Özgürlükçü Demokrasi İçin Eşit ve Kapsayıcı Sivil Katılım

Altı siyasi partinin imzaladığı Parlamenter Sisteme Geçiş mutabakatının felsefesini ve sivil toplumla ilgili düzenlemeleri, metni hazırlayanlar arasında yer alan DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ile konuştuk. Özgürlükçü demokrasi için eşit ve kapsayıcı sivil katılımı esas aldıklarını belirten Yeneroğlu, 'Sivil toplumu ezen, kendisine benzeten, dönüştüren değil; sivil toplumun farklılığını, eleştirelliğini bir zenginlik olarak kabul eden, STK’ları her düzeyde katılımcı anlayışla sürece dahil eden bir güçlendirilmiş parlamenter sistem felsefesi ortaya koyduk' dedi.

Öncelikle ortaklaşılan ve 28 Şubat’ta imzalanan mutabakat, partilerin eşit ve demokratik bir ortamın tesisini öncelediğini ortaya koyuyor. Yani teknik vurguların yanı sıra sorunlara geniş bir arka planla da yaklaşılmış. Nasıl bir perspektifle yola çıkıldı ve mutabakat neleri içeriyor?

Altı siyasi parti öncelikli olarak Türkiye’nin demokratik temel olmazsa olmazları yakalamasını önceliyor. Yani toplumda yaşayan her bir vatandaşımızın eşit kabul edilmesi temel ortak nokta. Her bir vatandaşımızın katılım süreçlerine dahil edilmesi zorunluluğunun olması ve ancak bu şekilde toplumsal huzuru bulabileceğimiz anlayışı güçlü bir biçimde yer alıyor. Sadece teknik sistem üzerinde çalışmakla yetinmedik, aynı zamanda özgürlükçü ve çoğulcu bir demokratik anlayış üzerine güçlenmiş parlamenter sistem çalışmamızı bina edebildik. Güçlendirilmiş parlamenter sistem derken de sadece parlamentonun güçlendirilmesi şeklinde bir çalışmadan daha ziyade bu başlığı artık bir marka olarak değerlendirdik. Hukukun üstünlüğünü esas alan özgürlükçü demokratik bir düzenin nasıl olacağının çerçevesini, yargı, yürütme, yasama başlıklarıyla ele aldık. Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi olarak yolsuzluk ve bunu ortadan kaldıracak siyasi etik kanunu ile ilgili çok detaylı düzenlemeler öngördük. Demokratik toplumu, demokratik devleti nasıl güçlendireceğiz diye temel haklar üzerinde durduk. Kadın hakları üzerinde detaylı olarak durduk. Aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğü üzerinde durduk. Fikir, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü üzerinde durduk. Sivil toplum, çevre, sürdürülebilirlik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi konular üzerinde geniş vurgular yaptık. 

Sivil toplumla ilgili düzenlemeler nasıl bir perspektifle oluşturuldu?

Türkiye’de sivil toplum bilincinin güçlü olduğu düşünülür fakat ileri demokrasilerle mukayese ettiğimiz zaman Türkiye’de sivil toplum bilinci maalesef çok düşük. Ya siyasi bir mahallenin unsuru olarak konumlandırıyor insanlar kendilerini ya da korunaklı bir alana çekilme gereği duyuluyor. Yani toplum birbirinden kopuk, iletişim çok zayıf. Bu sadece siyaset için geçerli değil, toplumda da farklı farklı mahalleler birbirlerini tanımıyorlar, birbirlerine ciddi manada yabancılar. Bu yabancılaşmayı ortadan kaldıracak mekanizmaların, kamusal alanın doğal olarak oluşturulması gerekiyor. Türkiye’nin demokratik kültürü inşa etme noktasında acil bir gündemi olduğunu herkesin kavraması gerekiyor. 

Bugün iktidar Türkiye’de öyle bir noktaya geldi ki kendisine yakın sivil toplumun sivilliğini elinden aldı. Kendisine yakın STK’ları bir DTK’ya dönüştürdü. Yani devlet-toplum teşkilatına dönüştürdü. Kendi makro vatandaş anlayışı içerisinde sivil toplum kuruluşlarını ki çok ciddi, çok nitelikli sivil toplum kuruluşları vardı. Bunların çok çok büyük bir ekseriyetini tamamen sivillik, eleştirilebilirlik, hesap sorma bilincinden tamamen uzaklaştırdı. Kendisine hizmet eden, içerikten yoksun, sivillikten yoksun, enstitüler haline getirdi. 

Bir yandan da kendisine uzak gördüğü sivil toplum kuruluşlarını da devamlı ötekileştirdi, düşmanlaştırdı, hedef aldı. Öteki kabul ettiği sivil toplum kuruluşlarındaki popüler kişileri de cezalandırma yoluna gitti. Misal, İHD Başkanı Öztürk Türkdoğan’ın duruşması vardı geçen hafta. İçeriğine bakıyorsunuz tamamen boş. Osman Kavala zaten yeterince iyi bir örnek. Boş isnatlarla, boş suçlamalarla neredeyse 5 yıla yakındır cezaevinde tutuklu yargılanıyor. 

Metnimizde bu mevcut durum ve bakışın yanı sıra, iktidarın sivil toplumla münasebeti üzerinde durduk. Sivil toplum meselesine de çoğulcu, katılımcı, eşitlikçi bir toplum anlayışı felsefesi üzerinden yaklaştık. Bu şekilde yaklaşmadığınız zaman iktidara gelen herkes kendi rengini devlete giydirdiğinde, kimlikçi bir devlet yapısı oluştuğunda geçmiş süreçlerde olduğu gibi yaygın sorunlar oluşuyor. Böyle bir ortamda da özgür sivil toplumdan söz edilmesi çok zor. O yüzden ideolojik, kimlikçi devlet anlayışından eşitlikçi devlet anlayışına geçmek gerekiyor. Dolayısı ile eşitlikçi aynı zamanda katılımcı yani bütün sivil toplum kuruluşlarının farklı farklı görüşlere sahip olan insanların bir araya gelecekleri ortamları her düzeyde oluşturmak devletin en öncelikli görevlerinden birisi olması gerekiyor. Çünkü aksi takdirde demokratik kültürü geliştiremeyecek. Katılımcılığın yanında çoğulcu olması gerekiyor. Farklılıklara eşit yaklaşması gerekiyor. Bu çoğulculuğu da her ortamda sağlayacak bir anlayışa sahip olması gerekiyor. 

Hangi düzenlemeler öngörülüyor bu eşitliğin sağlanabilmesi için?

Öncelikle ayrımcılık içeren tüm mevzuat düzenlemeleri kesinlikle ortadan kaldırılmalı, kamu menfaati konusu ayrıca ele alınmalı. Yani kamu yararına çalışma statüsüne sahip sivil toplum kuruluşları meselesi tekrar ele alınarak eşitlikçi, adil bir anlayış geliştirilmeli. Özgürlükçü bir anayasal düzene aykırı olmayan bütün sivil toplum kuruluşların kamu yararına çalışma statüsüne sahip olması lazım. Bunları sağladığımız takdirde zaten adil bir sistem inşa etmiş oluyoruz. Yerel yönetimlerin sivil toplum kuruluşlarına yönelik açık kapı mekanizması üzerinde özellikle durduk. Yerel yönetimlerde bu uygulama kısmen sağlanmış vaziyette, bunu güçlendirmek gerekiyor. Yasama bağlamında da sivil katılımın üzerinde durduk. Sivil toplumun yasama süreçlerine  daha güçlü bir biçimde angaje edilmesi gerekiyor. Meclis içtüzüğünü değiştirerek bunu zorunlu hale getireceğiz. Bunu da metnimizi aldık. Dolayısıyla sivil toplumu ezen, kendisine benzeten, dönüştüren değil; sivil toplumun farklılığını, eleştirelliğini bir zenginlik olarak kabul eden, STK’ları her düzeyde katılımcı anlayışla sürece dahil eden bir güçlendirilmiş parlamenter sistem felsefesi ortaya koyduk.