“İyi Belediye Hayvanlara Gözden Çıkartılabilir Muamelesi Yapmaz”

Yerel seçimlere sayılı günler kaldı. Peki yerel yönetimlerin hayvan hakları karnesi ne durumda? Hayvan Hakları İzleme Komitesi(HAKİM) Koordinatörü Burak Özgüner, öncelikle "İyi bir belediye, insanlara ve hayvanlara tüketilebilir, gözden çıkartılabilir muamelesi yapmaz" diyor. Şehirlerin ne insan ne de hayvan odaklı olarak planlanmadığını da belirten Özgüner ekliyor: “Maalesef rant odaklı bir yerel yönetim anlayışı görüyoruz. Bu yaklaşım, hayvana da insana da telafisi mümkün olmayan zararlar veriyor ve korkunç bir ekolojik yıkım yaşanmasına sebep oluyor.”

Yerel yönetimlerle ilişkilerinizin biraz gergin olduğunu, basın açıklamalarınızdan biliyoruz. Son durum nedir anlatır mısınız?

Biz onlar hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz, onlar bizim hakkımızda suç duyurusunda bulunuyorlar. Sadece kurum olarak değil şahsi olarak benim için de ‘iftira’, ‘hakaret’, ‘kamu hizmetlerinin yapılmasını engellemek’ten suç duyurusunda bulunmuşlar. Neden hukuk yoluna başvurduğumuzu dahi anlayamayan bir yerel yönetim ile ilişki kurmak çok zor. Dava süreci devam ederken, İBB ile bir kere heyet görüşmesi yaptık ve o toplantı da son toplantı oldu. O toplantıda, hayvanlar için taleplerimizi çok net ifade etmiştik. Sokak hayvanlarına “sorun” odaklı bir yaklaşım benimsiyorlar hâlâ, bu yaklaşımdan uzaklaşmadıkları sürece, aramızda tabii ki bir işbirliği olmayacak. Çünkü safımız belli; biz yaşamdan, hayvanlardan yana saf tutuyoruz. Mevzu bahis yaşam hakkı, beden dokunulmazlığı hakkı olduğunda uzlaşma ve işbirliği gibi kavramlar da ortadan kalkmış oluyor bizim için.

Hayvan hakları konusunda çözüm bekleyen en temel sorunlar neler?

Öncelikli sorunun; hayvanların, bizler gibi, bu kentin bir sakini olarak görülmemesi olduğunu düşünüyorum. İstanbul, milyonlarca kent hayvanına ev sahipliği yaptığı gibi; yok olmasın diye mücadelesini verdiğimiz ormanlar da birçok türden yaban hayvanının yuvası… Şehri dizayn ederken sadece insan odaklı bir planlama yaparsak; hayvanları tamamen dışarıda bırakmış oluruz. Bu da milyonlarca hayvanın zorunlu göçe tâbi tutulması, açlık-susuzluk çekmesi, zorunlu göçten kaynaklı kendi aralarında, doğal olmayan bir iç çatışmaya sürüklenmesi demek. Kentin tüm unsurları düşünülerek bir şehir planlaması yapılması gerektiğini söylüyoruz ancak İstanbul’da insan odaklı bir planlama dahi yok; maalesef rant odaklı bir yerel yönetim anlayışı görüyoruz. Bu yaklaşım, hayvana da insana da telafisi mümkün olmayan zararlar veriyor ve korkunç bir ekolojik yıkım yaşanmasına sebep oluyor. Yerel yönetim anlayışının topyekûn değişmesi gerekiyor.

İstanbul özelinde durum nedir?

İstanbul’da, şehrin her iki yakasında, her türlü itirazımıza rağmen oluşturulan, şehirden uzak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mimarı olduğu iki dev toplama kampı var. Bu toplama kamplarından biz maalesef parlamentoda haberdar olabildik; buraların açılmaması için elimizden gelen her türlü mücadeleyi verdik. Mahkemenin iptal kararına rağmen, Kısırkaya’daki hayvan toplama kampı açıldı. Kısırkaya’dan sonra Tepeören’deki inşaat da tamamlandı. Bu her iki toplama kampı da inşa edilirken, buraların neden hayvanlara yarardan çok zararı olacağını, kamunun ne şekilde zarara uğratılacağını, İBB’ye çok anlatmaya çalıştık. Ancak maalesef Türkiye’de, kamu-STK ilişkileri çok zayıf. Biz, onları “yaptıkları yapacaklarının teminatıdır” diyerek eleştirdik; onlar da bize ‘bunların derdi hayvan değil, hükûmet karşıtı bunlar, o yüzden her şeye karşı çıkıyorlar’ diyerek ithamlarda bulundular. O kadar ileriye gittiler ki ana muhalefet partisinin bizleri kışkırttığını bile iddia ettiler. Şunu anlamaları gerekiyor. Talebimiz çok net;  zaten büyük bir yaşam mücadelesi veren hayvanların mağdur edilmesine hiçbir şekilde rızamız yok! 15 senelik Hayvanları Koruma Kanunu’na rağmen, bu hayvanlar hâlâ zehirleniyorsa, yok ediliyorsa, asla yaşamayacakları yerlere sürgün ediliyorsa bu belediyenin, yerel yönetimlerin ayıbı… Barınaklar, belediyelerde sürgün yeri… Başka müdürlüklerde istenmeyen personel, farklı gerekçeler, bahaneler uydurularak barınaklara sürgün ediliyor. Buralarda, hayvana sevgi ve saygı duyan insanların, gönüllülerin istihdam edilmesi gerekiyor. Bu olmadığı sürece barınaklarda yaşanan hak ihlâllerinin önüne kesinlikle geçilemez.

HAKİM Koordinatörü Burak Özgüner

Sivil toplumun bu konuda ‘katılımcı’ olma talebi nasıl karşılanıyor yerel yönetimler tarafından?

Sivil toplum, belediye barınaklarından içeriye girebilmek için çok büyük bir mücadele veriyor. Çoğu belediye, sivil toplumu ve hayvan koruma gönüllülerini, hiçbir şeyden memnun olmayan, her işe burnunu sokan kişiler, kuruluşlar olarak görüyor. Belediye barınaklarının sivil topluma tam erişiminin sağlanması gerekiyor. Sıkça kullandığımız ‘sivil denetim’ ifadesi, belediyelerin neredeyse tamamını rahatsız ediyor. Belediye yetkililerinin çoğu, ‘zaten bakanlıkça barınaklarımız denetleniyor, denetim yetkisi dahi yokken derneğin, gönüllünün denetimi mi olur?’ sorusunu soruyorlar. Sivil denetim ve gönüllü katılımı sağlanmayan hiçbir barınakta, hayvanlar da onların hakları da gözetilmiyor. Bunu sürekli deneyimliyoruz, ‘en iyi belediye’ olarak anılan belediyede dahi bunu görüyoruz. Hayvanların iyiliği için orada bulunan kişiler, gönüllüler gittikten sonra hayvanlar ihmal ediliyor; hayvanlara hakları olan bireyler olarak yaklaşılmıyor. Bu da beraberinde temiz suya, gıdaya erişememe, işkence, yaşam hakkı gasbı gibi hak ihlâllerini beraberinde getiriyor. Gönüllüler, belediye barınağında asla iyileşemeyecek durumdaki sokak hayvanlarını almak için, deyim yerindeyse, kırk takla atıyor. Çoğu belediye, acze düşmüş gibi görünmemek için çok ağır durumda olan, viral hastalıktan ölüme her gün yaklaşan, engelli hayvanları gönüllülere vermemekte direniyor.

Kazazede bir yaban hayvanı bulunduğunda, belediye hekimlerinin çoğu ne şekilde müdahale etmesi gerektiğini de bilmiyor. Bu hayvanları, ölmeden, yani zamanında yetkili bakanlık olan Tarım ve Orman Bakanlığı’nın taşra teşkilâtlarına teslim edilmesi ve ilkyardım, tedaviye başlanması konularında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bu hayvanlar, bakanlıkla protokolü bulunan yaban hayvanı rehabilitasyon ve kurtarma merkezlerine zamanında ulaştırılmadıklarından genelde büyük bir çaresizlik içerisinde ölüyorlar. Hayvanların özellikle yük ve insan taşıtma için sömürüldükleri yerlerde, belediyelerin bu hayvanlar için acil tedavi ve bakım üniteleri kurmaları şart. Bu konuda özel lojistik imkânlar sağlanmalı. Bunlar olmadığında, bu hayvanlar ölüme terk ediliyor. Bunların hepsi uzmanlık gerektiren konular ve uzmanlardan, sivil toplum kuruluşlarından destek almadan, karşılıklı işbirliği yapmadan belediyeler bunları yerine getiremez.

Özellikle Anadolu’da, belediyeler, seçmenine sosyal aktivite olsun diye, hayvanlı sirkleri getiren firmalar ile anlaşıyor. Belediyelerin, hayvanlara eğlence ve alay unsuru olarak yaklaşan işletmeleri kesinlikle davet etmemesi gerekiyor ki insanların, kendi dışındaki hayvanlara olan yaklaşımı değişebilsin. Belediye, hayvanlı sirki davet ettiğinde, oraya giden çocuğun da yetişkinin de hayvanlar üzerindeki “öteki” algısını desteklemiş oluyor çünkü.

Hayvan dostu bir belediye nasıl olmalı sizce?

İyi belediye olmak; ayrım gözetmeden, toplum içerisindeki herkesi, insanıyla hayvanıyla düşünerek hareket etmekten geçiyor. Daha çok, oy aldığı seçmeni düşünüp ona göre yatırım yaparak belli kesimleri dışarıda bırakan belediyeye iyi belediye denemez. İyi belediye, insanlara, hayvanlara tüketilebilir, gözden çıkartılabilir muamelesi yapmaz; zabıtası selpak satan çocuğa, seyyar satıcıya şiddet uygulamaz; hayvanlara kötü davranmaz.

Hayvan dostu belediye, hayvanların bedenine de bireyliğine de haklarına da saygı gösterir. Bunu sağladığımızda, belediyelerden hayvanlara yönelik zulmü de durdurmuş oluruz. Belediyeler bünyesindeki, hayvan toplama, temizlik, sağlık personelinin tamamının özel bir teste tâbi tutulması gerekiyor. Hayvana saygı duymayan kişilerin, hayvanla alakalı bir işte çalıştırılmaması gerek. Belediye barınaklarının, toplama/ölüm kampı değil; hayvanlara sağlık hizmeti veren tedavi üniteleri olması gerekiyor. Bir belediye eğer bakımevi kurmak istiyorsa bu tesise ulaşımı da kendisi sağlamak zorunda. Kimsenin ulaşamadığı, dağ başındaki barınak, kısa zamanda her türlü hak ihlâlinin yaşandığı, yurttaşların hayvanları takip edemediği toplama kamplarına dönüşüyor. 

Hayvan dostu belediye, yunus parkına, tematik akvaryuma ruhsat vermez; hayvanat bahçesi açmaz; atlı fayton çalıştırmaz. Hayvan hakları ihlâli yaşandığında, işini savsaklamaz; gerektiği gibi yaptırım uygular, hayvan hakları ihlâllerinin yaşanmaması için önleyici tedbirler alır. Mevzuatın dediği gibi, toplumu mevzuat ve hayvan hakları konusunda bilgilendirir. Kent hayvanları ile birlikte nasıl yaşayacağımızı, nasıl iletişim ve ilişki kuracağımızı sivil toplum kuruluşları ile işbirliği sayesinde tüm topluma anlatır.

Türkiye genelinde, maalesef Hayvanları Koruma Kanunu’nu ve Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’ni tam anlamıyla uygulayan belediye yok. Keşke olsaydı… İyi diyebileceğimiz belediyeler var ancak ben bu konuda adlarını zikretmeyi doğru bulmuyorum çünkü her belediyede hayvan hakları ihlâli yaşanıyor. En iyi belediyede dahi, hayvanların toplatılması, tedaviye zamanında ve gerektiği gibi erişmeleri açısından sıkıntı yaşanıyor.

Siz belediye başkanı olsaydınız kentte neyi değiştirmek isterdiniz?

Yukarıda da söyledim. Yönetim anlayışının topyekûn değişmesi gerekiyor. Her kesimin gözetilmesi esas alınırsa ancak o şekilde yaşanılabilecek bir kent yeniden kurulabilir. Yaşanılabilir bir kent için de tabii ki ekolojinin temel alınması gerekiyor. Ekolojik çözümler üretilmediği için, kentler bu kadar kaotik, birer kanser sebebi…

Sivil toplum, yerel yönetimlerin  tabandaki beklenti ve talepleri karşılamasını sağlamak için neler yapmalı?

Belediyeler için taban, maalesef parti seçmeni oluyor. Öncelikle bu algının değişmesi, yani belediyenin ayrımcı değil, kapsayıcı olması gerekiyor. Belediyeler, toplumdaki eğilimleri sürekli tespit ve analiz etmeli ve stratejik planını da bunlar üzerinden, ancak kimse için de mağduriyet oluşturmayacak şekilde şekillendirmeli.  Stratejik planlar, bu dönemde önemli çünkü belediyeler, seçimden sonraki altı ay içerisinde oluşturacakları stratejik planlarının dışına çıkıp farklı projeler yapamıyor. Sivil toplum, bu stratejik planların yazım süreçlerine aktif olarak katılmak için elinden geleni yapmalı diye düşünüyorum. Karar alma mekanizmalarına da nüfuz etme konusunda sivil toplumun ayrıca çabalaması gerekiyor. Yerel yönetimlerin çalışması gerektiği kadar, sivil toplumun da epey çalışması lâzım. Yerel yönetim-sivil toplum ilişkileri, Türkiye’de henüz emekleme aşamasında.

Aynı soruyu yerel yönetimlerin sivil toplumun gelişmesine katkıları açısından sorsak.

Belediyeler, kent konseylerini işler hâle getirmekle başlayabilir işe. Kent konseylerinin işler hâle gelmesi, hem belediyeler hem de sivil toplum açısından önemli. Sivil toplum ve yerel yönetimlerin birbirinden öğreneceği ve birlikte yapabileceği çok şey var. Böyle bir etkin işbirliğinin sağlanması şehrin de ilçenin de yararına olur. Belediyeler, sivil toplumun taleplerini kamu yararı gözeterek yerine getirirse, sivil toplumun daha fazla genişlemesini sağlayabilir. Belediyelerin mekân temini, lojistik desteği, kapasiteleri kısıtlı olan, yerelde çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları için önemli katkılar.  Yerel bazda faaliyet gösteren STK’ler, üyeleri, gönüllüleri ile yapacakları toplantılar ya da kendi alanlarında düzenleyecekleri etkinlikler için mekân bulmakta zorlanıyorlar. Her belediye, görüş ayrımı gözetmeksizin sivil topluma mekân desteği sağlasa büyük bir başlangıç yapmış olur.

Belediyelerdeki müdürlüklerin, kendi konularında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ile belli konularda ve düzenli olarak bir araya gelmesi de yerel yönetim-sivil toplum ilişkilerinin sağlanması için önemli bir başlangıç. Çoğu belediye, o muktedir olma hâlinin verdiği kibir ile, sivil toplumun deneyimlerinden faydalanmayı gereksiz buluyor. Bu yaklaşımın ortadan kalkması gerekiyor. Sivil toplumda büyük bir bilgi ve deneyim birikimi var. Tüm bunların haricinde, belediye başkanları, sivil toplum ile periyodik olarak belediye sınırları içerisindeki sivil toplum ile bir araya gelip öneri, eleştiri ve görüşlerini dinleyebilir. Bu tür etkinlikler belediyeler açısından ufuk açıcı olabilir.