İslami STK’ların Dönüşümü (2)

İslami STK’ların Dönüşümü dosyamızın ikinci bölümünde, Hamilik Okulu Vakfı’ndan Süleyman Özdil ve Başkent Kadın Platformu’ndan ilahiyatçı yazar Hidayet Tuksal’la araştırma sonuçlarını ve İslami STK’ların süreçleriyle ilgili gözlem ve değerlendirmelerini konuştuk.  Hamilik Okulu Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Süleyman Özdil: “STK’lar birbirinin birikiminden faydalanmıyor” İslami STK’lar araştırmasında kurumsallaşma ve görünürlülüğün arttığına dikkat çekiliyor, sizin bu konudaki gözlemleriniz […]

İslami STK’ların Dönüşümü dosyamızın ikinci bölümünde, Hamilik Okulu Vakfı’ndan Süleyman Özdil ve Başkent Kadın Platformu’ndan ilahiyatçı yazar Hidayet Tuksal’la araştırma sonuçlarını ve İslami STK’ların süreçleriyle ilgili gözlem ve değerlendirmelerini konuştuk.

 Hamilik Okulu Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Süleyman Özdil:

“STK’lar birbirinin birikiminden faydalanmıyor”

İslami STK’lar araştırmasında kurumsallaşma ve görünürlülüğün arttığına dikkat çekiliyor, sizin bu konudaki gözlemleriniz neler? Yine aynı şekilde devletle yakınlaşma değerlendirmesiyle ilgili görüşleriniz nelerdir?

Sivil toplum bildiğiniz gibi her geçen gün gelişen bir alan. Türkiye’nin sivil toplum gerçeğinde ise mesele şu anda daha çok ‘kurumsallaşma’ veya ‘görünürlülük’ bağlamı etrafında şekilleniyor. Bu durum aslında doğru; kabaca baktığımızda muhafazakâr insanların kurduğu STK’ların belirli bir görünürlülük kaygısı neticesinde kurumsallaşma çabaları artmış vaziyette. Kurumsallığı eğer bir uzun-ömürlü olabilme kaygısı bağlamında görüp, süreç kolaylaştırıcı ve mevzuat yükümlülükler ile mali sürdürülebilirliğin doğru yönetilmesi anlamında kullanıyorsak bu bir gelişme olarak görülebilir. Bu manada kullandığımız bir kurumsallaşma mefhumu STK-Devlet ilişkisi açısından da düzenleyici bir etki gösterebilir. Burada önemli olan itibar-güven kavramı etrafında kurumsallığın ne gibi anlamlar içerdiğidir. Sivil toplum kuruluşları kurumsallaşma ve görünürlülük gibi kavramlar üzerinden kendilerinin itibarını değerlendirmekten ziyade dert edindikleri alan veya çözmek istedikleri sorunlarla ilgili ortaya koydukları pozisyon üzerinden kendi itibarlarını yükseltebilirler.

Bu bakış açısından devlet-STK ilişkisi için şu sonucu çıkarmak mümkün olabilir; bir STK’nın faaliyet alanına dair geliştirdiği pozisyonunun itibarı yüksek ise bu durum devlet-kamu yönetimi açısından müzakere edilebilir olma ve kamu-yerel yönetim süreçlerinde iz bırakabilme anlamına gelir. Bu şekilde ilerleyen bir ilişki de sağlıklı bir ilişki olarak telakki edilebilir. Önce çalışılan konu ve bu konu için STK tarafından geliştirilen pozisyonun itibarı önemlidir. Bu faaliyet itibarının olması devlet-STK ilişkisinde zeminin kaymasına mani olacaktır.

Hamilik Okulu Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Süleyman Özdil

Kamu fonları ve devletle kurulan yakın ilişkinin İslami STK’ları olumsuz yönde dönüştürdüğüyle ilgili tartışmalar var bu konuda görüşleriniz nelerdir?

 Türkiye’de günümüzde sadece vakıf ve dernekler STK olarak kabul ediliyorlar. Diğer oluşumlar şu an için bu kapsamın dışında. Buna rağmen Türkiye’de güçlü bir sivil toplum olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bizce bu güçlü veya bilinçli olma hali kaygı duyulan veya dert edinilen toplumsal meselelerin değişkenliği, dönemselliği ve çeşitliliği ile teknolojinin sağladığı imkânların artmasıyla doğru orantılı görülmektedir. Tabi artan bu hareketlilik STK’ların faaliyet sahalarını genişletmeleri gibi bir duruma yol açtı. İşte tam da burada başlayan kamusal fon ihtiyacı aslında idare edilmesi zor bir alanı işaret ediyor. Muhafazakâr insanların kurdukları STK’ların doğrudan kamu fonları ile bir değer üretme çabaları bir öncelik belirleme eksikliğine işaret ediyor. Bu eksiklik alanı STK’lar tarafında öncelik belirlenmesinde yapılan yanlışlık olarak özetlenebilir. STK’ların amaçlarını-faaliyet alanlarını-dert sahalarını belirleme, kendi kapasitelerini tahlil etme, faaliyetler geliştirme,  mükellef insan kaynağını ortaya çıkarma, finansal kaynak bulma ve bu kaynağı zaman içerisinde geliştirme gibi bir strateji üzerine gitmesi daha doğru olandır. Kamusal fon kullanılabilir; ancak bunun ölçüsü etraflıca belirlenecek bir toplumsal sorunsal üzerine devleti teşvik etmek ve işin içine uzun süreli katmak olmalıdır. Bu manada kamu otoritesi ile olan ilişkilerin bizce sıkıntılı noktası faaliyet alanlarının kamusal fon türü başlığına uydurulması gibi bir plansızlık-hedefsizlik içeriyor olmasıdır. STK tarafından fon kaygısı olmadan belirlenecek bir sorunsal ve dert sahası kendi etkisi sayesinde fon ihtiyacının azalmasını, devletin bu soruna kapsamlı ve uzun soluklu şekilde eğilmesini ve nihayet insanların ilgisini de cezbedecektir.

 “STK’ların amaçlarını-faaliyet alanlarını-dert sahalarını belirleme, kendi kapasitelerini tahlil etme, faaliyetler geliştirme, mükellef insan kaynağını ortaya çıkarma, finansal kaynak bulma ve bu kaynağı zaman içerisinde geliştirme gibi bir strateji üzerine gitmesi daha doğru olandır. Kamusal fon kullanılabilir; ancak bunun ölçüsü etraflıca belirlenecek bir toplumsal sorunsal üzerine devleti teşvik etmek ve işin içine uzun süreli katmak olmalıdır.”

Size göre STK siyaset ilişkisi nasıl şekillenmelidir?

Bu ilişki ilkesel bir çerçeveye işaret etmektedir. STK’ların kendilerini siyaset karşısında konumlandırmaları birer ‘etki mekanizması’ olacak şekilde olmalıdır. Etkileyen, hatırlatan ve toplumsal sorunların bir kısmı hakkında görüş beyan eden bir yaklaşımın belirlenmesi STK’ları dönemsel veya zamansal olarak görülen birer araç olmaktan çıkaracaktır. STK’ların toplumsal zeminden gelen talepleri belirli bir çerçeve içerisinde çalışması siyaset mekanizmasının ‘Yapılacaklar Listesi’ne katkı sunacaktır. Ayrıca bunun dikkate alınması sonucu da kamu-STK işbirliği mekanizmalarının hayata geçirilmesi anlamına gelecektir.

Siyasetle bütünleşmenin toplumsal etkileri nasıl olacak sizce? İslami STK’ların toplumun sorunlarını görme ve değerlendirme açısından durumunu nasıl görüyorsunuz?

Toplumsal değişimi etkileyen unsurlara dikkat çekme ve gündelik sorunların hızlı çözümü anlamında hem siyaset mekanizmasına hem de sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç duyduğumuz açıktır. Bu ihtiyaçların ayrı kompartımanlarda durmaları, fakat birbirlerinden kopuk olarak değil aksine aralarında işbirliği mekanizmasını temin etmeleri ideal olandır. Ayrık bir siyaset ve toplum erki toplumsal gelişim açısından bir anlam ifade etmeyecektir. Tabi bununla birlikte toplumsal sorunların doğru şekilde tespiti ve değerlendirilmesi bağlamında temelde protest bir dilden ziyade uyum ve değişimi esas alan bir yaklaşımın gerekliliğini de belirtmek gerekir. Muhafazakar STK’ların siyasetle bütünleşme yerine uyum ve değişim ilkeleri etrafında şekillendirebilecekleri bir sivil toplum gerek etki gücü gerekse de toplumsal sorunları çözüm ihtimali açısından faydalı olacaktır.

Sivil toplum kuruluşlarının toplumda var olan kutuplaşmadan etkilenmesi veya içe kapanmasının toplumsal etkileri özellikle de farklı kesimlerin birlikte yaşama tecrübeleri açısından ne gibi etkileri olur sizce?

Türkiye’nin sivil toplum kuruluşları kendileri dışındaki kurumlar ve onların düşüncelerinden veya birikimlerinden ne yazık ki faydalanmıyor. Bu temel bir sorunumuz. Burada insani bir durum söz konusu. Hepimiz günümüz dünyasının kurum ve sistemleri, kültürü ve bakış açısıyla hemhâl durumdayız. Bunun yanında Müslümanız ve Müslümanca bir hayat yaşamanın derdindeyiz. Bu derdin üstesinden gelmek ancak insanca yaşamayla, insanlığımızı tekrar keşfetme ve birbirimizi anlamakla mümkün görünüyor. Bu bahsettiğiniz içe kapanma aslında insanların kendilerini dışarıya kapatmaları ile ilgilidir. STK’lar da kendilerini dışa kapatmış-içe dönük olmaya devam ettikçe toplumsal işbirliği fırsatlarını da göremez hale gelmekteler. Bu olumsuz durum iletişimin zayıf olmasını ve yanlış anlamaların veya birbirini tanımama sorununun beraberinde gelmesine yol açmaktadır. Türkiye’nin düşünce ikliminin olumlu yönde değişmesi bu birliktelik ve anlayıştan geçmektedir.

 

Başkent Kadın Platformu Üyesi Hidayet Tuksal:

“STKlar siyasete rehberlik etmeli”

 

İslami STKlar araştırmasında kurumsallaşma ve görünürlülüğün arttığına dikkat çekiliyor, bir yandan da bu kuruluşların devlete olan  yakınlaşmasının arttığı belirtiliyor? Bu ilişkiselliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Genel olarak sivil toplum örgütlerinin devletten bağımsız olması gerektiği düşünülüyor. Ancak pratikte bütün sivil toplum kuruluşları hangi kurum tarafından destekleniyorlarsa, o kurumun ilkeleri ya da menfaatleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalıyorlar. Bu yüzden kendi başına ayakta durmaya çalışan istisnai kurumlar dışında, bu ilişkiden kaçabilen yok ne yazık ki. Bu sorunun sadece İslami STKlar için konuşulmasını da eksik buluyorum. Bütün STKlar fon kaynaklarının politikalarıyla uyumlu olmak zorunda. Bence konuyu buradan konuşmak lazım öncelikle.

Kamu fonları ve devletle kurulan yakın ilişkinin İslami STK’ları olumsuz yönde dönüştürdüğüyle ilgili tartışmalar var bu konuda görüşleriniz nelerdir?

İslami STKlar eskiden devletle kavgalıydı, çünkü devlet onlarla kavgalıydı. Devlet tarafı bu kavgayı bitirince, ve üstüne üstlük maddi açıdan desteklemeye başlayınca, İslami STK’lar bundan yararlanmaya başladılar ve diğerleri gibi fon kaynağının dümen suyunda bir politika izliyorlar. Ancak tabi böylece bağımsızlıklarını da önemli ölçüde yitirdiler. Burada hesap soran kimse yok da, Allah’a nasıl hesap vereceklerini bilmiyorum doğrusu.

Hidayet Tuksal

Size göre STK- siyaset ilişkisi nasıl şekillenmelidir?

STK ların siyasetle ilişkisinde, siyasetin eksik bıraktığını tamamlayan, yanlış yaptığında uyaran ve düzelten bir fonksiyonu olması lazım diye düşünüyorum. Yani siyaset STKlara patronluk yapmamalı, STKlar siyasete rehberlik etmeli. Ancak bizim STK’ların çoğu siyasetin patronluğu altına girmiş durumdalar, bu durumda rehberlik etme misyonunu yerine getirmeleri mümkün değil. Dolayısıyla da toplumla ilişkiler aşağıdan yukarıya bir ilişki olma özelliğini yitiriyor, siyasetin sözcülüğüne soyunan STKlar ancak yandaşları nezdinde bir anlam ifade eder, ‘sivil’ niteliğinin pek bir anlamı kalmaz.

“Başörtüsü yasaklarını destekleyen kadın çevrelerinin büyük bir iki yüzlülük günahı işlediklerini düşünüyorum. Bir yandan kadınları özgürleştireceğiz diye slogan atarken, başörtüsü yasaklarını da bu özgürlük adına destekleyerek, pek çok kadının erkeklere muhtaç hale gelmesine göz yumdular. Bu bir çifte standarttı, yaşandı ve bitti. Ancak bir başka çifte standart da İslami STK’larda. Erkeklerin çoğu bu STK’ları, kamuoyunda hayırlı işlerle tanınmak ve bir yer edinmek, sonra da imkan olursa buralardan başka yerlere atlamak için basamak olarak kullanıyorlar.”

Sivil toplum kuruluşlarının toplumda var olan kutuplaşmadan etkilenmesi veya içe kapanmasının toplumsal etkileri özellikle de farklı kesimlerin birlikte yaşama tecrübeleri açısından ne gibi etkileri olur sizce?

Bu sorunun Ak Parti iktidarıyla ortaya çıkmış, yeni bir sorun olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Ancak bir dönem insan hakları ve kadın hakları alanlarında çalışan farklı STKların bir araya geldiği bir tecrübe yaşandı. Bu hayırlı ve verimli bir tecrübeydi. Türkiye’de 80 senedir zaten var olan derin kutuplaşmanın aşılması yönünde bir çabaydı. Olumlu etkileri hala devam etse de şu sıralar bu etkileşimi ve işbirliğini sürdürmeyi başaran pek az grup var. Bunların çabası da, kutuplaşmanın aşılması için yetmiyor. Ve maalesef hükümet son iki dönemki icraatlarıyla, tekrar ediyorum 80 senedir var olan kutuplaşmayı derinleştirmiştir.

28 Şubat’ın kadınların STK’lardaki görünürlüğünü arttırdığı belirtiliyor araştırmada buna katılıyor musunuz?

Kadınlar öncelikle yardımlaşma amaçlı STKlarda faaliyet gösterdiler, 90’ların sonuna doğru kadın hareketiyle belirli şekillerde etkileşime girmeye çalıştılar. Bu çabalarında aslında büyük bir dirençle karşılaştılar. Kemalist, sol, sosyalist, feminist kadın örgütleri dindar kadınları kabullenmekte çok zorlandılar. Fakat çatışmalı bir süreç olsa da iki taraf da birbirinin farkına vardı en azından, zayıf da olsa işbirlikleri yapıldı. 28 Şubat süreci elbette kadınların daha görünür olmasını sağladı ancak bizim Başkent Kadın Platformu gibi çok istisnai olarak bağımsızlığını koruyan bir kaç STK dışında, erkekler genellikle kadın aktörlerin arkasında oldu ve sistemle mücadelelerinde kadınları yedeklerine almaya çalıştılar. Patronajın erkeklerde olduğu bir sivil toplum dünyasında kadınların ne kadar bağımsız ve etkin olabileceği tartışılır kuşkusuz. Ancak, bu bir açıdan mecbur da kalınan bir süreçti. Çünkü kadınların parası, çevresi ve nüfuzu yoktu, bu yüzden erkeklerin desteğine muhtaçtılar. İşte bu yüzden, başörtüsü yasaklarını destekleyen kadın çevrelerinin büyük bir iki yüzlülük günahı işlediklerini düşünüyorum. Bir yandan kadınları özgürleştireceğiz diye slogan atarken, başörtüsü yasaklarını da bu özgürlük adına destekleyerek, pek çok kadının erkeklere muhtaç hale gelmesine göz yumdular. Bu bir çifte standarttı, yaşandı ve bitti. Ancak bir başka çifte standart da İslami STK’larda. Erkeklerin çoğu bu STK’ları, kamuoyunda hayırlı işlerle tanınmak ve bir yer edinmek, sonra da imkan olursa buralardan başka yerlere atlamak için basamak olarak kullanıyorlar. Kadınlar ise bu imkana sahip olmadığı gibi, onların erkek ağırlıklı İslami STKlar dünyasında pek bir şeyi değiştirebildiklerine de inanamıyorum, çünkü kadınlar bu STKlarda hala çoğunlukla bedelsiz ücretsiz Allah rızası için çalışıyorlar, ama bunun rantını erkekler topluyor…

 

Dosyanın bir önceki yazısı:

İslami STK’ların Dönüşümü

 

Emine Uçak

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
116 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör