‘BM Mekanizmaları Sivil Toplumun Sesini Duyurması İçin Etkili Bir Yöntem’

Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı özellikle iklim ve çevre konularında BM mekanizmalarını kullanan ve yine Birleşmiş Milletler Özel Raportörlerinin rapor hazırlıkları için yaptığı katkı çağrılarına yanıt veren bir örgüt. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği (STGM), Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Özlem Altıparmak ile hem Vakfı hem de BM mekanizmalarına katılıma ilişkin deneyimlerini konuştu. 

Birleşmiş Milletler’in kurucu belgesi olan BM Şartı’nda insan haklarının korunması için birçok mekanizma mevcut ve bu mekanizmalardan birisi de BM İnsan Hakları Sözleşme Mekanizmaları. Bu mekanizmalar insan hakları anlaşmalarının uygulanmasını izleyen bağımsız uzmanlardan oluşan komitelerden oluşurken bu mekanizmalar içerisinde pek çok araç da bulunuyor. Raporlama, oturumlara katılım, bireysel başvuru gibi… Bu araçlar STÖ’ler için kritik önem taşırken, Türkiye’de hak ihlallerinin mücadelesinde uluslararası prosedürler – Birleşmiş Milletler mekanizmaları gibi- sınırlı seviyede kullanılıyor.

Yakın bir zaman öncesinde kurulan Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı ise özellikle iklim ve çevre konularında BM mekanizmalarını kullanan ve yine Birleşmiş Milletler Özel Raportörlerinin rapor hazırlıkları için yaptığı katkı çağrılarına yanıt veren bir örgüt. Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Özlem Altıparmak, hem Vakfı hem de BM süreçlerine ilişkin deneyimlerini anlattı.

İnsan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, iklim değişikliği ve çevre koruma alanlarında uzun zamandır çalışan bir avukatsınız. Yine hukuk büronuzda STÖ’lerle birlikte yaptığınız çalışmaları da bir vakıf ile somutlaştırdınız. Öncelikle Vakıf olma sürecine giden ihtiyacı konuşmak isteriz. Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı’na neden kuruldu? Hangi ihtiyaçlar sizi vakıf kurmaya yöneltti?

Sizin de ifade ettiğiniz gibi uzun zamandır insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, çevre hukuku ve doğa savunuculuğu alanında çalışıyoruz. Aslında hak savunuculuğu, mesleki olarak öğrenip uyguladığımız bir şey değil bizim; üniversite yıllarımızdan itibaren içinde var olduğumuz, kendimizi tanımladığımız bir alan. Avukatlık faaliyetlerimiz de bu alanı gözeterek ve önceleyerek gelişti. Mesleki çalışmalarımızın yanında sivil toplum örgütlerinin savunuculuk kapasitelerinin geliştirilmesi amacına yönelik olarak birçok proje ve çalışmada uzmanlık sunduk, pro bono (toplum yararına hukuk) hizmet verdik ve sivil toplum kuruluşları ile her zaman güçlü bağlar içinde olduk. Bir stratejik dava açtığımızda, üzerinde çalıştığımız dilekçeyi bir yayın şeklinde herkese açtık ki başka hukukçular ve hak sahipleri de faydalansın. Türkiye’de ilk kez çevre hukuku üzerine uzmanlaşmış tematik bir avukatlık staj programı başlattık. Yine bir ilk olarak Ankara Üniversitesi Hukuk Klinikleri’nde İklim Kliniği açtık ve hukuk fakültesinde bu alanda çalışmak isteyen öğrencilerimiz oldu. Hukuk bürosu çatısı altında her ne kadar kamusal ve pro bono faaliyet yürütseniz de özel bir şirket gibi algılanıyorsunuz. Bu da çalışmalarımızı yaygınlaştırırken veya ortaklıklar kurmak istediğimizde engel olabiliyordu. Çalışmalarımız geliştikçe farklı bir oluşum üzerinden faaliyetlerimizi çeşitlendirip, geliştirmek ve yaptığımız işlerin etkisini arttırmak istedik. Bu alandaki deneyimizi ve çalışma isteğimizi kalıcı hale getirmek için, kurumsallaşmaya ve vakıf kurmaya karar verdik. 2022 yılı içinde başlattığımız vakıf kurulum sürecini Kasım 2022’de sonuçlandırdık ve HUDOTO’yu kurduk.

Çalıştığımız her alanı hak bakışıyla çalışmaya ve uluslararası alandaki gelişmelerle harmanlamaya çalışıyoruz.

HUDOTO’yu da biraz anlatır mısınız? Hangi alanlarda çalışıyorsunuz?

HUDOTO’da insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, doğa koruma ve iklim değişikliği konularını, hak temelli bakışla ve kesişimsel olarak çalışıyoruz. Sadece ulusal politikaları ve mevzuatı değil, uluslararası yayınları ve gelişmeleri de takip ediyor, düzenli olarak çeviriler yapıyor, bilgi notları hazırlıyor, makale ve yazılar yazıyoruz. Bu alanlarda önemli ölçüde bilgi, uzmanlık ve deneyim biriktirdik. Daha ilk yılımız dolmadan onlarca bilgi notu, politika belgesi, BM raporları ve BM Özel Raportörü katkı çağrıları çevirileri yayınladık. Etkiniz AB Programı desteği ile BM New York’ta düzenlenen Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesi Üst Düzey Toplantısı’na vakfımızı temsilen katıldık.

Çalıştığımız her alanı hak bakışıyla çalışmaya ve uluslararası alandaki gelişmelerle harmanlamaya çalışıyoruz. Hukuk en önemli savunuculuk araçlarından birisi ve sadece ulusal mevzuat, kanunlar ve yönetmeliklerden ibaret değil. Hukuk ve adalet aklımıza sadece açacağımız bir dava ile sınırlı şekilde gelmemeli. Yazılı kanunların ve sözleşmelerin dışındaki uluslararası politika belgeleri ve stratejik çerçeveler, bizim soft law dediğimiz esnek hukuk belgeleridir. Aslında politikayı, müzakere süreçlerini ve insan haklarının gelişimini belirleyen şey de işte bu metinler ve uzlaşılardır. Hukuku bu nedenle daha geniş kapsamlı anlıyor ve çalışıyoruz.

Geçen hafta bu konuda yeni bir girişimimiz oldu. Daha önce yazılı çevirisini yaptığımız BM Cinsel Yönelim, Toplumsal Cinsiyet Kimliği ve Din Özgürlüğü Uzman Raporu’nun okuyucu dostu özetini podcast olarak dört bölüm halinde yayınladık. Okumaya vakti olmayanlar, belki dinleyerek faydalanırlar diye düşündük ve denemek istedik. Podcasti buradan dinleyebilirsiniz.

Disiplinler arası ve anlaşılır biçimde çalışmak bizim için çok önemli. Örneğin her şey yolunda giderse Eylül sonu ya da Ekim ayı içinde UNDP desteği ile “İklim, Gıda Güvencesi ve İnsan Hakları için Agroekoloji” isimli bir atölye çalışması düzenleyeceğiz. Agroekolojiyi sadece bir tarımsal yöntem olarak duyuyoruz, çiftçinin meselesi sanıyoruz ama yaşadığımız iklim değişikliğinde durum hiç de öyle değil. Kuraklık, değişen iklim ve biyoçeşitlilik kaybının bizi hızla sürükleyeceği yer gıda krizi olacak ve önümüzdeki dönemde sıklıkla gıda hakkını, gıda egemenliğini ve gıda güvenliğini konuşuyor olacağız. Bu nedenle agroekolojiyi yine hak temelinde iklim değişikliği, gıda hakkı, biyoçeşitlilik ve insan hakları kesişiminde tartışmayı amaçlıyoruz. İklim değişikliği konusunda multidisipliner ve iklim adaletini gözeten çalışmalar çok önemli çünkü teknokrat bir bakışla yürütülen ve literatürde “iklim izolasyonizmi” denen anlaşılmaz, soyut ve teknik çalışma durumunu ortadan kaldırıyor. Böylece hak sahipleri için sorunu ve çözümü anlaşılır kılıyor.

HUDOTO olarak Birleşmiş Milletler’in farklı çalışma alanlarına dair hazırlayacağı raporlara ilişkin katkı çağrılarını yakından takip ettiğinizi görüyoruz. Biraz bundan bahseder misiniz? Süreci nasıl yürütüyorsunuz? Katkı verdiğiniz raporlar oldu mu?

BM Özel Raportörlerinin, tematik sorun alanlarına dair rapor katkı çağrılarını yakından takip ediyoruz. Bu çağrıların özellikle sivil toplum örgütlerince bilinir olmasına ve başvurulmasının mümkün olduğunu anlatmaya gayret ediyoruz.

BM İnsan Hakları Konseyi’nin Özel Prosedürleri aslında bağımsız insan hakları uzmanlarından oluşuyor. Özel Prosedürler, BM İnsan Hakları Konseyi’ne kendi alanlarıyla ilgili periyodik raporlar hazırlayıp sunuyorlar. İşte bu rapor hazırlama sürecinde Özel Raportör devletlerden, hak sahiplerinden ve paydaşlardan hazırlayacağı tematik rapor konusuna ilişkin katkıda bulunmalarını istiyor ve bu sebeple bir katkı çağrısı yayınlıyor. Hem tematik raporunun çerçevesini kamuoyuna duyuruyor hem de katkının hangi süre içinde ve hangi usullerle yapılacağını da belirtiyor.

Biz BM insan hakları sistemini, toplantılarını ve bu çağrıları düzenli olarak izliyoruz. Bu takibi yapmak bizim çalışmalarımızı da geliştiriyor. Aslında çağrılara katkı sunulmasa bile, sadece çağrıdaki çerçeveyi ve sorulan soruları okumak bile geliştirici olabiliyor. Örneğin geçen sene tüm raportörlerin ortak konusu iklim değişikliğiydi. Göçten, kadına yönelik şiddete, sürdürülebilir kalkınmadan toplantı ve gösteri hakkına kadar hemen hemen her alanda bu konuda çağrılar yayınlandı. Biz bu çağrıların izini sürdük ve sadece çağrıyı değil, çağrı sonucunda çıkan raporları da duyurmaya çalıştık. Geçen seneki çalışmalarımızda iklim değişikliğinin bir insan hakları meselesi olmasına odaklandık. Bu süreçte hem kendimiz katkı ve görüşlerimizi sunduk hem de katkı sunmak isteyen sivil toplum örgütlerinin sorularını yanıtladık. Bu konuda akademisyenlerden de olumlu geri bildirimler aldığımızı belirtmeliyim, çağrılardan çok faydalandıklarını söyleyenler oldu. Başta da dediğim gibi çağrılara görüş sunmak kadar çağrıların çerçevesini anlamak ve sorular üzerine düşünmek bile oldukça geliştirici olabiliyor.

Hak ihlallerin mücadelesinde uluslararası prosedürler, Birleşmiş Milletler mekanizmaları gibi, sınırlı seviyede kullanılıyor. Doğa savunucuları için de benzer bir durum geçerli. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz? STÖ’ler BM mekanizmalarını nasıl daha etkin kullanabilir?

Dediğiniz gibi hak ihlallerinde BM sistemini bir yöntem olarak bilmiyoruz ve kullanmıyoruz. Bunun bir sebebi dil engeli ama dil bilseniz de BM sisteminin kendisi de oldukça karışık bir yapıda diye düşünüyorum. BM içinde hangi komite var, hangi raportör ne iş yapar, sistem nasıl çalışır anlamak bile bir mesai gerektiriyor.

Bir de aslında bir hak ihlali varsa, doğal olarak sonuç alıcı şeyler yapmak istiyoruz. BM’yi bir adalet mekanizması olarak sonuç alabileceğimiz bir yer gibi görmüyoruz çünkü hiçbir zaman bizim bildiğimiz şekilde bir mahkeme kararı vermiyor. Bu noktada hukukçuların da uluslararası yol olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni bildiğini ve kullandığını ancak BM İnsan Hakları Komiteleri’ne başvuru yapmadıklarını belirteyim.

‘Sivil Toplumun Sesini Duyurması için Etkili Bir Yöntem’

Oysa adalete erişim her zaman bir yargı mekanizmasına erişmek demek değil. Bazen bir bilgiye erişmek, bazen bir yasa değişikliğini sağlamak, bazen de alınacak kararlarda söz hakkı sahibi olmak gibi boyutları var. BM sistemi bu adalete erişimi hukuk mevzuatını ve yasaları kullanarak değil, insan hakları çerçevelerini, kararları ve müzakere süreçlerini işleterek mümkün kılıyor. Sivil toplumun sesini duyurması için etkili bir yöntem diye düşünüyorum.

Doğa savunuculuğu ve iklim değişikliği alanındaki çalışmalarda zaten insan hakları bakışı oldukça eksik. Sadece sivil toplum örgütleri için değil uluslararası alanda da böyle. Oysa iklim adaleti dediğimiz şey, iklim değişikliğinin ve çevresel tahribatların etkilerindeki eşitsizliği giderme üzerine kurulu. Bu da sivil toplum için gelişmeye, tartışmaya ve ortak çalışmaya çok açık bir alan yaratıyor. Kadın, çocuk veya engelli hakları gibi diğer tematik alanlarda çalışan sivil toplum örgütleri doğayı, iklim değişikliğini ve çevresel talanı kendilerine dert edinmeye başlarsa ve aslında bunların etkilerinin doğrudan hak ihlali yarattığını fark ederlerse bu alanda kesişimsel çalışmalar kuvvetlenecek diye düşünüyorum. BM mekanizmaları ve kararları bu kesişimsellikler için çok büyük bir alan açıyor ve fırsat sunuyor.

BM mekanizmalarına dair deneyimleriniz üzerinden uluslararası prosedürleri kullanmak isteyen STÖ’lere neler önerirsiniz? 

Öncelikle kendi çalışma alanlarına ilişkin BM çağrılarını, raporlarını ve kararlarını takipte kalmalarını öneririm. Başvuru yapılmasa dahi süreci ve uluslararası alandaki tartışmaları bilmek bile çok geliştirici oluyor. Bir de savunuculuğu daha geniş bir çerçevede düşünmek gerek. Çoğunlukla bir kampanya veya eylem olarak gördüğümüz savunuculuk süreçlerinde aslında yazacağımız basit bir bilgi edinme dilekçesi ile kendi yaşam alanımızda alınacak kararı değiştirmemiz ve hak ihlalini önlememiz mümkün olabiliyor.

‘BM Çerçevesini Anlamak, Hak Bakışını Geliştirmek Açısından da Önemli’

BM mekanizmalarına başvuruyu da bir dilekçe yazma hakkı gibi düşünebiliriz. Online başvurunun mümkün olduğu bir sistem var ve sivil toplum örgütleri için bu sistem erişilebilir durumda. Yabancı dil engelini aştığımız sürece, sistem kendi sözümüzü ve irademizi başvuru olarak girmemize olanak tanıyor. Aktaracağımız şey kendi yaşadığımız deneyimimiz ve çalışma alanımıza ilişkin oluyor. Bir dava açtığımızda olduğu gibi masraf yapıp kaybetme riskimiz yok. Sistem aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin tek başına değil, birlikte başvurmalarına da imkan veriyor.  Bu tip başvuruların sivil toplumu güçlendireceğini düşünüyorum. BM çerçevesini anlamak, hak bakışını geliştirmek açısından da önemli.

Bir örnek vermek gerekirse, BM İnsan Hakları ve Çevre Raportörü, bu yılın başında “Çevresel Demokrasiyi Teşvik Etmek: Bir insan hakkı olarak temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının usule ilişkin unsurları” başlıklı katkı çağrısını yayınladı. Özel Raportörün hazırlayacağı tematik rapor temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının usule ilişkin boyutlarını ve katılımcılık konusunu ele alıyor. Çevresel konularla ilgili usuller dendiğinde; bilgiye erişim, kararlara katılım ve adalete erişim süreçlerini anlarız. Yani bu katkı çağrısında hemen yanı başımızdaki ormanlık araziye bir maden projesi izni verilmek istendiğinde, projeye dair bilgi edinme hakkımızın olup olmadığı, bu projeye dair alınacak kararlara gerçek anlamda katılım sağlayıp sağlayamadığımız, buna dava açmak istediğimizde yargılama giderini karşılayıp karşılayamadığımıza dair bilgi ve deneyimizi aktarmamız bekleniyor. Bu rapor aynı zamanda çevresel eğitim, ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakları ile çevresel insan hakları savunucuları için güvenli alanlar gibi konuları da kapsayacak. Rapora 2 Ekim 2023 tarihine kadar katkı sunmak mümkün. Bu vesileyle bu katkı çağrısını da duyurmuş olalım: https://hudoto.com/yazilar/bm-insan-haklari-ve-cevre-raportoru-katki-cagrisi-cevresel-demokrasiyi-tesvik-etmek

‘Birleşmiş Milletler Sistemi İhlaller ile İlgili de Kullanabilir’

Raporlara, mevzuat değişikliklerine ve ülke ziyaretlerine katkı ve görüş sunabileceğimiz gibi, ihlaller ile ilgili de Birleşmiş Milletler sistemini kullanabiliriz. Devam eden ihlallerde BM Özel Prosedürlere acil başvuru yöntemi işletilip online bir başvuru yapılabilir. Geçmiş ihlallerle ilgili iddia mektupları şeklinde başvurular yapılabilir. Ancak her durumda ihlalin ciddi, güvenilir ve somut verilerle delillendirilmiş olması gerekiyor. Bir basın haberine dayanarak başvuru yapamazsınız. Bu durumlarda da aslında güvenilir verinin toplanması gündeme geliyor. Etrafımızda pek çok ihlal olabiliyor ancak bunu belgelemekte, veriyi tutmakta ve analizinde sorunlar yaşıyoruz. Bir yılda bir sivil toplum kuruluşuna hukuki yardım talebiyle için kaç başvuru yapıldığını, bunların tematik ayrımını bile tutulmadığını görüyorum. Herkes ihlali biliyor ama o yöreye gittiğinizde bu ihlalden tam olarak kim etkilendi; etkilenenlerin kaçı kadındı, kaçı çocuktu; kaç kişi buna bağlı göç etti dediğinizde yanıt alamıyorsunuz. İdarenin veri toplama yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda sivil toplum örgütlerine, araştırmacılara ve akademiye çok iş düşüyor.

Hava kirliliği diyoruz veya dere yatağına dökülen bir atık ve molozdan bahsediyoruz ama bunun belgelendirilmesi ve veriye dökülmesi konularında ne yazık ki çok ciddi sıkıntı var. Bunu deprem döneminde de yaşadık. Özellikle verinin önemi, ayrıştırtılmış verinin tutulması ve analizi konusunda kapasitemizi güçlendirmemiz gerekiyor.

HUDOTO olarak tüm bu konularda sivil toplum örgütleriyle ortak çalışma içinde olmayı, uzmanlık alanlarımızı paylaşarak birlikte öğrenmeyi çok önemsiyoruz. Bu fırsatı bize verdiğiniz için çok teşekkür ederiz!