Akkuyu’da, Sinop’ta Yargı Kamu Vicdanına Karşı, Tek Çare Dayanışma

Kurulması maddi, manevi risk, tehlike ve külfet teşkil eden, kalıcı izleri uzamda ve zamanda sınır tanımayan nükleer santraller yargı yoluyla da dayatılırken Akkuyu ve Sinop projelerinin karşısında hukuk ve adalet sistemi işlemiyorsa gerçek yargı kamu vicdanıdır. 

Hukuk ve adalet şüphesiz yaşamın her alanında ihtiyaç duyduğumuz, tutunduğumuz, önemini en iyi yokluklarında anladığımız kavramlar. Gezi sonrası dönemde tırmanışa geçen hak ihlalleriyle sıklıkla karşılaşırken son yıllarda buna bir de hukuki  süreçlerin açıkça bağımsız ve tarafsız olmayışı eklendi. Özellikle güçler ayrılığı ilkesinin tartışmaya açılmasının akabinde Parlamenter rejimin yerini Cumhurbaşkanlığı rejiminin almasıyla yasama yürütme karşısında gücünü yitirirken yargı erki de yürütmenin kontrolüne girdi. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını iki ayrı fakat, birbirini tamamlayan kavramlar olarak ele alan Hukukçu Rıza Türmen bağımsızlığı yargının yürütmeye tabi olmamasıyla, tarafsızlığı ise hakimin karar verirken dış baskılardan etkilenmemesi ve  kararını yasaya dayandırması boyutlarıyla tanımlıyor [1]

Akkuyu ve Sinop nükleer santral projeleri de tabi olduğumuz coğrafi sınırlar içinde hukuk sistemimizin bugün maalesef ne bağımsız ne de tarafsız olduğunu gösteren  örneklerden. Ancak kurulması maddi manevi risk, tehlike ve külfet teşkil eden, kalıcı izleri uzamda ve zamanda sınır tanımayan nükleer santraller yargı yoluyla da dayatılırken (üstelik tüm bu etkileri katmerlendirecek olan iklim krizi çağında) Akkuyu ve Sinop projelerine karşı çıkabilecek bir hukuk ve adalet sistemi işlemiyorsa gerçek yargı kamu vicdanıdır.  Zira ulusal hukukun da bağlı olduğu  uluslararası hukuk ve uluslararası sözleşmelerden oluşan bir ekosistemi vardır ve onu işletecek olan yalnızca kamu vicdanının göstereceği iradedir… Bu bağlamda yargının nükleer santral projelerindeki  tarafgirliğini Akkuyu’daki süreçlerle anımsatabilecek olan bu yazı çok yakında Sinop Nükleer santral Projesi için bilirkişi incelemelerinin başlatılmasına yönelik bir dayanışma çağrısı şeklinde de okunabilir. 

Türkiye’nin ilk nükleer santral projesi olmaya namzet Akkuyu NGS’nin inşasına hukuken geçerli bir ÇED raporu ve üretim lisansı olmaksızın başlanmış ve  devam edilirken, yukarıda ifade edildiği üzere yargı ne bağımsız ne de tarafsız oldu. Açılan ve adaletsizliğe mahkum edilen davalar uzun bir liste oluşturur. Nitekim en son DAÇE tarafından 30 Kasım günü açılan davada avukatların reddi hakim talebinde bulunması da yargının bağımsızlığı kadar hakimin tarafsızlığının dert edildiğinin bir ispatıdır [2]. Zira 2019  yılında 1. reaktörün temeli atılırken meydana gelen çatlaklara istinaden projenin yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davada hakimin bu talebi açık değil kapalı şekilde reddetmesiyle davanın bölge idare mahkemesine götürülmesini önlemesi davadaki tarafgirliğinin açık net bir göstergesi sayılıyor. Bu tespitin sağlamasını ise reddi hakim talebine rağmen aynı hakimin davayı görmekten imtina etmemesinde, daha doğrusu hakimin tarafsız olmadığı anlaşıldığına göre  “ettirilmemesinde” görüyoruz. 

Dünyanın ilk hükümetlerarası anlaşmasını müteakip ayağa kalkan Türkiye kamuoyunun bir dizi mücadelesine rağmen Akkuyu NGS’de iki reaktörün inşaatının tamamlandığı üçüncü reaktörün de inşaat lisansının alındığı bir aşamaya geliniyorsa reddi hakim talebinin umursanmaması da çok şey söylüyor. Esasen Perşembenin gelişinin çarşambadan belli olduğu, 2016-2018 yılları arasında Akkuyu NGS ÇED’ine karşı 13 sivil toplum örgütünün açtığı davaların iki seferde gerçekleştirilen bilirkişi  incelemeleri süresince verilen mücadelenin üstüne ÇED’in  gerekçesiz onaylanmasında görülmüş [3]; akabinde bu bilgi ÇED iptal davası için verilen emeğin, gösterilen eforun ardından ÇED iptal talebinin reddine kopyala-yapıştır cümlelerle hükmedilmesi ve sivil toplumun itirazlarının bir çırpıda geri püskürtülmesiyle teyit edilmişti [4]. Bu noktaya kadar Akkuyu NGS Projesinde  “Ak” bir kuyu’ya düştüğü iyice pekişmiş olan yargı süreci, ikinci nükleer santralin kurulması planlanan Sinop İnceburun’da halkın bir kez daha yok sayılmasıyla ince-ldiği yerden kopabilir.

Türkiye’nin ikinci nükleer santralinin kurulmasının planlandığı Sinop’ta da Japonya ile hükümetlerarası anlaşmanın yapıldığı 2013 yılından bugüne çeşitli hukuksuzluklar, halkın irade beyanının hukukla karşı karşıya geldiği süreçler yaşanıyor. Aynı Akkuyu’daki gibi daha halkın katılımı toplantısında başlayan adaletsizliklere tanık olundu ve projenin karşısında irade gösteren 17 kişiye karşı dava açıldı, davalar beraatle sonuçlandı. Halkın İzleme Değerlendirme Komisyonu(İDK) toplantılarına da alınmadığı ÇED içeriği Japonya projeden çekilmiş olmasına rağmen Japonya ile yapılmış olan hükümetlerarası anlaşmaya dayandırılmış olarak; hangi şirket tarafından yapılacağı da belli olmayan şekilde ve varsayımsal bir “referans”reaktörün çevreye etkisini değerlendirdiği iddiasıyla karşımıza çıkarıldı [5]. Nereden tutulsa elde kalan skandal üç bin sayfalık nihai ÇED kamuoyuyla paylaşıldı ve tüm itirazlara rağmen olumlu bulunarak onaylanabildi.  

sinop

Sinop NGS’nin skandallarıyla Akkuyu NGS’ye şimdiden fark atmasının nedeni şüphesiz Sinop NGS’nin ÇED sürecine Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçilmiş dönemde diğer bir deyişle neoliberal sistemin otoriteryen eğilimleri zirve yaparken başlanmış olması. Sonuç olarak yakında ÇED onayına karşı Sinop NGS için İnceburun sahasında bilirkişi inceleme ve değerlendirmeleri gerçekleştirilecek. Dava için belirlenen 41 bin TL tutarındaki bilirkişi ücretinin ise halk ekonomik darboğaz içindeyken yine de bireylerin, dernek, sendika ve meslek odalarının katkılarıyla toparlandı. Dolayısıyla bugünler Sinop için desek de aslında tüm Türkiye için hararetli ve telaşlı bir dayanışma süreci  yaşanıyor. Zira bir  nükleer santral projesi salt yapıldığı şehri ya da coğrafyayı ilgilendirmiyor. Çevreyi ve ekolojiyi bir bütün olarak daha altyapı düzenleme çalışmalarıyla Akkuyu’daki gibi tarumar edeceğini bugüne dek bir milyona yakın ağacın kesimiyle  gösteren projede katliamın bizim vergilerimizle yapılacağı da malum… Neticede maliyetli, riskli yatırımın sağlamayı iddia ettiği elektriği bile satın alırken mağdur edileceğimiz bu proje, Akkuyu gibi sırtımızdaki kamburlardan birini oluşturarak nükleer bir kaza olmasa dahi  her türlü geleceğimizden çalacak. Hele bir de iklim kriziyle karşı karşıya kalmışken insan suyun, toprağın kadrinin bilinmesiyle sınanırken bu coğrafyaya tarih boyunca yapılmamış en büyük kötülüğün verilmemiş zararın verilmesine on iki bin yıllık Hasankeyfin sulara gömülmesine  tanıklık ettiğimiz gibi tanıklık ediyor mu olacağız? Tanıklık seyir etmek  halini alırken Sinop NGS’nin sınıraşan etkileriyle daha yakın bir coğrafyadan Avrupa’yı ilgilendirmesi de bizim için önemli. 

Anımsayalım ki tabi olduğumuz hukuk sistemi işlemese de o hukukun da  uluslararası hukuk ve uluslararası anlaşmalarla bağlandığı bir ekosistemi var ki ancak iç hukuk tüketildiğinde diğer süreçlere geçilen bu ekosistemde kamuoyunun kalbinin Akkuyu ve Sinop’la atmasına ihtiyaç var. Diğer bir deyişle Akkuyu ve Sinop projelerine karşı çıkabilecek bir hukuk ve adalet sistemi işlemiyorsa gerçek yargı kamu vicdanıdır. Bizim tek yapmamız gereken bu davalara sahip çıkarak Akkuyu’da ve Sinop’taki nükleer santral projelerine karşı itirazımız olduğunu yılmadan, yüksek sesle dile getirmek, vicdanımızın irade göstermesine ve hukukun kendi ekosistemi içinde devinimine imkan tanımaktır.  

[1] https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/riza-turmen/yarginin-bagimsizligi-ve-tarafsizligi-1126693

[2] https://yesilgazete.org/akkuyu-nukleer-guc-santraline-karsi-acilan-davada-reddi-hakim-talebi/

[3] https://yesilgazete.org/bu-dava-siyasidir-akkuyu-ngs-ced-iptal-davasindan-degerlendirmeler/

[4] https://yesilgazete.org/akkuyu-ngs-ced-iptal-davasinin-reddi-de-siyasidir/

[5] https://yesilgazete.org/sinopta-referans-reaktore-sirketsiz-ced/

Pınar Demircan

Üyelik Tarihi: 24 Temmuz 2019
35 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör