat Türkiye’de vergi reformu yapılmasının önündeki en önemli engellerden biri uluslararası sermayedir. Uluslararası sermayeye olan ihtiyaç her zaman vergi reformunu engeller. Çünkü büyük sermayeyi vergilendiremiyorsunuz. Vergilendirdiğinizde kaçma riski var. Ama onu vergilendirmediğiniz sürece de sürekli tekrarlayan krizlerle, yükün ekonomik olarak orta sınıfın sırtına bindiği bir malî sistem ortaya çıkıyor. Bu da tüketim sorununu doğuruyor. Tüketim sorunu ortaya çıkınca, üretim sorunu ortaya çıkıyor ve ekonomide 8-10 yılda bir tekrarlanan krizler oluşuyor. Hâlbuki belki bunu bir kere tercih ederek bu geçişi sağlayıp sonrasında daha sağlam bir ekonomik zemine erişilebilir, böyle bir vergi reformu bunu sağlayabilir.

Raporu ekonomi yönetimiyle paylaştınız mı?

Seçim sonrası yoğun bir gündemin olduğu bir dönemdeyiz. Ama daha önce yayınladığımız raporlardan gördüğümüz kadarıyla bu raporlara ciddi bir ilgi ve talep oluyor. Politika yapıcılar tarafından bizim önerilerimiz tartışılıyor. Elbette onların farklı bakışları da olabilir. Ancak biz meselelerin anlaşılmasına ve tartışılmasına bir tarafından katkı yapmayı arzu ediyoruz. Daha önceki raporumuza ileri düzeyde dönüşler aldık ve meselelerin anlaşılmasına ciddi katkıları oldu. Bu raporun önemli katkılar yapacağını düşünüyoruz.