‘Ezber ve Alışkanlıkların Dışında Kuşatıcı, Yeni Bir Dil Geliştirmeliyiz’

Geçtiğimiz günlerde tahliye edilen Kars Belediyesi Eski Başkanı Ayhan Bilgen ile Kobani, HDP’ye açılan kapatma davalarını, sivil toplum - siyaset ilişkilerini ve son günlerde sıkça kullanılan ‘alternatif siyaset’, ‘doğrudan demokrasi’ kavramlarını konuştuk. Eski kavgaları, kamplaşmaları, ötekileştirmeleri geride bırakacak yeni bir siyasi dilin inşa edilmesi gerektiğini savunan Bilgen, “Ezber ve alışkanlıkların dışında kuşatıcı yeni bir dil geliştirmeliyiz” dedi.

Sivil toplum ve siyasette uzun yıllardır bulunan biri olarak geçmiş dönemlerle bugünü sivil toplum – siyaset ilişkileri ve sivil alanın genişliği açısından nasıl karşılaştırırsınız?

Kuramsal açıdan çok zor bir tartışma alanı ama günlük ihtiyaç üzerinden analiz yapacak olursak, sivil toplumu depolitize bir okuma ile ele alanlar var. Daha apolitik bir alan gibi okuyanlar var dolayısıyla da siyasetten uzak durma, siyasetten uzaklaşma siyasetin dışında durarak sorunları çözme gibi tarifler yapılıyor. Ben tam tersi bir bakış açısına sahibim. İnsan aynı insan, doğa aynı, devletler aynı devletler, dolayısıyla sivil toplumu tehdit edenler de sivil toplumun alanını daraltan sorunlarla siyasetin alanı aynı gibi. Elbette ikisinin kendilerine göre farklı tarzları var. Fakat etkileşim ve iç içe geçmişlik var. Ben sivil toplumun bakış açısının siyasete geçmesini önemsiyorum. Siyasetin de karar alma süreçlerini sadece siyasetçilerle değil özellikle sivil toplumla toplumsal mücadelelerle güçlendirilmesi ve desteklenmesi kanaatindeyim. Bu alandaki ilişkiyi sağlıklı bir zemine kavuşturabildiğinizde de hem siyaset  nitelikli hale gelecektir hem de sivil toplum siyasal karar alma süreçlerinde belirleyici olacaktır.

HDP’nin de bu süreci bir içe kapanma, bir tepkisel savunma refleksi vermekten çok kendi gerçekleriyle yüzleşip aynı zamanda siyasetin öznesinin toplum olduğunun bilinciyle, farkındalığıyla bunu bir fırsata çevirmeye çalışması son derece önemli.

HDP’ye yönelik açılan kapatma davasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Bunun üç boyutu olduğu kanaatindeyim. Birincisi teknik ve hukuki boyutu ki bu belki en az tartışılan ya da tartışılması gereken tarafı. İkincisi siyasi boyutu, daha çok kim ne kadar karlı çıkacak kimin oyu artacak, oylar nereye gidecek gibi, siyasi hesaplar, siyasi kaygılar, siyasi önceliklerle ilgili değerlendirmeler. Ben bunun şüphesiz hukuk boyutundan daha belirleyici olduğu kanaatindeyim. Benim en çok önemsediğim ise üçüncü boyutu, yani toplum ve toplumsal psikoloji boyutu.

İnsanlar demokratik bir mücadele aracını önemsemiş ona bir değer affetmiş ondan bir beklentiye girmişlerse bu tip girişimler ya da hesaplar, planlar toplumsal psikolojide nasıl bir etki doğuruyor bence asıl bunu önemsemek gerekiyor. Demokratik siyaset kanalını önemseyen kitleler açısından parti kapanması, parti kapatılması ne ifade eder. Devletin ve siyasi partilerin gözünden bakmak elbette olayı anlamak açısından önemli ama, daha önemlisi siyasetin öznesi toplumsa, toplum bunu nasıl okuyacak ona bakmak lazım. O insanlar hangi karamsarlıkları, umutsuzlukları, hayal kırıklıklarını yaşayacaklar. Özellikle HDP’nin de bu süreci bir içe kapanma bir tepkisel savunma refleksi vermekten çok kendi gerçekleriyle yüzleşip aynı zamanda siyasetin öznesinin toplum olduğunun bilinciyle, farkındalığıyla bunu bir fırsata çevirmeye çalışması son derece önemli.

Siyasi partiler daha aktif daha etkin bir mekanizma kurabilirlerdi. Olayların araştırılması mağdurlara ulaşılması vs. gibi. Bu süreçlerle yüzleşmek bu süreçlerin aydınlanmasını sağlamak toplumların gelecek kurması açısından son derece belirleyicidir.

Protestoların yaşandığı günlerden sizin de dahil edildiğiniz dava sürecine kadar Kobani olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Olayın aydınlatılması ile ilgili yoğun çabayı iki taraf da yapmalıydı. Hükümet kendince çok uzun soruşturma süreçleri, inceleme süreçleri geçirdiğini iddia ediyor, en azından bize öyle söyleniyor. Ortaya çıkmış binlerce sayfa var, yüzlerce klasör ek delil diye dosyaya konmuş binlerce müşteki var. Şeklen baktığınızda ortada çok ağır bir itham var ve bir o kadar da ‘belki ilişkilendirilmek istenen gerekçeler var’ bu süre boyunca muhalefet parlamentoda ne yaptı sivil toplum ne yaptı. Örneğin şimdiye kadar neden bir inceleme, araştırma komisyonu kurulamadı. Bu geçiştirilecek bir konu mu? 

Geçmişte bu coğrafyada Maraş olayları, Çorum olayları 6-7 Eylül olayları gibi bir boyutu, nefret suçu olan, linç olan, toplumsal çatışma, hatta iç savaşa dönük provokatif denemeler olan olaylar var. Bunların tekrarlanmamasının yolu, hem gösterilere katılanlar açısından hem siyasetçi açısından hem de olaylara müdahale eden güvenlik görevlileri açısından da bence önemli. Siyasi partiler daha aktif daha etkin bir mekanizma kurabilirlerdi. Olayların araştırılması mağdurlara ulaşılması vs. gibi. Bu süreçlerle yüzleşmek bu süreçlerin aydınlanmasını sağlamak toplumların gelecek kurması açısından son derece belirleyicidir.

Davanın yüzleşme – adalet çabasından çok siyasi saiklerle oluşturulduğu da düşünülüyor, yıllar sonra gündeme getirilmesi vs, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Sonuçta tarihsel bir yüzleşmeye ihtiyaç var bu kesin. Sonuç itibariyle bazı dosyalarda 50’nin üstünde, son yargılandığımız dosyada ise 37 kişinin hayatını kaybettiği iddiası bile başlı başına bir yüzleşmeyi gerektirir. Şüphesiz mahkeme koridorlarındaki yargılamadan çok toplumların geleceği açısından önemli, değerli ve belirleyici olan toplumsal vicdandaki hesaplaşma ve yüzleşmedir. 

Sonuç itibarıyla onlarca insanın ölümü elbette birilerinin sorumluluğunu, birilerinin yargılanmasını ve cezalandırılmasını gerektirir. Ama bunu hangi yöntemle yapıyorsunuz, işte bu hukukun en temel ilkelerinden birisidir. Yani failden değil fiilden hareket etmek gerekir. Fiilden hareket ederseniz ölüm sebepleri, otopsi raporları, balistik incelemeleri, silahlar gibi azmettirenler, tahrik edenler vs. ne varsa araştırılabilir. Ama siz failden hareket ederseniz peşinen ‘bunlar suçludur, bunlar öldürmüştür’ diye yola çıkarsanız bu da ortaçağ Avrupa’sındaki yargılama yöntemlerine döner. Siz zaten onu cezalandırmaya karar vermişsiniz kendinizce bir şekilde bağ kurmaya çalışıyorsunuz. 

Tutuklanmadan önce  parti içi yaptığınız eleştirilerin tartışması halen sürüyor, anlaşıldığınızı düşünüyor musunuz?

Anlaşılamamışsak bizim de ifade problemimiz var demektir. Ne anlaşılmazlığın gizemi arkasına saklanma hevesi ve niyeti içerisindeyim ne de mesajı vermeye çalıştığım insanları suçlayacak bir durumda değilim. Sonuçta mesajı veren bensem bunun sorumluluğuyla hareket etmek ve doğru anlaşılmak konusunda özen göstermek ama aynı zamanda tabi ki bunun istenen amaca hizmet etmesinin de arkasında durmak zorundayım. Ben bir öfke ile bir tepki ile kişisel bir hesapla böyle bir şey yapmadım. 

Tutuklanmadan önce  parti kurullarında kaygılarımı, endişelerimi ilgili sorumlu arkadaşlarla ve zaman zaman açık araçlarla verdiğim röportajlarda söyleşilerde de bunu kamuoyu ile paylaştım. Ben siyasetin öznesinin toplum olduğunu düşünüyorum dolayısıyla temsili demokrasiyi yeterli görseydik şüphesiz sadece temsil makamları üzerinden siyaset yapardık. Oysa biz siyasetçiler kurullar, mekanizmalar sadece kolaylaştırıcı role sahibiz yoksa sözün asıl sahibi ülkede yaşayan insanlardır. Yani HDP’ye gönül verenler, toplum kitle halk dolayısıyla da onların nasıl anladığı daha önemli.

Sonuçta ‘benden başka kimse doğruları görmüyor, herkes benim doğrularımı görsün’ diye bir iddiam yok. Ben kendi vicdani sorumluluğumun gereği olarak doğru ve ihtiyaç olarak gördüğüm şeylere dair uyarılarımı paylaşıyorum. Eleştiriden de öte fikirlerimi paylaşıyorum, bunu takdir edecek ve değerlendirecek olan hem parti yönetimidir hem de toplumdur. Yanlış söylediğim, eksik söylediğim belki biraz kırarak, inciterek söylediğim şeyler varsa bunlarla ilgilide gayet tabi her türlü eleştiriye değerlendirmeye açığım ama Türkiye siyasetinde bir tıkanma olduğu vaka. 

Sadece HDP açısından değil hangi partinin penceresinden bakarsanız bakın kimse kalkıp siyasette böyle bir tıkanma yok iktidarda, muhalefet de mutlu asayiş berkemal diyemiyor. Ortada sorun yumağı varsa ve siyaset bunları çözmek konusunda bir kapasite sorunu yaşıyorsa demek ki siyasette başka açılımlar yapmak başka sözler üretmek gibi bir sorumluluğumuz var.

Bahsettiğiniz demokratik ve çoğulcu sistem tam olarak nedir ve neden tepki görüyor?

Siyasette hegemonik bir bakış açısına sahipseniz eğer, ben kurtaracağım, ben her şeyin en iyisini bilirim modunda siyaset yapıyorsanız farklılıkları tehdit olarak görmeye, eleştiriyi düşmanlık ihanet gibi okumaya başlarsınız. Türkiye’deki siyasi kültürün egemen anlayışın tarifi açısından söylüyorum oysa burada tam tersine spor müsabakasına benzettiğimiz de, futbol oynuyorsanız en az yirmi iki kişi lazım sadece on bir kişiyle müsabaka yapamazsınız burada iktidar ne kadar önemliyse muhalefet de o kadar değerlidir yoksa ortaya bir müsabaka bir yarışma çıkmaz.

Herkesin kendini değerli görmesi kendini önemsemesi ötekine dair bir role bile tahammülün olmaması ciddi bir handikap. Oysa güçlü iktidarlar güçlü muhalefetlerle ortaya çıkar. İktidarların da yapıcı bir eleştiri ile karar alma süreçlerine katkı sunan bir muhalefete ihtiyaçları vardır. Bunu ülke genelindeki iktidar biçiminde de parti içi iktidar biçiminde de okuyabilirsiniz. 

Farklılığı çoğulculuk, zenginlik olarak görmek olgunluğuna, seviyesini ulaşamazsak bu tarzı siyasete taşıyamaz ve siyasette egemen kılamazsak eğer, kontrolümüzün altındaki alanı ve oradaki hakimiyetimizi belki pekiştirmiş oluruz ama ne yazık ki hep eksik kalırız hep yetmezliğimizle baş başa kalırız.

Demokrasiyi toplumu kandırma sanatına çevirirseniz, bedeli son derece ağır olur. Doğrudan demokrasi mekanizmalarının hem yerellerde hem de mümkün olduğu kadar ortak payda zeminlerinde, platformlarında hayata geçirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu bir mahalle inisiyatifi olabilir, il veya ilçe düzeyinde olabilir. Seçimden seçime havale edilmeyen görüş alma mekanizmaları ile de olabilir.

Alternatif siyaset, doğrudan demokrasi, sık sık kullandığınız bu kavramlar neye işaret ediyor? Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi krize nasıl bir çözüm perspekstifiniz var? 

Doğrudan demokrasi Türkiye’de biraz nostalji gibi ele alınıyor. Biraz romantik anarşist bir şey gibi. En azından göndermeler şöyle yapılıyor, eski Yunandaki şehir devletlerinde küçük nüfus ve bir şehirden ibaret  karar alma süreçlerinde doğrudan demokrasi olabilir ama, artık ulus-devletler var milyonlarca insan var bunlarla nasıl doğrudan demokrasi olacak gibi bir tavır var. Ben çok böyle bakmıyorum, elbette ki siz makro kararları doğrudan demokrasi mekanizmalarıyla hızlı ve kolay alamayabilirsiniz ama, tersine kolaylaştırıcı örnekler de var. Örneğin, bankamatikten para çekerken size soruyor ‘kredi almak ister misiniz’ diye. Soru sormanın ve cevabının bu kadar kolay alındığı iletişim araçlarına sahip olduğumuz bir dünyada eğer gerçekten halk ne diyor, toplum ne istiyor diye merak ediyorsanız ve cevabını arıyorsanız pekala onun görüşlerine kolaylıkla başvurabilirsiniz. 

Demokrasiyi toplumu kandırma sanatına çevirirseniz, bedeli son derece ağır olur. Doğrudan demokrasi mekanizmalarının hem yerellerde hem de mümkün olduğu kadar ortak payda zeminlerinde, platformlarında hayata geçirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu bir mahalle inisiyatifi olabilir, il veya ilçe düzeyinde olabilir. Seçimden seçime havale edilmeyen görüş alma mekanizmaları ile de olabilir. 

Burada alternatif siyasetten kastımız çok sınırlandırılmış çerçevesi çizilmiş bir şey değil. Alternatif siyaset bir arayış. Bu alternatiften kastımız hem siyaset yapma tarzı ile ilgili hem de alternatif demokratik bir dil. Türkiye’deki bu siyasi ezberleri, alışkanlıkları ve siyasi tekrar içerisinde, gerçekten değişen dünyada, yeni kuşakların yeni okumaları yeni arayışları karşısında bu ezber ve alışkanlıkların dışında yeni bir siyasi yöntem ve daha kuşatıcı, daha kapsamlı eski kavga dilini eski kamplaştıran eski ötekileştiren dili aşan yeni bir dil geliştirebilir miyiz? Daha empati dili içeren daha ötekine hitap edebilen dışlayan ayrımcılık içeren ya da bir tek kimliğe hapsedilmemiş bir dili kurabilir miyiz?

Bu bir arayış dolayısıyla da bir yolculuk, böyle tarif etmek lazım. İçini bu işe ilgi duyanlar birlikte dolduracaklar siyasi partiler bundan ne kadar etkilenirler ne kadar faydalanırlar bunu ne kadar hayata geçirirler ya da siyasetçiler bunu ne kadar önemserler bunu da hep birlikte bu yürüyüşte göreceğiz.

Siyasal alan nasıl genişler bu konuda sivil toplum nasıl bir görev üstlenebilir?

Siyaset, siyaseti meslek edilenlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Siyasal alanı sadece partiler alanı gibi tarif etmek bile daraltıcı. Siyasal alan toplumsal hayatın bir parçasıdır  ve o toplumsal hayatı etkileyen örgütlü ne varsa ya da yurttaş sorumluluğuyla ortaya konulan ne tepki, ne girişim, ne inisiyatif varsa bunların hepsi bence siyasal alanı ve siyasette karar alma süreçlerini etkiliyebilmesini kolaylaştırmalı, aracılık yapmalı. Temsili demokrasinin meşhur söylemi  ‘halk adına halk için’ modu çok gerilerde kaldı. Kalması gereken bir üsluptur. Yasal alan vesayetten baskıdan dayatmadan ne kadar kurtulursa o kadar toplumsallaşır toplum siyasete ne kadar katılırsa ya da ne kadar taşınırsa siyaset o kadar toplumsal sorunları çözme kapasitesi itibarıyla güçlenir.

Yoksa şöyle bir şeye mahkum olur;  ‘sadece siyasetçiler söz söyleme hakkına sahiptir, sivil toplum işi ile uğraşsın’. Şöyle bakıyorsunuz demektir, ameliyatı cerrah yapar traşı berber yapar vs. işte ülke ile ilgili siyasi kararları da siyasetçi alır. Bence siyasetçinin böyle bir yetki gaspına hakkı yok. Evet daha çok yük taşır, sorumluluk alır daha çok mesai harcar, çok fedakarlık yapar ama sonuçta şunu bilir, bütün bu yaptıklarının asıl sahibi, asıl patronu halktır, toplumdur. 

Hem siyaset hem toplumsal sorunlar açısından Türkiye’nin yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Demokratik bir toplumun inşası için siyasi partiler başta olmak üzere kurumlar nasıl bir çaba içerisine girmeli? 

Sorunlarımızın ne kadarı bizden kaynaklı, ne kadarı küresel ölçekli bunun analizini ekonomiye baktığınızda siz de yapabilirsiniz.

Buna dair uzun analizler yapmak mümkün ama ne olursa olsun küresel sorunlar da olsa içeriden, iç dinamiklerden kaynaklı sorunlar da olsa bunları çözme bunlara dair çözüm arayışı ortaya koyma konusunda bir kere kurtarıcı bekleme sendromundan kurtulmak gerekiyor. Toplumlar kendi kurtuluşlarını kendileri inşa ederler. Kurdukları ortak akılla geliştirdikleri ortak vicdanla şekillendirirler. Yoksa toplumlar da bu işi siyasetçilere havale eder ve kurtarıcı bekleyen bir moda girerse, pasif edilgen moda teslim olurlarsa bence bu çok uzun bir erime kalır hem de o yol haritası çok da sağlıklı inşa edilemez. Partiler toplumu fanatize ettiğinde, kamplaştırdığında bunun çok ciddi tahribatı var. Hem toplumsal alanı parçalama açısından tahribatı var hem de geçişkenlikleri engelleyen dönüşümü değişimi zorlaştıran ve mevcut kalıpları statükolaştıran bir boyutu var. 

Siyaset güven duygusu üzerine kurulursa umut olabilecek, alternatif olabilecek arayışlar gerçekleşir ki insanlık bu anlamda sürekli bir arayış içerisinde olmalıdır. ‘Hazır bir reçete var bizi bu  kurtaracak’ bu hangi yüzyıldan hangi coğrafyadan gelmiş olursa olsun bence yetmez. Hayat devam ediyor, hayat dinamik ve toplumsal sorunlar dinamikken siz dogmatik reçeteler sunamazsınız, hazır reçetelerle topluma bir kurtuluş vaat edemezsiniz. Bu anlamda çözüm birlikte aranacak reçete birlikte yazılacak. Belki bu tarzla bu üslupla siyasete yaklaşmak lazım. Siyasetçi bu anlamda belki bir boyutuyla daha mütevazi daha öğrenmeye açık bir boyutuyla da şüphesiz fedakarlık, adanmışlık, çürüme ve yozlaşmadan, kariyerizmden uzak durma konusunda da belki daha iddialı olmak zorunda.