Feminist Afet Politikası Elzem Çünkü Kadınlar Afet Sonrasının Taşıyıcı Kolonları! 

6 Şubat depremlerinden hemen sonra kadın örgütleri sahadaydı ve hala afetin yarattığı tahribata merhem olmaya çalışıyorlar.  Çünkü “afetler her türlü eşitsizliği açığa çıkarıyor ve devleştiriyor”. Peki afet sonrasında iyileşmenin “taşıyıcı kolonları”-kadınlar ne durumda? Neye ihtiyaç duyuyor?  EŞİK Platformu gönüllüsü Özgül Kaptan ile feminist-eşitlikçi afet yönetiminin neden kamu politikası olması gerektiğini konuştuk.

Kadın dernekleri, deprem sürecinde neler yaşadı? Özellikle deprem bölgesindeki kadın örgütleri neleri deneyimledi? 

6 Şubat depremlerinden sonra en hızlı harekete geçen yapılar kadın örgütlenmeleri oldu. Keza Deprem bölgesinde de en hızlı toparlananlar da onlardı. Görünür veya görünmez biçimlerde engellenenler de onlar oldu tabii. Görünür engelleri herkes hatırlayacaktır: çadır / konteryner kentlere girmelerine kadınlarla çalışmalarına izin verilmedi ve bu sorun halen devam ediyor. Bazılarının kendi olanakları ile kurdukları destek çadırları kaldırıldı.

Görünmezden kastım daha geniş boyutlu bir mesele ama bir örnekle kısaca şöyle açıklayayım:  adı sonradan “Aile Bakanlığı” yapılan ve adına paralel işlevi de kadın erkek eşitliği perspektifinden soyutlanıp “sosyal yardım” bakanlığına dönüştürülen Aile Bakanlığı ile bağımsız kadın örgütlerinin irtibatı sıfırlandı. Oysaki bütün bakanlıklar arasında en çok bu bakanlığın kadın örgütleri ile ilişkisinin olması gerekir.

Mesela bakanlığın deprem yaşanan kentlerde şiddete karşı önceden hazırlanmış depremde yıkılmayacak bir kadın güvenli alanı olmalı. Buralarda sorumluluk alacak kendi personeli dışında yereldeki sivil toplum gönüllülerini dahil eden önceden hazırlığı, (eğitimleri, sorumluluk tanımları vb.) yapılmış bir acil eylem planı olmalı. Afete müdahalede yerelde eğitimli ve örgütlü sivil yapılar kritik derecede önemlidir. Depremden sonra oluşan güvensiz koşullarda, ki bu koşulların oluşacağı da önceden bilinen bir gerçek, kadınlar yapayalnız ve şiddete müdahale konusunda en ufak bir fikirleri olmayan gönüllülerle baş başa kalmazdı.

Kamu kaynaklarını kullanan bu yapının örgütlerin önünü açan, sivil dayanışmayı olumlu yönde destekleyen organizasyon rolünün olması gerekir. Görünmeyen engel bu işte. Deprem sürecinde başrolde olması gereken kamu kurumlarının çoğu destek değil köstek pozisyonunda idiler.

Söylemeden geçmeyelim; Kadın örgütlerinin çok hızlı harekete geçmesinin nedeni salt organize yapılar olmaları, sürekli iletişimde olan ağlarının olması değil.  Kadın örgütleri zaten sürekli bir dayanışma ve deyim yerindeyse teyakkuz halinde uzun zamandır. Başka çeşit afetler yaşıyoruz yıllardır, günde en az 3 kadının öldürüldüğünü, bir o kadarının ölüm tehdidi aldığını duymadığımız tek bir gün yok mesela.

EŞİK’te ne yapacağımızı, nasıl bir destek örgütleyebileceğimizi konuşmaya başladığımızda depremin üzerinden yarım saat geçmemişti. Whatsapp gruplarında kimimiz aşevi kurmak için kolları sıvarken, kimimiz enkaza vinç ya da vinçe operatör bulmaya çalıştık. Kimimiz şiddete maruz bırakılan kadınlara destek bulmaya çalıştı, kimimiz Adana’dan balıkçı tekneleri ile Samandağ’a erzak gönderilmesine uğraştı, kimimiz kayıp çocukları gündeme taşıdı.

İletişim ağlarımızın tümü, ki hemen hemen her şehirden ve birçok ülkeden yaklaşık 1500 kadın var gruplarımızda hem ihtiyaçlara dair bilgilerin hem de kaynakların aktarıldığı yerler oldu. Sahada olan arkadaşlarımız, EŞİK bileşenleri de vardı elbette. İnternet bulabildiklerinde haberleşiyorduk. Aslında 1999 Marmara depreminde, bu denli geniş sivil ağların olmadığı bir zamanda da kadınlar en örgütlü desteği sağladılar deprem bölgesine. O zamanki dayanışmadan 3 tane kadın örgütü çıkması tesadüf olmasa gerek.

Eşik Platformu Gönüllüsü Özgül Kaptan

Afetler Cinsiyet Eşitsizliğini Devleştiriyor!

 Afet İçin Feminist Dayanışma’nın depremin 1. yılında yayınladığı metinde “ patriyarkal kapitalizmin yarattığı yıkımın, kadınlar açısından her alanda derinleştirdiği ikincilleştirme, ayrımcılıktan” söz ediyordu. Siz bu konuda ne söylersiniz? Sizin gözlemleriniz neler? 

Afetler her türlü eşitsizliğin açığa çıktığı ve devleştiği bir etki yaratıyor. İki katlı müstakil villada yaşayanların evi depremde yıkılmıyor. Kapıda arabasına bir şey olmuyor. Kontağı çevirip mesela başka bir şehirdeki ikinci konutuna gidip hayatına devam edebiliyor.

Sınıfsal eşitsizlikle iç içe geçmiş en derin eşitsizlik tabii ki toplumsal cinsiyet eşitsizliği.  Afetler en çok cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarını katlıyor. Çünkü kadınlar aynı zamanda afet sonrası iyileşme döneminin taşıyıcı kolonları. Bu sebeple kadınların “zarar görebilir guruplar” tanımın içinde sayılıp geçilmesine karşı çıkıyoruz. Kamusal hizmetlerden biri olması gerekirken özelleştirilmiş olduğu için çadıra sayaç koyan enerji dağıtımı şirketi, en çok yemek pişirmesi, temizlik yapması, hasta veya çocuk bakması gereken kadının işini zorlaştırıyor.

1999 depreminin 3. gününde bölgede gözümüze çarpan ilk şey; erkekler Açıkhava kahveleri oluşturmuşlardı, oturuyorlardı. Kadınların kimi ekmek kuyruğunda, kimi çocuğunun hastalığı için ilaç peşinde idi. Bu yüzden toplumsal cinsiyete duyarlı afet planlaması şart diyoruz.

Depremlerin en az zarar vermesinin pek çok koşulu var elbette, afet risk haritasına göre yerleşim planlaması ve depreme dayanıklı yapılaşma en başta geliyor. Giderek vahşileşen kar / rant / beton ekonomisinin yönünü değiştirmek, bir kamu politikası olmaksızın mümkün değil. Bunun pek de zor olmadığını Şili örneğinde gördük. Ülkenin zengin olmasıyla da bir ilişkisi yok. Tamamen bilimi, kamu yararını öne koyan siyasetle ilgili.

Temel sorun; nüfusunun yüzde 70 ‘i fay hatları üzerinde yaşayan ve tüm dünya ülkeleri gibi iklim krizinin yol açtığı felaketleri de yaşayan bu ülkede, deprem ve iklim felaketlerini en az zararla yönetmek için köklü bir değişim gerekiyor. Çok yönlü bir değişimden söz ediyorum. Risk altında yaşayan insanların etkin şekilde dahil olduğu bir değişim gerekli. İstanbul depreminin yakınlaştığı 1999 depreminden bu yana 25 yıldır konuşuluyor.

Tek konu en az can kaybına yol açmayacak şekilde yapılaşma değil elbette. Hayatta kalanların insanca yaşama koşullarına yeniden kavuşturulması süreçlerinde cinsiyet eşitliğine kafa yormak kritik önemde. Mesela deprem gibi olayların erken doğuma yol açtığı biliniyor. Deprem riski yüksek şehirlerde depremde yıkılmayacak kadın doğum hastaneleri inşa etmek çok mu zor? Kızılay’ın bebek maması – çocuk bezinin yanı sıra kadınlar için hijyen malzemelerini de stoklaması neden mümkün olmasın? Bütün arama kurtarma ve ilk yardım ekipmanlarının büyük merkezlerden taşınması şart mı? Neden yüksek riskli yerleşim yerlerinde nüfusa oranlı lojistik merkezi önceden kurulmuyor? Kurumların bir merkezden emir beklemesi ne demek mesela?

Bütün şehirlerin afet acil eylem planlarında hangi kurumun ne yapacağı önceden belli olmalı, herkes afet anında işinin başında olmalı zaten. Zarar görecek kurumların başka şehirlerdeki yedekleri önceden hazırlanmalı. Ve her kurumun kadınların özgün durumlarına ilişkin eğitimleri de tabii ki önceden yapılmalı.

Kadın Örgütleri “Afetlere Müdahalede Eşitlik” Konusunda 6 Şubat’a Dek Aktif Değildi!

Kadın örgütleri söz konusu sorunlarla baş etmek için neler yaptı? Sizce yeterince örgütlü bir kadın mücadelesi (deprem-afet-kadın odağında) şekillendi mi? Engeller nelerdi? 

 Bence kadın hareketi genel anlamda bu konuda 6 Şubat sürecine kadar pek bir şey yapmadı. Dönüp bakınca bir özeleştiri gerekiyor bence. 99 deneyimi bu konuda öğretici bir deneydi. Bu deneyim iyi değerlendirilemedi. Oysaki 2000’li yılların ortalarına kadar cinsiyet eşitliği yönünde birçok adımın atılmasına uygun bir siyasal iklim mevcuttu.

“Afetlere müdahalede eşitlik” konusu feminist mücadelenin konularından biri olmadı bir şekilde. Depremler kendini sık sık hatırlattı aslında. 2010’lardan sonra bu siyasal iklim değişti, kazanılmış hakların savunulması süreci başladı ama yine de toplumsal cinsiyete duyarlı afet yönetimi en azından söylem olarak gündemde tutulabilirdi.  Hiçbir şey yapılmadı diyemeyiz elbette ama çok cılız kaldı. Kısacası engeller esas olarak kadın hareketinin kendi dinamikleri ile ilgiliydi bence.

Ama “böyle olmasaydı ne değişirdi?” diye soracak olursak çok şey değişmezdi.  Geldiğimiz noktada, şiddeti dini telkinlerle önleyebileceğini, kadınlar ses çıkarmazsa her şeyin yolunda gideceğini empoze etmeye çalışan bir zihniyetin hâkim olduğu bir ülkede, cinsiyet eşitliği bakımından harika eylem planları hazırlamış olmak bir işe yaramazdı. Örneğin, AFAD geçici barınma merkezlerinde ilk iş çamaşırhane açmazdı. Aile Bakanlığı ilk iş kadın güvenli alan oluşturmazdı. Sağlık bakanlığı ilk iş üreme sağlığı ve doğurganlık hakları ile ilgili destek mekanizması oluşturmazdı. Ya da Kızılay kadınların özel ihtiyaçları kimse istemeden yardım malzemelerine dahil etmezdi. Afet olmadan ne yapılmadığına bakınca bunları görmek zor değil.

 Afet Yönetiminde Eşitlik Depreme Dayanıklı Bina Kadar Hayati!

 Feminist afet politikası ne demek? 

Kadınların afetlerin mağduru değil, afet yönetiminin her aşamasında, sürecin etkin bir toplumsal aktörü olduğunun, ataerkil sistemin kadınların omuzlarına yüklediği rollerin aslında ne kadar yaşamsal ve hayat kurucu roller olduğunun, çok değerli olduğunun kabul edilmesi demek. Kadınların ev içi emeğinin ekonomik değerinden bahsederken “bir kap yemek pişirmek, inşaat yapmak ya da banka yönetmekle aynı ekonomik değerde olabilir mi” sorusunun ortadan kaldırılması demek.

 Genel olarak afet öncesi-sırası ve sonrası için nasıl bir feminist politika izlenebilir? Buna dair nasıl bir gözleminiz ve deneyiminiz var?  

Bu sorunun yanıtı uzun, minik birkaç örnek verdim az önce. Sadece nereden başlamak gerektiğini söyleyeyim; öncelikle eşitlik politikalarının temel alınması gerek. Afet yönetiminde toplumsal cinsiyet eşitliğinin depreme dayanıklı bina yapmak kadar temel bir mesele olduğunun bir kamu politikası olarak kabul edilmesi gerek. Sonrası kolay; afet öncesi, sırası ve sonrasının bu kabullere göre planlanması, bu planlamaya bağımsız kadın örgütlerinin dahil edilmesi, afet yönetiminde rolü olan ve olacak tüm kurumlarda eşit temsilin sağlanması ve cinsiyet eşitliği bilincinin yerleştirilmesi durumunda feminist afet politikasından bahsedebiliriz.

 Kadın örgütlerinin deprem mağduru kadınların hayatlarına nasıl bir katkısı oldu? Hak kayıplarının telafi edilmesi ya da yeni oluşumlara örnek verebilir misiniz? 

Yardım veren ve alan ikiliği/ayrımcılığı yaratmadan dayanışma örgütlenebileceğinin örneklerini oluşturdular, oluşturuyorlar. Kadınların, kendilerini, güçlerini görmelerini, birlikte üretim ve yeniden üretimi deneylemelerini sağlıyorlar. Bence kıymetli olan da bunlar aslında.

 Karar alıcılara (ulusal ve yerel düzeyde) feminist bir afet politikasını anlatabildiniz mi? Bir karşılık alabildiniz mi?  

Son dönemde yerel yönetimler düzleminde konuştuk daha çok.  En azından “Afetlerde kadın erkek herkes zarar görüyor, sadece kadınları konuşmanız ayrımcılık olmuyor mu?” sorusunu aştık belli bir düzeyde. “Kadınların özel ihtiyaçlarının hesaba katılması/katılmaması” konusu da belli bir düzeyde kabul edildi.

Ama asıl meseleye henüz gelemedik diyebilirim.  Bazen “kırılgan gruplar” bazen de “zarar görebilir gruplar” listesine konulan kadınları “mağdur” algısından çıkarıp eşitlik politikalarını konuşmaya tam olarak geçemedik henüz. Tam da eşitsizliği yeniden üreten bakım emeğine, Feminist mücadelenin ana konusuna yani. Elbette bizler konu ediyoruz da kabul edilmesini sağlayabildik mi zaman gösterecek. Orta vadede hem kadın örgütlerinin hem de yerel yönetimlerin ne kadar sahip çıktıkları gösterecek.

 Bundan sonrası için EŞİK olarak sizin afet odağında ne tür faaliyetleriniz olacak ?

EŞİK Platformu misyonunu kadınların kazanılmış haklarına yönelen eşitlik karşıtı tüm saldırılara karşı ortak mücadele olarak belirlemişti. Eşitlik ve laiklik karşıtlığının afet yönetiminde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının da önündeki en büyük engel olması nedeniyle elbetteki çizdiği sınırla örtüşüyor. Ancak cinsiyete duyarlı afet alanı, özel olarak gündeminde değil. Yani bu konuya özel kampanya yürütmek gibi bir planı yok. Tabii ki bütünün bir parçası ve birçok bileşeni özel olarak da alanda çalışıyor. Bu yönüyle elbette gündemde o ayrı.

İki önemli çerçeve metin ürettik. Biri 6 Şubat depreminin ilk iki ayını toplumsal cinsiyet bakımından izlediğimiz deprem raporumuz, diğeri ise “nasıl bir yerel yönetim istiyoruz?” konusunda çıkardığımız çerçeve metin. Bunlar sadece birkaç kişinin oturup yazdığı metinler değil tabii, her Çarşamba yaptığımız toplantılarda konuşuluyor, tartışılıyor sonra yazılıyor.

Her iki metinde de bakım yükünün eşit paylaşılması ve kamusallaşması konusu ile afet yönetiminde eşitlik ilkesinin ilişkisini kuruyoruz. Mor-Yeşil ekonomi şarttır diyoruz. Belki bu konuyu da açan metinler üretiriz ileride. Mor Ekonomi Prof. İpek İlkaracan’ın geliştirdiği bir model. Pandemi süreci bu modelin ne kadar da gerçekçi olduğu ortaya çıkmıştı. Bu konuda İpek İlkkaracan ve Emel Memiş’in hazırladıkları bilgi notu da EŞİK web sitesinde bulunabilir.

Rant odaklı tahribat yaratan doğa ve emek sömürüsünden, insanların yaşam hakkını ve doğanın kendini yenileme ve iyileşme hakkını elinden alan neoliberal ekonomi politikaları yerine, kamu yararını esas alan planlı, anayasal sosyal devlet anlayışına geri dönülmesi gerekiyor; bu bir gün dahi ertelenemez. Afet risk azaltma sürecinden başlayarak doğa haklarına ve insanların doğal çevreye uyumlu yerleşimlerde yaşama hakkına saygılı planlama döneminin başlatılması ve kamusal hizmetleri özelleştirme politikasından derhal vazgeçilmesi gerekiyor.

“Nasıl olacak?” derseniz biraz konu dışına çıkacağım ama doğa söylüyor aslında neler olacağını… Filistin’de soykırımı, tüm dünya da ama en çok da bizim gibi ülkelerde ekokırımı ve cinskırımı seyrediyoruz. Bazen böyle bir çağda halen en temel kadın haklarını savunmak zorunda kalmamız inanılır gibi gelmiyor. Bunları sadece ben düşünmüyorumdur elbette. Umut veren de bu zaten.