‘İlke ve Değerlere Uygun Kullanılan Fonlar STÖ’lerin Sivilliğine Zarar Vermez’

Sivil toplumun fon kullanmasına ilişkin tartışmalar sürüyor. Görüşlerine başvurduğumuz uzmanlardan ilki olan sivil toplum alanında deneyimli isim Sunay Demircan, STÖ’lerin fon kullanma konusunu “hainlik” paranoyasından kurtularak, çok boyutlu haliyle görüp, değerlendirmek gerektiğini belirtiyor. Demircan’a göre, Türkiye’de sivil toplumun gelişmesinde ve hakların elde edilmesinde lokomotif görevi gören fonların şeffaf şekilde kullanılmasında etik bir sorun yok.  

Son birkaç gündür Türkiye gündeminin üst sıralarında, bazı basın yayın kuruluşlarının ABD merkezli Chrest Vafkı’ından aldığı hibenin “fondaş medya” olarak haberleştirilmesi, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un medyada yeni bir düzenleme yapılacağına ilişkin açıklamaları yer alıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan verdiği röportajda “yalan haberi terörizmle eş düzeyde ve demokrasiye açık bir tehdit olarak gördüğünü” ifade ederek, Ekim ayında Meclisin açılmasıyla yürürlükte olan Sosyal Medya Yasası’na ek olarak geleneksel ve sosyal medyayı içeren yeni bir çalışma yapılacağını açıkladı.

Erdoğan’ın açıklamalarına ek olarak Fahrettin Altun, “Yeni kisveler altında beşinci kol faaliyetlerine müsaade” etmeyeceklerini söyledi ve “yabancı devletlerin veya kuruluşların fonlarıyla ülkemizde faaliyet gösteren medya kuruluşlarına yönelik bir düzenleme ihtiyacı” olduğunu kaydetti.  

Bu açıklamanın ardından, medyada yabancı fon tartışmalarına cevaben RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) ise yabancı kurum ve kuruluşların fonlarıyla Türkiye’de faaliyet gösteren medya organları ile ilgili olarak “düzenleme ve denetleme faaliyetlerinin titizlikle yürütüldüğünü” belirterek, “Yerli ve milli medyamız yalnız ve sahipsiz değildir” dedi. 

Medya üzerinden yoğunlaşan bu tartışmalar, sivil topluma da yansıdı. Türkiye’de sivil toplumda özellikle Batı kaynaklı yabancı fon kullanan STK’lara yönelik 1990’lı yıllardan bu yana “casusluk ve vatan hainliği” gibi suçlamalar zaman zaman gündemde yerini alıyor. Medyascope ve medya üzerinden başlayan Batı kaynaklı fon kullanan kuruluşlara yönelik güncel tartışmada ise bazı yayın organları  “Katar veya İslam Kalkınma Bankası fonlarının desteği ile faaliyetlerini sürdüren bazı STK projeleri ile haber-yorum sitelerini”  hatırlatarak, “yabancı fon” polemiğinin gündeme getirilmesindeki samimiyeti sorguluyor. 

Sivil alanda yerli ve yabancı fon kullanımını, bunun sivil toplumun sivilliğine olan etkilerini, Batı ve Doğu kaynaklı fon ayrımını ve dahasını Sunay Demircan ile konuştuk.   

STK’ların, yabancı ülke menşeli kuruluşlardan fon almasında, sivil toplumun sivilliği ve bağımsızlığı açısından bir sakınca var mı? Fon kullanmak sivil toplumun “sivilliğine” zarar verir mi?

“İlke ve Değerlere Uygun Kullanılan Fonlar STÖ’lerin Sivilliğine Zarar Vermez”“Sivillik ve sivil toplumun bağımsızlığından ne anlamalıyız?”  önce bunu açıklamak isterim. Öncelikle sivil toplum kavramını kısaca tanımlamamız gerekiyor.  Kavram, yani sivillik bize Roma’dan geliyor.  Temelleri Roma’da atılan insanın akıl, irade ve haklar gibi kavramların yeniden yorumlanmasıyla, yasanın birey – devlet ikiliğinde, bireyin haklarını gözetmesi ve hukukun gündelik yaşamın içine girmesi, özel mekanın da yasayla kamusal alandan ayrılan bir kategoriye kavuşmasıyla, sivil toplum bir medeniyet ve ilişkiler bütünü olarak oluşmaya başlıyor.  

Sivil alandaki örgütlü yapılara da biz STÖ, yani sivil toplum örgütü diyoruz. STÖ’lerin bağımsızlığı ve sivilliği için de belli kriterler var, nedir, toplum devletten ve piyasa dediğimiz özel sektörden bağımsız olacak, özerk, demokratik olacak, şeffaf olacak. 

Bunlar kuşkusuz uluslararası ölçekte bilinen kavramlar; bence sivil toplum, değerler ve değerlerin ürettiği bağlar yani ilişkiler üzerine kurulan anlam düzlemi ile var oluyor. Bu anlamı taşıyan dil de önemli elbet.  

Bana göre tüm dünyada, günümüzde sivil toplumun yaşadığı temel sorun değerlerin zaman içinde aşınmasıyla, bağların kopuşu; bağlar ve değerler üzerine kurulu anlam düzleminin çökmeye başlaması. İnsanlar köşe bucak anlam arıyorlar ama bulamıyorlar. Düşünsenize, insan insana muhtaç lakin bu muhtaçlık halimizi unuttuk. Bir boşluğa doğru sürükleniyoruz ve sonuç olarak bu halimizi de son derece gergin, öfkeli, iteleyen ve öteleyen bir dille ifade ediyoruz.

Hemen etiket hazır, “vatan haini”. Bunu söylemek bu kadar kolay olmamalı değil mi? Adı sanı belli, şeffaf bir biçimde belirtilmiş, gizlisi saklısı da yok; kalk “desteklemiyorum” de, “katılmıyorum” de, “kınıyorum” de, ama “hain” de deme yani. 

Sonuç itibarıyla  “fon kullanmak sivil toplumun ‘sivilliğine’ zarar verir mi?” sorusuna yanıtım şu: bu bıçak sırtı bir durum. Alan ve veren arasındaki ilişki şeffaf ve denetlenebilir ise, mevcut yasalara da uygunsa, kurumların temel ilkeleri ve vizyonları ile de örtüşüyorsa ve yukarıdaki tanımlar çerçevesinde de sivillik kriterlerine göre yönetiliyorsa, “verir” demek doğru değil. Ama bunlara uymuyorsa ki, bunun örnekleri de çok, o zaman elbette verir. 

‘Kaynak Sadece Para Değildir’

Kaynağı- fonu nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?  

Kaynak sadece para değildir. Hatta para kaynağın sadece az bir bölümüdür. Soyut, somut, doğrudan, dolaylı, küçük ve büyük tüm değerler bence STÖ için kaynaktır. Örgütün ismi, logosu, ürettiği ve paylaştığı bilgiler, deneyimleri, uzmanları da kaynaktır.  Dolayısıyla bir sivil örgütün varlığı başlı başına kaynaktır, buradan hareketle bence bir örgütün gelecek hayali de kaynağa dönüşmek olmalıdır.  Yani, bu kaynak eşittir fon, fon eşittir para denkleminden çıkmak lazım, bu içine kapalı bir döngü. 

STK’lar fon olarak sadece finansal destek mi alıyor? Bir örnek üzerinden gidersek, bir sivil örgütün yabancı ya da yerli kaynaktan fon alması sürecini ve bunun bağımsızlığı üzerindeki etkisini nasıl anlatırsınız?   

Bir STÖ, ilkeleri, varoluş amaçları ve ihtiyaçları çerçevesinde kaynak ile arasındaki ilişkiyi kurgular. Kaynak arayışında bağımsızlığına, sivilliğine tehdit oluşturmayan “kaynak yönetimi” ilkelerinin olması önemli.  Hele bu devirde, kaynağın çok daha titiz sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Sadece menşei itibarıyla değil, ihtiyacın gerçekliği, uygunluğu itibarıyla da.  

Yabancı kuruluşlar, fon dışında kaynak da sağlıyorlar mı? 

Elbette, bir örnek vereyim hemen, iyi oldu bu soru, hem şu ‘yabancı ile ilişki kuran haindir’ konusuna da açıklık getirebilir. 90’lı yıllar, ulusal ölçekte çalışan, çok aktif bir doğa koruma örgütünde (dernek) çalışıyordum, devlet Fırtına Deresi üzerine baraj yapmaya kalktı ve işi de bir şirkete verdi. Biz de “bu baraj yapılmasın, fırtına korunsun” diye kampanya yaptık. Bir gün kapımız çalındı, baktık bir beyefendi, barajı yapacak şirketin sahibiymiş, bize işbirliği öneriyor, proje yapın, biz de parasal destek verelim diyor, ciddi de bir para öneriyor. 

Bakın, ama demiyor ki, “bu parayı alınca şu baraj itirazınıza da son verirsiniz”. Ne yapacaksınız? Kaynak yerli mi? Yerli. Yasal mı? Yasal. Bağımsızlığıma müdahale ediyor mu? Hayır. 

Ama bir şey var ki, olmuyor, o da “etik kural”; yani örgütün vicdanı sana “dur” diyor. Almadık tabii, teşekkür edip gönderdik, sonra dava açtık ama mahkeme için de bilimsel rapor lazım, o zamanlarda da nehir tipi akışkan santrallere dair Türkiye’de uzman bulamadık, İngiltere’den bu gibi konularda fon sağlayan bir kurulaş başvurduk ve bize İngiltere’den konunun uzmanı bir hidrolog gönderildi. Bakın para yok ortada, sadece uzmanın masraflarını karşıladılar, geldi, çalıştı, raporunu hazırladı, o raporu taraflara sunduk, kampanya başarılı oldu ve zamanın yöneticileri “Fırtına korunacak, barajlar iptal” dediler. 

Şimdi, duruma nereden baktığına bağlı değişiyor iş, “o baraj yapılmalıydı, İngiliz’in parasıyla geldin başımıza iş açtın hain” diyen çıkabilir (ama çıkmasın lütfen); “el değmemiş bir nehir kalsın şu ülkede, Allah razı olsun” diyen de çıkabilir.

Yani, yabancı destek olmasından çok, desteğin sizin ilkelerinizle ve ihtiyaçlarınızla örtüşüyor olması önemli diyorsunuz? 

Elbette… “Yabancının kendisini de parasını da istemiyoruz” demek her yere yapıştırılacak cümle değil. Yeri geliyor o sevilmeyen yabancı ,senin ülkene senden çok katkı sağlıyor.  Bakın, 1960’larda Davis diye bir İngiliz gelmiş Türkiye’ye, kendi kaynağını da bulmuş, yıllar boyu kalıp, Türkiye’nin florasını çıkartmış. 10 cilt ve sekiz bin küsur tür.  Adam gitti, biz ardından bir cilt ekleyebildik daha. Sonra İngiltere’de vakıf kurdu bu gibi çalışmaları desteklemek için.  

Eee… Arkeoloji de böyle değil mi? Ülkenin neredeyse tüm tarihi değerlerini onlar çıkarttılar, Göbeklitepe’den Çatalhöyük’e, Efes’den Troya’ya kadar.  Hala da bildiğim kadarıyla 30 küsur alanı yabancı fonlarla, yabancı ekipler kazıyor. Ne diyeceğiz şimdi? “Hırsız onlar gitsinler” mi? Bakın, şu meşhur Salda Gölü’nün kumullarının değerini bile NASA’dan öğrendik. “Aman yabancılar olmasa bittik, yandık, iyi ki varlar” demiyorum elbet, sadece her alanda iş birliğinin kaçınılmaz olduğunu ve iş birliği yapanları da pür telaş hain ilan etmenin anlamsızlığını belirtmek istiyorum.

‘Yerli yada Yabancı Fon Kullanmak İlke ve Değerlere Aykırı Değilse Sivil Toplumun Sivilliğine Zarar Vermez’

Yani, “yerli ya da yabancı fon-kaynak kullanmak, ilke ve değerlerine aykırı değilse, sivil toplumun sivilliğine zarar vermez” mi diyoruz? 

İzin verelim de o örgütün sivilliğine üyeleri, yöneticileri karar versin biraz da. Yargılamaya ve infaza bayılıyoruz.  Mesela AB (Avrupa Birliği) fonları.  Kullananlar çok, o fonlar sayesinde son derece önemli işler de yapıldı, yapılıyor da. Türkiye’de pek çok konuda özgürlüklerin önünü açmış, lokomotif işlevi görmüştür AB destekleri.  Örneğin toplumsal cinsiyet eşitliği konularında yol alındıysa, bunda AB fonlarının ve kadın örgütlerinin çok büyük emeği ve etkisi vardır. Keza engelli haklarında da öyle. AB fonları sayesinde Türkiye’deki pek çok sivil toplum örgütü birbirinden haberdar oldu, kampanya yapmayı, yeni işbirlikleri oluşturmayı deneyimlediler. 

AB fonları Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin önünün açılmasında önemli işlev gördü.

Türkiye’de anayasa ve yasalarda yapılan önemli değişiklikler, AB uyum sürecinde elde edilen kazanımlar ve STÖ’lerin mücadeleleri sonucunda elde edildi. Bu nedenle “vatanı sattı” demek çok yanlış. Fon alırken titiz ve şeffaf davranılıyorsa, STÖ aldığı fonun hesabını üyelerine ve destekçilerine veriyor, yasalara uyuyor, etik titizlik gösteriyorsa bir sorun olmamalı. 

Fon alan ve veren ilişkisine dair ne söylersiniz? Fon alan, fon verenin tahakkümüne mi giriyor? Fon alınca ne oluyor? Fon mantığını anlatır mısınız? 

“İlke ve Değerlere Uygun Kullanılan Fonlar STÖ’lerin Sivilliğine Zarar Vermez”Ortada fon alan, fon veren ve denetleyen olmak üzere üç taraf var. Kaynak ayni veya finansal olabilir. Bu üç tarafın da kendilerince ilkeleri ve mevzuatları var. Veren taraf “sen şu koşullarda harcayabilirsin ve sonuçları bana raporlayacaksın, ben de seni verdiğim desteğin o yönde kullanılıp kullanılmadığıyla ilgili denetleyeceğim” diyor. Ama “senin tüm işlerini denetleyeceğim, yönetimine müdahale edeceğim” demiyor. Derse zaten o zaman ortada kurumun bağımsızlığı kalmıyor. Desteği veren taraf, alana desteği nasıl kullanacağına dair bir yönerge iletir. Bu yönergede destek veren kurumun koşulları belirtilir, bunlar fon veren her kurum için değişebilir, bu normal çünkü o kurum da kendi varoluş ilkeleri çerçevesinde destekler veriyor. Şayet, desteği verenin yönergesiyle belirlediği talepler alan tarafın ilkeleri ve değerleri ile örtüşmüyorsa, bunları kabul etmez ve fonu kullanmaz. Buna rağmen kabul ediyorsa, bu kuşkusuz pürüzlü bir durumdur, “para olsun da nasıl olursa olsun” sivil alanın prestijine de leke düşürür ki her alanda olduğu gibi sivil alanda da pürüzlerin olması doğaldır.

Burada esas denetleyen taraf mevcut yasalar üzerinden kamu otoritesi ve o desteğin kullanımıyla ilgili kamu oyudur. Diyelim ki bir dernek hibe aldı ve bir kampanya için kullandı, kampanyanın ilgilendiği sorunun tarafları bu süreci denetlemeli, işin parçası olmalı, aktif katılmalı. Yoksa dernek aldı desteği, İstanbul’dan geldi, iki gün kalıp işi bitirip geri döndü, yereldekilerin de katılımı biraz göstermelik kaldı, bu gibi durumlar da oluyor elbet, işte bunu o sürecin parçası kılınan taraflar denetleyip, sorgulamalı, “arkadaş sen bu işi yapıyorsun da bizim haberimiz neden yok?” demeli. Sivillik sadece örgütün işi değil, paydaşlarının da sivil aklın ve çözümlerin parçası olması lazım ki, toplumun sivilliğinden söz edelim. 

‘Fonların Sivil Toplumu İşlevsizleştirecek Yönü de Var!’

Fonların kullanılması, şeffaflık ve hesap verilebilirlik konusunda Türkiye’de sivil toplumu düzenleyen mevzuat yeterli mi? 

Türkiye’de sivil alanda örgütlenmeye dair  ciddi problemler var. Bu problemlerin bazıları kamu otoritesi ile sivil toplum arasındaki sorunlardan kaynaklanıyor. Mevzuattan kaynaklanan sınırlamalar, uygulamada yaşanan sorunlar gibi.  Zaten biliyoruz, çünkü sivil alanın gündelik telaşında karşılaşılıyor bunlarla. 

Bizi burada ilgilendiren STÖ’lerin kendi içlerinki problemler. Yani biz STÖ’ler olarak biraz da kendimize bakmalıyız, hatta örgütlerin ötesine geçip toplumun sivilleşme talebine bakılmalı. Bu talebin evrimi ne alemde? “Fırsat vermiyorlar ki” diyerek uzaklaşmamak lazım, durumumuz her haliyle analize muhtaç. 

Mesela, fon önemli işleve sahip dedik ama, diğer yandan da STÖ’leri işlevsizleştirecek yönü de var. Fona bağımlılık diye bir durum söz konusu. 

Gönüllü katılım gittikçe azalıyor, aslında tüm Dünya’da bireylerin örgütlere katılımı düşüyor, bu düşüş Türkiye’de daha dramatik yaşanıyor. Yani, sivil alanda bir daralma varsa, bunun bazı nedenlerinin de bu tarafta aranması lazım. 

Fon almak için STÖ proje yazmaya ve kaynak aramaya başlayınca işin rengi değişiyor. Finansal kaynak bulmak için proje yazmak gerekiyor. Bu da teknik bir donanım, kapasite gerektiriyor, kapasiten yoksa, iyi proje yazamıyorsan, sahada ne kadar iyi olursan ol destek alamıyorsun. Buyur işte, çıktı mı bir mesele? Diyelim ki yazdın projeyi aldın desteği, proje başladı, bunun o kadar prosedürü var ki, raporları, izlemeleri, sizi o bilgisayarın başına çakıp bırakır. Bir bakmışsın son geliyor, e o kadar insan proje için işe girmiş, ne olacak? İşten çıkartsan olmaz, ee ofis kirası, elektrik su parası, bir proje daha yazalım en iyisi… Buyurun işte döngüye girildi. Bu döngü örgütü sahadan çekiyor, sahadan çekilmek ne demek? Uğruna mücadele ettiğin çözüm ve soruna dair güncel veri elde edemiyorsun, işbirliklerini canlı tutamıyorsun, oradaki hayatın sürekli içinde kalamıyorsun. Bu da örgütü zaman içinde sentetik bir sürecin parçası kılıyor. Büyük risk.  Sivilleşmenin önünde tehdit aranıyorsa, bence en büyük tehdit budur.  

Türkiye’de STÖ’lerin fon bağımlılığı ne seviyede?  

Türkiye’de STÖ’lerin çoğu bu durumda değil. Türkiye’de sivil toplumun kaynak bulması çok zor. AB fonları dışında fon yok zaten. Kamu, sadece kendi siyasi düşüncesi doğrultusunda olan STÖ’lere destek verdiğinden ve onun dışındakilerin varlığını yok saydığından, o zaman STÖ’ler de AB’nin kapsını çalıyor tabii. 

‘Türkiye’de Filantropi Alanında Çoğulcu Örgütlü Yapılar Yok!’

Türkiye’de kaynak meselesi konusuna filantropiyi nasıl dahil edebiliriz? Hayırseverlik kaynak sorununu çözebilecek potansiyele sahip mi? 

Filantropiyi hayırseverlik olarak düşünürsek, Türkiye’de hayırseverlik hala çok güçlü ama onun da kendine özgü dinamikleri var. Mesela hayır öncelikle kendinden olana yapılıyor. Yani, kendi gibi olana gidip hayır yapıyor; kendi dininden, kendi mahallesinden, kendi kentinden veya etnik kökeninden olana.   

Bir de bağışçı dediğimiz kişi bunu bireysel olarak yapmayı tercih ediyor. Bir yere bağış yapacaksa, bunu aile ya da bir kuruma kendisi yapmayı tercih ediyor. Yani bir STÖ üzerinden bunu yapmıyor (gerçi yapanlar var, özellikle İslami vakıfların uluslararası yardımlarında ciddi örgütlü faaliyetler görüyoruz). Bu nedenle, Türkiye’de filantropi alanında herkese açık, çoğulcu, şeffaf ve geniş yelpazede çalışabilen örgütlü yapılar oluşamıyor. 

Yalnız, bir konu var ki, hemşehri örgütlerinin öneminin burada vurgulanması gerekiyor. Bu örgütler, sivil alanda ve yerelde çalışan, deneyim sahibi kurumlar, hemşehri örgütleri, basit dayanışma dernekleri gibi küçümseniyor ve sivil alanda yok sayılıyorlar. Bu ciddi bir zaaf ve körleşme hali. Bu dernekler de hak üzerinden hareket ediyorlar; geniş ağlar kuruyorlar ve ciddi kapsayıcılıkları var, “biz hak savunucusuyuz” diyen o büyük örgütlerden çok daha etkili bir kapsayıcılıktan söz ediyorum. Kendi içinde dayanışma geleneği, kuralları, yönetim yapısı, gönüllü hizmet mantığı, kaynak oluşturma teknikleri olan sivil yapılar bunlar. On binlerce var ve çoğu tahminlerin ötesinde aktifler. 

Hemşehri derneklerinin çalışmalarında anahtar kelime dayanışma. Bu çok önemli; biz dayanışmayı kaybediyoruz. Bu örgütler ise dayanışma ile yürüyor. Projeyi gömülenler diyalog için proje yapıyor ama yan masadaki arkadaşının çocuğunun adını bilmiyor mesela. Sentetikleşmeden biraz da bunu kast etmiştim. 

‘Demokratikleşme ve Sivilleşme istiyorsak, Kaynağı Batıdan Alacağız

Kamuoyunda hep Batı kaynaklı fonlar konuşuluyor ve tartışılıyor. Katar, Çin ve Rusya’dan da bazı STÖ’lerin fon aldığını biliyoruz ama verilere çok hâkim değiliz. Kaynak konusunda Batı – Doğu vs ayrımı var mı? 

“İlke ve Değerlere Uygun Kullanılan Fonlar STÖ’lerin Sivilliğine Zarar Vermez”Evet kaynak konusunda Batı ve Doğu ayrımı var. Eğer örgütünüz, demokratikleşme ve ayrımcılığa karşı hak mücadelesi veriyorsa, bunlar için siz ancak Batıdan kaynak alabilirsiniz. Çünkü bu değerler Batının değerleri. 

Doğuda Çin’e mi gideceksiniz? Rusya mı?  Körfez ülkeleri mi? Bu ülkeler, insan hakları, çevre ve cinsiyet ayrımcılığı konusunda zaten  sorunlu ülkeler.  Ama doğudan fon gelmiyor demek değil bu söylediklerim tabii. Bu ülkelerden gelen fonlar da var, özellikle mülteciler, göç gibi konularda destekler geliyor. Bu da başka bir sorunlu alan, şimdi girmeyelim isterseniz.

Herkes birbirini tanımamayı marifet belledi. Bu kopukluk sivil alana da yansıdı.

Sivil alandaki temel problem sizce biraz önce söylediğiniz “projecilik” konusu mu? 

Hayır, o konu aslında bir sonuç, biraz sebeplere bakmak gerekiyor ki, sebepler alanı çok boyutlu ve karmaşık oldukça. 

Bence en temelde içinde bulunduğumuz paradoksun uçları açıldı. Ne demek istiyorum? Şöyle, işin özü- öleceğini bildiğin bir hayatın içine doğuyorsun ve ölmeyecekmişsin gibi yarışın içinde çalışıyorsun. İnsan, sürekli bu paradoksun içinde yaşıyor. Eskiden bu paradoksun uçları yakındı; paradoksun ucu arasındaki mesafenin kısalığı diyalog ve iş birliğini, karşılıklı anlamayı sağlıyordu. Şimdi paradoksun uçları çok açıldı. Dolayısıyla, bu paradoksun uçlarındakiler birbirini tanımıyor. Tanımanın da ötesinde varlığını kabul etmeme durumu var. “Ben onu tanımıyorum; varlığını da kabul etmiyorum.” Tanımamayı ikinci anlamıyla değerlendirirsek, onunla ilgili bilgiye sahip değil onu bilmiyor, anlamıyor ve tanımıyor. 

İnsan insana muhtaç olduğunu unuttu ve birbirinden koptu. Bu paradoksun uçları birbirinden iyice uzaklaştı; herkes birbirini tanımamayı marifet belledi. Bu kopukluk sivil alana da yansıdı. Sonuç da dilde somutlaştı. Buyurun işte, bir anda birbirimize “vatan haini” diyoruz. Aslında birbirimizi tanımıyoruz. Sonuç olarak gerilim büyüyor. Sivil alanda da gerilim büyüdü. Ne yazık ki devlet de piyasa aktörleri de bu gerilimi kendi çıkarları için kullanıyor ve kışkırtıyor. Ve gerilim bir türlü sönmüyor. 

‘Diğerini Anlamanın Yegâne Yolu Muhabbet’

İçinde bulunduğumuz koşullarda, kaynak sorunu yaşayan STÖ’ler, somut olarak ne yapsınlar? Ne öneriyorsunuz.  

Muhabbet; birbirlerini ziyaret etsinler. Çalıştıkları konu dışında, birbirine hayatlarını, gündelik meslelerini anlatsınlar. Tanışsınlar. Kimse kimseyi tanımıyor. Kendimizi diğerine anlatamıyoruz; diğerini de anlamıyoruz. Evde bile aile bireyleri birbirlerini tanımaz oldular, kapı komşusunu tanıyan kalmadı memlekette, hale bak. Hızla unutuyoruz bunu, sivil toplumun özü ilişkilere dayanır, üzerinde kendimizi var ettiğimiz anlam düzlemini ilişkiler ve değerler tutuyor, o ilişkiler kopunca ne olacak? Bilgisayar başında nereye kadar gidebiliriz ki? 

Bu koşullarda ve kutuplaşma ortamında muhabbet edebilmek ne kadar mümkün?

Gençlerde bu potansiyel var. Bizim nesil, sürekli bölünerek kendimizi parçanın detaylında tanımlamayı öğrendi. Ama yeni nesil, tersini başarabiliyor. Yeni nesil karşıdakinin ideolojisine bakmıyor. Gençlere bu fırsatı vermek lazım. Biz karşıdakini kendimiz gibi tasarlamak istiyoruz. Bu hastalık hali; bundan kopmamız lazım. Sivillik karşıdakini formatlamadan, onu kendin gibi yapmaya çabalamadan, saygıyla kabul etme erdemini gösterebilmek olmalıdır. Dinlemeyi bilmektir, bakın dinlemeye tahammül demiyorum, ne kadar terbiyesizce bir şey değil mi şu tahammül sözü, oysa biz tahammül bile edemiyoruz. “Onun burada ne işi var?” bitti. Çünkü sen doğrusun, sivilsin, güzelsin… Bu riya ile bir yere gidilir de o gidilen yerden çıkma çıkılmaz.  

‘Ayrışmayı ve Parçalanmayı Kışkırtan Dille Sivillikle Olmaz’

Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı? 

Sivil toplumun fon alması konusu çok boyutlu bir konu; neresinden çekerseniz oradan uzar. Uzattığınız yerden konuya bakarsanız, yanıt odur diyebilirsiniz ama bu şekilde peşin hükümlere varmamamız gerekiyor. Tüm boyutları görüp, o boyutlar içindeki karmaşık yapıyı anlamak lazım.