Reha Ruhavioğlu ile İki Seçim Arası Sivil toplumun Gündemi ve Etkisi

Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu ile Sivil Sayfalar olarak Diyarbakır’da düzenlediğimiz 'Seçimler ve Sivil Toplum İlişkisini Birlikte Konuşuyoruz' etkinliği ardından iki seçim arasında sivil toplumun gündemini ve önümüzdeki süreçte odaklanılması gereken noktaları konuştuk.

Ülkenin gündemini uzun süre meşgul eden genel seçimlerin ardından bu kez de yerel seçimler yaklaşıyor. İki seçim arasında bir değerlendirme yapsanız özellikle sivil toplum açısından neler söylersiniz?

Türkiye’de hemen her kesimin tabiriyle “ülkenin en önemli seçimi” geride kaldı. Geride bıraktığımız genel seçimde sivil toplumun büyük bir bölümü öyle ya da böyle seçim gündemiyle ilişkilendi.

Seçimler ve sivil toplum deyince akla ilk gelenlerden birinin “sandık güvenliği” olduğunu düşünüyorum. Seçim güvenliği meselesi, kanaatimce Türkiye’de sivil toplumun öncülük ederek büyüttüğü ve partilerin gündemine soktuğu bir mesele oldu.

Diğer yandan kadın, çevre, göçmen meseleleri ve hayvan hakları gibi alanlar sivil toplumun öteden beri bilgi ve deneyim biriktirdiği alanlar. Siyaset kurumunun bu gündemlerle pozitif ya da negatif ilişkisi seçim sürecinde arttığında sivil toplumun da gündemi daha görünür olabiliyor. Dolayısıyla sivil toplum seçim gündeminden kurumsal olarak kaçmaya çalışsa da konular onları siyasetle aynı gündem üzerinde buluşturuyor.

Bu sebeple geride bıraktığımız seçimde özellikle muhalefet partilerinin sivil toplumla daha fazla görüştüklerini, sivil toplumun gündemiyle daha fazla ilgilendiklerini tecrübe ettik. Örneğin “derin yoksulluk” kavramını sivil alanda yükselten Derin Yoksulluk Ağı, bu gündemi siyasetin merkezine taşıyabildi. Partilerin çoğu doğrudan bu kavramla ve ağa referans vererek çalışmalarını anlattılar ve dahası CHP, ağın aktif üyesi Hacer Foggo’yu parti içinde aynı konuda çalışmalar yapmak üzere “içeri aldı”. Vekil adayı da gösterilen Foggo, maalesef seçilemedi.

Ancak tecrübe ettiğimiz başka bir şey de sivil toplumun angajman ilişkisinin sonuçta alana negatif olarak dönme potansiyeli. Türkiye’de sivil toplumun önemli bir kısmının muhalif ve eleştirel olması, “ülkenin en önemli seçimi” ile birleşince çoğu zaman iktidar-STK ilişkilerine benzer muhalefet-STK angajmanı da daha görünür oldu. Bu ilişkide sivil toplumun alanının genişlediği örnekler olsa da benim kişisel gözlemim siyasetin sivil toplum alanında genişlemesi daha fazla oldu. Bu ilişkinin iktidarın “biz ve onlar” kutuplaşmasına katkı yaptığını ve kategorik bir karşıtlığın sivil toplumun itibarına zarar verdiğini kabul etmek gerekiyor, ki doğru yerden başlayabilelim.

Sivil toplum bundan sonraki dönem için süreçte neler öğrendi sizce?

Bütün bu konuları Ekim’in son Cumartesi’sinde, Sivil Sayfalar’ın davetiyle, Diyarbakır’da sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle tartıştığımız verimli bir etkinlik gerçekleştirdik. Hem Diyarbakır sivil toplumu 2015-16’dan bu yana biriken tecrübeyle hem de Türkiye’nin batısındaki sivil toplum seçimin sonuçlarından kıymetli dersler çıkarmış görünüyor. Siyasetin gündemine etki etmek ama angaje olmamak, talep etmekle kalmayıp değişime paydaş olarak katkı vermek, siyasetçilerin bizim siyasi görüşümüze yakın olup olmamasına bakmaksızın bir denetleyici göz olmak bu derslerden bazıları.

Bunu söylerken aklıma iki örnek geliyor: Diyarbakır’da 2019 seçimleri öncesinde, sivil toplumun kendi arasında başlattığı bir toplantılar dizisi oldu. Sonra Selçuk Mızraklı HDP adayı olduğunda bu grubu da içeren geniş bir kesimi tartışma toplantılarına davet etti. “Kent Sözleşmesi” hazırlamak üzere başlayan bu tartışmaların kıymetliydi ama yine de katılımcı profilinin Diyarbakır’ın tamamını kapsadığını söylemek, tahmin edilen gerekçelerle mümkün değil. Bu toplantılardan bir Kent Sözleşmesi taslağı çıktı ve Mızraklı bunu aynen kabul etti. Ancak sonrasında bu sözleşme ile “5 yıllık stratejik plan” uyumluluğunu sivil toplum olarak yeterince izlediğimizi düşünmüyorum. Zaten Selçuk Mızraklı da görevinde çok kısa süre kalabildi. Görevden alınarak yerine kayyum atandı.

Kayyum atanmasından sonra hükümete karşı eleştirel olan sivil toplumun Diyarbakır yerelinde herhangi bir politika yapım sürecine dahil edildiğine şahit olmadık. En son depremzedeler için kurulan çadır-kent, sivil toplumun bütün itirazlarına rağmen Dicle Nehri kenarına yapıldı ve ilk yağmurda tahliye edildi. Dönemin parasıyla 125 milyon TL’nin heba edildiği düşünülüyor.

Depremden kısa süre önce, Aralık 2022’de karar mekanizmalarından dışlanan sivil toplum örgütleri bir araya gelerek “Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu” kurdular. 86 STK, sendika ve oda ile başlayan platformun üye sayısı yüzü geçmiş durumda. Platform, depremde bir kriz masasına dönüşerek belki de ilk yerel, alternatif müdahale becerisi gösteren yapı oldu. Platform hakkında yazılmış iki rapor önerebilirim: Deprem Kriz Masası Raporu ve Afet Yönetiminde Diyarbakır Kent Platformu Deneyimi Raporu.

Sivil toplumun canlı kalma inat ve iradesinin yerelde afete hızlı müdahale ve onarıcı etkisini yakinen görmüş bir şehir olarak Diyarbakır’ın, sivil toplumun bu özgün pozisyonunu terk etmeyip güçlendirmesi gerektiğini düşünüyorum ve şehrin sivil kurum ve aktörlerinin de bu kanaatte olduklarını görüyorum.

Diyarbakır başta olmak üzere yereldeki sivil toplum için bu süreçte ne gibi önerilerde bulunursunuz?

Sivil toplumun 2015’ten bu yana biraz şartların zorlaması biraz da kendiliğinden sokaklardaki görünürlüğünün azaldığını, otel salonlarında daha görünür olduğunu biliyoruz. Bu durum bazı kurumların çalışma alanları ve muhatapları sebebiyle doğal olmakla birlikte mahalle kılcallarına erişmesi beklenen sivil toplumun bunun için uygun araçları değerlendirmesi gerekiyor. Hemşehri derneklerinin sivil toplumdan pek sayılmadığı bir vakıa, oysa mahallelere erişim için çok organik bir sivil toplum yapısından bahsediyoruz. Diğer yandan muhtarlık gibi yerel birimler mahallelerin sivil toplum ilişkisi için uygun kurumlar.

2015 sonrası yaşadıklarımız; çözüm sürecinin bitişi, çatışmaların şehirde yeniden başlaması, darbe girişimi ve sonrasında hayata geçen OHAL rejimi sebebiyle sivil toplumun kamusal alanı büyük ölçüde elinden alındı. Ülkenin en önemli seçimi de geride kaldı. Sivil toplumun siyasetin kararlarına etki edeceği, izleyeceği ve güçlü bir paydaş olacağı süreci en başta sivil toplum başlatabilir. Kendi göbek bağımızı kendimiz kesebiliriz. Bu muhasebe buluşmalarından ve birbirimizin başarı ve yenilgilerinden öğrenmeye devam ediyoruz, devam etmeliyiz.

FES logoBu içerik Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği desteği ile hazırlanmıştır ve derneğin görüş veya tutumunu yansıtmaz. Sayfadaki içerikten sadece Sivil Sayfalar sorumludur.’