”Ayrımcılık Global Düzeyde Çok Ciddi Olarak Körükleniyor”

Resmi olarak 18 yıldır Türkiye’de faaliyetlerini yürüten Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Savunuculuk ve İnsan Hakları Eğitimi Program Direktörü Ruhat Sena Akşener ile COVID-19 pandemi sürecinde Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri, cezaevlerindeki düşünce suçluları, İstanbul Sözleşmesi konuları başta olmak üzere Af Örgütü’nün Türkiye’de sürdürdüğü çalışmaları konuştuk. Akşener, global düzeyde çok ciddi şekilde ayrımcılığın körüklendiğini ve devlet tarafından bunun engellenmesi için herhangi bir önlemin alınmadığını gördüklerini belirtiyor.

Bize biraz  kendinizden bahsedebilir misiniz?

Ben Ruhat Sena Akşener. Uluslararası Af Örgütü’nde Savunuculuk ve İnsan Hakları Eğitimi programı direktörlüğü yapıyorum. Kuruluşundan beri yaklaşık 15 yıldan bu yana Türkiye şubesinde yer alıyorum. Hiç durmadan 15 yıldır Af Örgütü’nde insan hakları çalışmalarını yürütüyoruz.

Af Örgütü ne tür çalışmalar yapıyor? Bize Af Örgütü’nden bahseder misiniz?

Af Örgütü aslında dünyadaki en çok üye ve destekçiye sahip insan hakları kurumu. Türkiye’de de yaklaşık 20 yıldan bu yana dernek statüsünde faaliyetlerini yürütüyor. Uluslararası hareketimiz ve diğer şubeler neler yapıyorsa Türkiye şubesinde de biz o yöntemlerle çalışmalar yürütüyoruz. Af Örgütü belli insan hakları sorunlarına odaklanmak yerine daha geniş açıdan bakmayı hedefliyor. Dolayısıyla ifade özgürlüğünden ekonomik, sosyal, kültürel haklara, mülteci haklarından kadın, çocuk haklarına, insan hakları eğitimine, lobicilik yöntemlerinde ve çeşitli yöntemlere kadar çok fazla alanda faaliyet gösteriyor.

Af Örgütü’nün Türkiye Şubesi gündeminde ne gibi konular var, şu an hangi çalışmaları yürütüyorsunuz?

Türkiye Şubesi uluslararası hareketteki ve Türkiye’deki insan hakları ihlalleriyle ilgileniyor. Uluslararası hareketle iş birliği içinde çalışmalar yürütüyor. Son dönemde uluslararası arenada ve Türkiye kamuoyunda Af Örgütü’nün çok önemli bir bilgi kaynağı olduğu belli olaylar var. Bunlardan bazıları Uygurlar ile yaşanan sorun, Myanmar’da yaşanan sıkıntılar ve ihlaller, son dönemde Belarus’ta barışçıl protestoculara karşı gösterilen şiddet ve sonrasında takip edilen insan hakları ihlalleri, Amerika’da siyahlara yönelik polis şiddeti, kolluk şiddeti ve bütün kurumların gündeminde olduğu gibi COVID-19 pandemisi ve karantina döneminde çok çeşitli alanlarda yaşanan insan hakları ihlalleri. Globalde Af Örgütü bunların ne gibi sonuçlar doğurduğu ve devletin ne gibi yükümlülükleri olduğu konusunda son dönemde çok fazla çalışıyor. Türkiye Şubesi olarak ise son dönemde en etkili olduğumuz konulardan biri kadına yönelik şiddet diğeri İstanbul Sözleşmesi. LGBTI hakları ve onlara yönelik ayrımcılıkla ilgili çok ciddi çalışmalar yürütüyoruz. Ayrıca hem COVID19 hem de çok uzun yıllardır yürüttüğü çalışmaların devamı olarak basın özgürlüğü, gazetecilerin özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Uluslararası Af Örgütü özellikle Avrupa’da mültecilerin karşılaştığı insan hakları ihlalleriyle ilgili oldukça ciddi çalışmalar yürütüyor. Biz de Türkiye Şubesi olarak elimizden geldiği kadar Türkiye kamuoyunu ve kamu idaresini yani hükümeti de güncel bilgi sahibi tutmaya ve harekete geçirmeye çalışıyoruz.

COVID-19 pandemi sürecinde Türkiye’de karşılaştığınız hak ihlallerinden bize biraz bahseder misiniz?

Pandemi sürecine insan hakları hareketi ve devletler çok hazırlıksız yakalandı. Bütün insan hakları hareketinin ilk günden bu yana devletlere vermiş olduğu en önemli tavsiye; pandemiyle mücadele sürecinde insan hakları perspektifini bırakmamalarıydı. Fakat bunun terk edildiğini daha ilk aylarda gördük ve bunu çok fazla alanda raporlardık. Bu raporlamalardan biri pandemi sürecinin verileriyle ilgili açıklama yapan, şeffaflığı savunan, gazetecilik faaliyetini buna dair yürüten kişilerin hem Türkiye’de hem dünyanın pek çok yerinde ifade özgürlüklerinin kısıtlandığını ve baskı altına alındıklarıyla ilgiliydi. Diğer alanda sağlık çalışanlarının maruz kaldığı insan hakları ihlalleri. Bunun iki boyutu var; devletler tarafından sağlık çalışanlarının gerektiği gibi korunmaması ve sağlık çalışanlarının ifade özgürlüklerinin engelleniyor olması. Onlar bilginin şeffaflığını sağlayacak önemli kaynaklardan ve onların susturulduğunu bütün dünyada biliyoruz. Devletin COVID-19 ile bağlantılı politikaların aleyhinde konuşan sağlık çalışanlarının çok fazla baskıya, soruşturmaya, kavuşturmaya maruz kaldığını görüyoruz. COVID sürecinde bütün dünyada ayrımcı pratikleri daha da arttığını gösteren çalışmalarımız da oldu.

Global düzeyde çok ciddi şekilde ayrımcılığı körükleyen ve devlet tarafından bunun engellenmesi için herhangi bir önlemin alınmadığını gördük. Yayınladığımız raporlardan bir tanesi kolluk kuvvetleri tarafından ayrımcı pratiklerin COVID-19 sürecinde çok ciddi şekilde gizli kalan bu pratiklerin göz önüne çıkması oldu.

Cezaevlerindeki düşünce suçluları meselesi ile ilgili yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Yanılmıyorsam yaklaşık bir buçuk ay önce bir infaz yasası geçti. COVID-19 sebebiyle cezaevinde bulunan pek çok sayıda mahkumun tahliye edildiğine şahit olduk. Pek çok yükümlülüğün yanı sıra pandemi sürecinde devletlerin, cezaevlerindekilerin ve mahkumların ayrımsız olarak sağlığını koruma yükümlülüğü var. Ama infaz yasasında maalesef cezaevinde ifade özgürlüğü ihlaline uğrayarak tutulan gazetecilerin, insan hakları savunucularının bu yasadan yararlanmayarak bütün bu tehlikelere rağmen cezaevinde tutulmaya devam ettiğini gördük. Bunun kabul edilemez olduğunu söyledik. Ana itiraz noktamız bunaydı. Maalesef zaten otoriter olan devlet yönetimlerinin son dönemde pandemi sürecini bir fırsat olarak görüp insan hakları ihlallerine yol verdiğini ve daha da otoriterleştiğini görüyoruz. Bunun karşında duran açıklamalar ve brifingler verdik kamuoyuna. Sesimizi sadece kamuoyuna duyurmakla kalmıyoruz. Uluslararası Af Örgütü ciddi lobi çalışmaları da yürüten bir kurum. Kamu idaresine, hükümete, devlet yetkilerine yaptığımız araştırmalarımızı, sonuçlarımızı, bulgularımızı ve uluslararası insan hakları standartlarına uygun bir biçimde COVID-19 ile hem cezaevindeki ifade özgürlüğü mahkumları açısından hem de genel olarak uygulamada nasıl davranmak gerektiğini mümkün olduğunca iletiyoruz. Bununla ilgili istişarelerde bulunuyoruz.

İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili çalışmalar yaptığınızı görüyoruz. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Hem Türkiye için hem de global düzeyde çok önemi olan kadına yönelik şiddetin engellenebilmesi için çok işlevsel ve hayati öneme sahip bir sözleşme. Hem globalde hem de Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili çalışmalar yürütüyoruz çünkü kadına yönelik şiddetin son dönemde çok fazla arttı ve benzersiz biçimde kamuoyunda gündem yaratıyor. Bir de İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiğinden bu yana aslında etkili uygulanmıyor olduğunun bir sonucu olarak bunların yaşanıyor olduğunu düşünüyoruz. Son dönemde maalesef hükümet tarafından bu sözleşmeden ayrılma gibi bir ihtimalin olduğu dillendirilince tabi ki insan hakları kurumları ve kadın hareketleri bununla ilgili şüphesiz hareket etti. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi bununla ilgili bir kampanya başlattı. Bu sözleşmeden ayrılmanın hem insan hakları açısından hem de uluslararası insan hakları standartları açısından yüksek sesle söylemek gerekirse tartışılamaz dahi olduğunu, bunu tartışmak bir tarafa şu anda mevcut kadın hakları, kadına yönelik şiddetin durumunun vahametinin ortadan kaldırılmasının tek yolunun İstanbul Sözleşmesi’nin etkili uygulanması olduğunu söyleyen, topladığı desteklerle, imza kampanyalarıyla ve toplumda yaptığımız bilgilendirme çalışmalarıyla bir kampanyaya dönüştürdük. Bu ülkede çok ciddi kadın hakları çalışmalarını yürüten kadın örgütleri var. Yıllardır bu kazanımları elde etmeye çalışmış, ciddi direnç göstermiş güçlü kadın örgütleri mevcut. Onlarla iş birliği içerisinde bu kampanyayı yürüttük. Hedefi de İstanbul Sözleşmesi’nin bırakın kaldırılmasını, bir önce etkili uygulanmasının ve kadınların yaşamasının sağlanması.