Malatya’da Sivil Toplum Kuruluşlarının Çözüm Süreçlerindeki Rolü Tartışıldı

Malatya’da her kesimden yaklaşık 40 sivil toplum temsilcisi, Barış Vakfı’nın hazırladığı “Çözüm Süreci’nde STK’lar” raporu vesilesiyle yaklaşık iki yıl sonra bir araya gelerek barışı konuştu.

Akademisyen Cuma Çiçek tarafından Barış Vakfı için kaleme alınan “2013-2015 Çözüm Sürecinde Sivil Toplum Kuruluşları” raporu Malatya’da farklı kesimlerden sivil toplum temsilcisi ve kanaat önderlerinin bir araya geldiği bir çalıştayda tartışıldı. İHD Malatya Şubesi ve Hak İnisiyatifi ev sahipliğinde bir araya gelen katılımcılar, yapılan konuşma ve sunumların ardından yaklaşık dört saat barışın nasıl tesis edilebileceği konusunda görüş alışverişinde bulundular.

İHD adına Gönül Öztürk ve Hak İnisiyatifi adına Hüseyin Sarıgül’ün ev sahipleri olarak selamlamalarının ardından açış konuşması yapan Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz, bütün insanlık açısından en kutsal şeyin yaşam hakkı olduğunu vurgulayarak, “Barış Vakfı için en kutsal değer yaşam hakkını savunmaktır. Her koşulda, barışı konuşmak ve barış isteğinden uzaklaşılmaması için çaba sarf etmeliyiz.” ifadelerinde bulundu. 2013-15 yılları arasında süren ve 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bozularak yerini çatışmaya bırakan çözüm sürecinin ardından tarafların yapıp ettiklerinin çok tartışıldığını hatırlatan Tahmaz sivil toplum kuruluşları ile ilgili şunları söyledi: “Çatışmaların başlamasından sonra çok şeyi konuştuk ama bir şeyi konuşmadığımızı düşünüyorum, bu toplumda çalışan sivil toplum örgütleri neyi, neden yapamadığını konuşmadı. Konuşma cesareti gösterip bizim, bizim mahallelerimizin, kendimizin eksikliği ne sorusunu sormuyoruz. Biz esas olarak sivil toplumun, kendisi ile yüzleşmesi gerektiğini düşünerek son raporumuzu sivil toplum üzerine hazırladık. Bu vesileyle tartışmak istiyoruz. Buradaki temel vurgumuz, dünyanın bütün örneklerinden bilindiği üzere, sivil toplum örgütlerinin çözüm süreçlerinde, barış süreçlerinde etkin bir konuma sahip olmadan çözüme ulaşılamaz.”

Hakan Tahmaz’dan sonra, rapor çalışmasının Diyarbakır ve Van ayağını yürüten Reha Ruhavioğlu, rapor hakkında bir sunum yaptı. Türkiye’de sivil toplumun 90’lardan bu yana çalışmalarını hatırlatan Ruhavioğlu, çözüm sürecinde STK’ların neleri ne kadar yapıp neleri yapamadıklarını STK temsilcileriyle yapılan mülakatlardan aktardı. Rapor için görüşülen 45 STK temsilcisinin aktarımına göre; Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin çözüm sürecinde genel olarak siyasi angajmanlara girdiğini, sürecin aktörlerinin de STK’ların bağımsız değil angaje olmaları noktasında yaklaştığını, bölge STK’ları ile ülkenin batısı arasında çok az temas olduğunu ve sivil toplum örgütlerinin hem teknik hem mali hem de insan kaynağı olarak kapasite sorunu yaşadıklarını söyleyen Ruhavioğlu, çatışmanın kırk yıllık şahidi olan toplumda çatışma çözümü literatürünün oturmamış olduğunu ve dünya deneyimlerinden pek haberdar olunmadığını vurguladı. Çatışmanın çok büyük tahribata sebep olduğu iki yılın ardından sivil toplumun pek dillendirmese de bir şekilde çözüm beklediğini, bu sebeple dünya deneyimlerine ilgi duymaya başladığını söyleyen Ruhavioğlu Kürt Meselesinin ilanihaye çatışma ile yönetilemeyeceğini, bu sebeple siyasi çözümü için hazırlanmak ve çabalamak gerektiğinin altını çizdi.

Ruhavioğlu’nun sunumundan sonra katılımcılar yaklaşık üç saat boyunca kendi görüş ve yaklaşımlarını aktardılar. Katılımcıların altını çizdiği bazı noktalar şunlar oldu:

Üç yıl aradan sonra farklı kesimlerden sivil toplum temsilcileri ile bir araya gelmek çok değerli. Aslında Malatya bunu daha önce başarabildi, yüzden fazla (160) STK, parti, grup bir araya gelerek barış ortamı oluşturabildik ama şiddet geri dönünce savrulduk. Sivil toplum kuruluşları olarak, tarafsızlığımızı kaybedince etkinliğimizi de kaybediyoruz.

Sivil toplum kuruluşlarının üzerinde kurulu olduğu paradigma barışa çok uzak bir paradigma, savaşı olumlayan bir paradigma. Birileri savaş isteyecek kadar cesursa biz de barış isteyecek kadar cesur olmalıyız.

Kürt sorununun, Alevi sorununun, emek sorununun çözülmesi lazım, emeğin özgürleşmesi lazım. Bu sorunlar demokratik bir yaşamın önündeki en önemli engellerdir. Sağımda ve solumda oturan arkadaşlarla farklı görüşlerdeyiz ama bir araya gelebilirsek barış ihtimal olabilir. İlk derecede önemli olan, STK’lar partilerin inisiyatifi altına girmemeli, sadece halkın özgür ve barış içinde yaşaması için çalışmalıdır.

Bugün barış istediğimiz için Malatya’da fiziki saldırılara maruz kalıyoruz. Bugün Cumhurbaşkanı isterse barış gelir, onu ikna edecek çalışmalar girmek lazım. Öncelikle savaşın, çatışmanın çıkmaması için çabalamak lazım.

Bir kitabımın adını “Barış’ın Diğer Adı” koydum. Barış Marşı isimli bir şiirim var. Biz birçok zaman bir araya geldik, bizim birbirimizle bir problemimiz yok. Ancak problem, başkalarının aklıyla hareket etmek, bağımsız hareket etmemektir. Kendi aklımızla hareket etmedikçe barış çok zordur.

 Her şeye rağmen herkesin yan yana gelerek barışı konuşması çok umut verici. Buradan başlayabiliriz.

ABD’nin Irak’a, İsrail’in Filistin’e müdahalesinde çeşitli kurumların yer aldığı gruplar olarak her akşam her mahallede açıklamalar, barış karşıtı protestolar, eylemler düzenledik. Özellikle 15 Temmuz’dan bu yana kutuplaştırma, ötekileştirme ve baskı öyle yoğun oldu ki bugüne kadar bir araya gelemedik. Baskı ortamı öyle yoğunlaştı ki barış umudu ve talebinden vazgeçtik. Barış olsa emekçiler kendi hakları için yan yana gelebilirlerdi. Bu yüzden bugün Malatya’da bir araya gelebilmek önemli ve umut vericidir.

Barış sevdasına bir tuğla koymak niyetiyle bir araya gelmiş olan arkadaşları kutluyor, teşekkür ediyorum. Sivil toplumu hakkında literal bir okuma yaptığınızda Türkiye’deki STK’ların çoğu Silahsız Türk Kuvvetleri gibi, sivil değiller. Elimizde savaş baltaları ile savaş isteyemeyiz, kanı kanla yıkayamayız.

2011’de 1 Eylül Dünya Barış Günü için bir bildiri hazırlamıştık, her kesimden 600 dernek gezdik. İlk defa öyle bir toplantı oldu, ortak müştereklerde bir araya geldik. 2011’deki asgari müştereklerimize ne oldu da bir araya gelemiyoruz. STK’lar güçlendikçe demokratik mekanizmalar güçleniyor. Mezhep, ırk, ideoloji sınırını aşmamız gerekiyor.

 İnce bir elbise ile kışın dışarı çıkamazsınız, baharı beklemelisiniz. Bazı düşüncelerin zamanı vardır, gerçekçi olmak zorundayız. Bir çiçekle bahar gelmez, çiçekleri arttırabilir miyiz, evet. Bedeli göze alıyorsak çiçekleri arttırabiliriz, baharı erkene çekebiliriz.

Eninde sonunda bir barış olacaktır, sivil toplum kuruluşları özgür olmalı, bu minval üzerine olup sorun çözme yeteneğini göstermelidirler. Ötekileştirme kültüründen vazgeçmeliyiz, bundan hala vaz geçmezsek sorun çözme becerisi gelişemez. Savaş her zaman kaybettirir, barış kazandırır.

Propagandist bir dilden ziyade daha yapıcı bir dil kullanmalıyız. Bu süreci halka mal etmek lazım.

Siyasileri değil, onlara etki edecek halkı hazırlamalıyız.

Barış Vakfı’nın “2013-2015 Çözüm Süreci’nde Sivil Toplum Kuruluşları” raporuna erişmek için tıklayınız…