Pandemi Koşullarında Nitelikli ve Kapsayıcı Eğitim Nasıl Sağlanır?

140’dan fazla ülkenin nüfusunu aşan öğrenci sayısı olan Türkiye’de okulların hangi koşullarda açılacağı sorusu, pek çoğumuzu doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiriyor. Pandeminin mevcut eşitsizlikleri eğitim alanında da derinleştirdiği tespitinden hareketle, okulların açılmasının ya da açılmamasının yaratacağı risk ve fırsatları hem kamu sağlığı hem eşitsizlik açısından değerlendiren çeşitli uzman ve STK’ların görüşlerine başvurarak, pandemi koşullarında nitelikli ve kapsayıcı bir eğitimin nasıl sağlanabileceğini araştırdık.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), ilk ve orta dereceli okullar ile liselerde 31 Ağustos tarihinde online eğitime başlanacağını ve 21 Eylül’de de yüz yüze eğitime geçilmesinin planlandığını duyurdu. MEB Bakanı Ziya Selçuk, pandemiyle mücadeleye uygun hareket edilmesinin okulların ne şekilde ve hangi tarihte yüz yüze açılmasında belirleyici olacağını kaydetti. Eğitim ve öğretimi layıkıyla devam ettirebilmek için okullara dönmek, yüz yüze eğitime başlamak gerektiğini hatırlatan  Ziya Selçuk, :  “Yüz yüze eğitime 21 Eylül’de başlayabilmemiz sizin elinizde. Gece gündüz çalışıyoruz…’Okulları birlikte açacağız’ derken samimiyiz, sizleri bu sorumluluğa ortak olmaya çağırıyoruz. Sizsiz başaramayız. Lütfen maske takın, mesafenizi koruyun ki okulları açıp işimizi yapabilelim, çocuklar okullarına kavuşsun. Çocuklarımız ve öğretmenlerimiz adına rica ediyorum.” sözleriyle, ebeveynleri sorumlu davranmaya davet ediyor.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi de düzenlediği “Pandemide Okul Sağlığı” konulu basın toplantısında, “21 Eylül’e kadar gereken önlemlerin alanın tüm taraflarının ortak çabasıyla alınmalı, çocuklarımızın yüz yüze eğitime güvenli şekilde başlaması sağlanmalıdır.” çağrısında bulundu.

Okulların açılması için yapılması gerekenlerle ilgili Pandemide Okul Sağlığına İlişkin Uzman Görüşleri Raporu’nu hazırlayan TTB, okullarla ilgili kararların yerel özelliklere, eğitimin düzeyine, mevcut olanaklara ve gereksinimlere göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. TTB’nin önerileri arasında, birinci basamak sağlık hizmetleri düzeyinde okul sağlığı hizmetleri yeniden yapılandırılması, okullarda psikososyal hizmetlerle ilgili ihtiyaçlara yönelik bir yapılanma ve örgütlenme modeli oluşturulması, teması azaltmaya yönelik uygun yöntemlerin bulunması için MEB’in, ilgili uzmanlık gruplarından ve sivil toplum kuruluşlarından görüş alması, işbirliği yapması gibi öneriler yer alıyor.

Pandemi Koşullarında Eğitimin Riskleri ve Araştırma Bulguları

Pandemide eğitimin uzaktan sürdürülmesinin sakıncalarına işaret eden uzmanlar, bazı çocukların pandemide uzaktan eğitime erişemediğini ve dahası okula dönmeme riski olduğunu hatırlatıyor.  Suat Kardaş tarafından kaleme alınan Çocuklarda COVID-19 ve Okul Ortamlarının COVID-19 Yayılımındaki Etkisi adlı yazıda, yapılan bir araştırmanın verilerine dayanarak salgının okulların yeniden açılmasıyla salgının yayılımındaki hızlı artış arasında ilişki tespit edilemediği kaydediliyor. Araştırma, çocuk bakım merkezleri ve eğitim kurumlarını kapatmanın COVID-19 virüsünün yayılımını engellemek için tek başına etkili bir kontrol önlemi olmadığını çünkü çocukların virüsün semptomlarını (eğer gösteriyorlarsa) çok hafif gösterdiklerine işaret ediyor. Araştırma, okulların açılması ya da kapalı tutulması ve okullardaki kontrol önlemleri ile ilgili kararların toplumdaki diğer fiziksel mesafe ve halk sağlığı önlemleri ile tutarlı olması gerektiği sonucuna varıyor.

Pandemi Koşullarında Nitelikli ve Kapsayıcı Eğitim Nasıl Sağlanır? Eğitim Reformu Girişimi’nden Umay Aktaş Salman, pek çok çocuğun iyi olma hali, uzaktan eğitime erişememe, okula dönememe ihtimali, risk altındaki çocukların izlenmesi ve desteklenmesi, okulların fiziksel kapasiteleri ve bütçeleri arasındaki fark konuşulmadan çözümler eksik kalacağını belirtiyor. Eğitimci Ali Koç ise okulun çocuklar için güvenli bir alan sunduğu gerçeğini hatırlatıyor ve ekliyor; “Okulların yeniden açılmaması demek; okul terklerinin, çocuk işçiliğinin, çocuklara yönelik şiddetin, madde bağımlılığının artması demektir. Okulların yeniden açılmaması demek; genç gebeliklerin, beslenme riskinin, cinsiyet eşitsizliklerinin artması demektir. Okulların yeniden açılmaması demek, ailelerin ekonomik yükünün artması demektir. Okulların yeniden açılması demek; sosyal, ekonomik ve sağlık eşitsizlikleri derinleşmeden, çocuklarımızın geleceğinden ödün vermemek demektir.”

Türk Eğitim Derneği tarafından yapılan COVID-19 Sürecinde Eğitim: Uzaktan Öğrenme, Sorunlar ve Çözüm Önerileri başlıklı araştırmada, 2020-2021 eğitim öğretim yılında okulların güvenli bir şekilde açılabilmesi ve öğrenmenin sürdürülebilmesi için somut öneriler yer alıyor. Dünyadaki gelişmeleri, sorunları ve çözümleri izleyerek, eleştiri, görüş ve önerini öğrencilerin, ebeveynlerin ve öğretmenlerin iyi olma haline katkıda bulunmaya gayret eden çalışmada, yetişkinlerin özensiz ve sorumsuz davranışlarının bedelini çocuklara ödetmeye hiç kimsenin hakkı olmadığını kaydediliyor.

 Eğitim-Sen tarafından yapılan Pandemi Koşullarında Eğitim Araştırması’na göre, Türkiye’de eğitim-öğretime ara verilmesinden 18 milyonu aşkın öğrenci, 1 milyonu aşkın eğitim emekçisi etkilendi. Eğitim sisteminin, okulların ve eğitim emekçilerinin pandemi koşullarında eğitime ne kadar hazır olduğunu ortaya çıkaran araştırmaya katılanların büyük bir bölümü (yüzde 96,4) salgın sürerken eğitim öğretimin başlaması durumunda, kendi sağlığının ve ailesinin sağlığının tehdit altında olacağını düşünüyor. Türkiye’de salgın sürerken okulların açılması halinde 18 milyon öğrenci ve 1 milyonu aşan eğitim emekçisinin salgının hedefi haline geleceğini savunan  araştırma, salgın tehdidinin daha da arttığı koşullarda okulların açılmaması gerektiği sonucuna varıyor.

AÇEV: Fırsat Eşitsizliklerini Yüz Yüze veya Uzaktan Eğitim Yöntemleriyle Giderme Çabası

Pandemi Koşullarında Nitelikli ve Kapsayıcı Eğitim Nasıl Sağlanır?Pandemi koşullarında STK’ların bu döneme özgü eğitim faaliyeti kapsamında geliştirdikleri çalışmalar, salgının yaygınlaştığı tespitleri nedeniyle daha hayati bir öneme sahip. Bu kapsamda iki farklı STK’dan görüş alarak, eğitimde farklılıkların ve eşitsizliklerin gözetildiği bir modelin nasıl oluşturulabileceği sorusuna yanıt aradık.

Ebeveynlerin ve çocukların karantina koşullarına özgü ihtiyaçlarını karşılamak üzere içerik ve destek programları geliştiren AÇEV,  pandemide eğitimin sürekliliğin eşitlik temelinde sağlanması gayretlerine iyi uygulama örneklerinden biri…Bu çerçevede, AÇEV’in geliştirdiği özgün içerik ve destekler ile hayata geçirmeyi tasarladığı çalışmaları, Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) Genel Müdürü Burcu Gündüz Maşalacı ile konuştuk.

Çocukların potanisyellerini gerçekleştirebilmeleri için destekleyici bir çevre oluşturmanın önemine dikkat çeken AÇEV, bunun sağlanmasının büyük ölçüde özel sektör ve kamu kurumlarının ürettikleri hizmetler ve politikalara bağlı olduğunu görüşünde… AÇEV Genel Müdürü Burcu Gündüz Maşalacı, içinde bulunduğumuz günlerde hanedeki öğrenme ortamının iyileşmesine odaklanan ve bu süreçte farklı paydaşlara çağrıda bulunacakları bir kampanyanın hazırlığı içinde olduklarını belirtiyor.

 Pandemi süreci başladığında yüz yüze eğitim faaliyetlerine zorunlu olarak ara veren AÇEV, tüm faydalanıcı gruplara uyguladıkları programları çevrimiçi araçlarla sürdürmeye başladı. Burcu Gündüz Maşalacı , AÇEV’in pandemide izlediği stratejiyi şöyle anlatıyor: “Bu dönem en büyük önceliğimiz ev içerisinde iyi olma halinin korunması oldu. Gönüllü eğitimcilerimiz aracılığıyla katılımcı ebeveynlerle, saha ekiplerimiz aracılığıyla da eğitimcilerimizle temas kurarak, ebeveynlerin bu döneme özgü ihtiyaçlarını karşılamak üzere geliştirmiş olduğumuz içerikleri ve destek programlarımızın özet içeriklerini onlara ulaştırdık.”

AÇEV ayrıca, ebeveynlerin çocuklarıyla etkileşim halinde olmaları ve onların gelişimlerine katkı sağlayacak etkinlik önerilerine kolayca erişmeleri amacıyla içerikler üretti ve bu içeriklerle sosyal medya kanallarında paylaştı. Okulların açılacak olmasına ilişkin olarak Burcu Gündüz Maşalacı, konuyu “olumlu” ya da “olumsuz” olarak değerlendirmek çok zor olduğunu belirtiyor ve gerekçelerini sıralıyor: “Bu bir kamu sağlığı meselesi ve kararın veriler ışığında, çok disiplinli bir yaklaşımla, bilimsel temelli olarak verilmesi gerekiyor. Özellikle hane ortamının çocuk gelişimini yeteri kadar destekleyemediği ailelerde, çocukların okuldan uzak kalmalarının maliyeti çok büyük olabilir. Okulu, çocuğun yalnızca akademik olarak eğitim gördüğü bir kurum olarak değil, onun çok yönlü gelişiminin izlendiği ve desteklendiği bir ortam olarak düşünmeliyiz. Bunu yaparken hem haneler arasında çocuk gelişimini destekleyici olma durumu açısından fırsat eşitsizliklerini gözetmeli hem de bu eşitsizlikleri yüz yüze veya uzaktan eğitim yöntemleriyle gidermenin yollarını aramalıyız.”

 Pandeminin Kadınlar ve Çocuklar Üzerinde Değişkenlik Gösteren Etkileri

Pandeminin dezavantajlı gruplar arasında yer alan kadınları ve çocukları çok daha fazla ve olumsuz etkilediğini biliyoruz. Eğitimde fırsat eşitsizliğinin pandemi ile arttığı tespitlerine katılan Maşalacı şunları vurguluyor: “Daha çok dikkat çekmemiz gereken konu pandeminin kadınların ve çocuklarının tamamını aynı şekilde etkilemediğidir. Buradaki etki düzeyleri yaş grubuna göre, ailenin sosyoekonomik gelir düzeyine, eğitim durumuna, istihdam koşullarına göre önemli düzeyde değişiklikler gösteriyor. Bazıları uzaktan eğitim araçlarıyla eğitimlerine devam edebilseler de sosyoekonomik imkansızlıklar nedeniyle pek çok çocuk bu fırsata erişemedi. Erişebilenler arasında yapılan değerlendirmelerde de, yüz yüze eğitimin yarattığı etkiye çoğunlukla ulaşılamadığı ön plana çıktı. Özetle aslında tüm bu süreçte okulların destekleyici bir ortam olarak çocuğun ekosisteminden çıkması, haneler arasındaki eşitsizliklerin çocuk gelişimi üzerine etkisini çıplak şekilde gözler önüne serdi.  Çocuklar pandemi sürecinde tüm bu eşitsizliklerle evde baş başa kalmak durumunda kaldı.”

Burcu Gündüz Maşalacı, çocuk gelişimi bakımından haneler arasındaki eşitsizliklerin azaltılmasının uzun vadede AÇEV’in en önemli meselesinden biri olduğunu vurguluyor.  Maşalacı, ev içinde çocuk gelişimini destekleyici materyallere erişimin artırılmasının AÇEV’in uzun vadeli savunu konusu olacağını, bu kapsamda hem uygulama örnekleri hem savunu faaliyetleri ile bu konunun önemine dikkat çekecek şekilde şekillendirmeyi tasarladıklarını belirtiyor.

Pandemi Koşullarında Nitelikli ve Kapsayıcı Eğitim Nasıl Sağlanır?Çocuğun Bütüncül Gelişimini Merkeze Alan Bir Bakış Açısı…

 Çocukların iyi olma halinin, ailenin de iyi olma halini korumasına bağlı olduğunu ve sürecin bütüncül bir politika ile şekillenmesi gerektiğini kaydeden Maşalacı; “Çocuğa etki eden her kişi, kurum, hizmet ve politika çocuğun gelişimine doğrudan veya dolaylı dokunmuş oluyor. Buradan hareketle, pandeminin de getirdiği yeni dünya düzeni ve riskleri bir arada değerlendirdiğimizde, pandeminin eğitimi yeniden düşünmek için önemli bir fırsat sunduğunu söyleyebiliriz. Hane ortamıyla okul ortamını bir arada gözeten ve bu yönüyle çocuğun bütüncül gelişimini merkeze alan bir bakış açısının geliştirilmesi için doğru zamandayız. Bugün söz konusu bakış açısını geliştirebilirsek, geleceği değiştirme fırsatımız var.” diyor.

Pandemide kısa vadede başta okul ve aile olmak üzere çocuğa dokunan, gelişiminde rol ve sorumluluk sahibi tüm aktörlerin iş birliğine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuzu kaydeden AÇEV Genel Müdürü, bu süreçte ve devamında ebeveyn – eğitim kurumu- öğretmen iş birliği sürekli, yapıcı ve çocuk gelişimini merkeze alan bir şekilde olması gerektiğini söylüyor.  Bunun sağlanması için öncelikle bilimsel temelli veri toplamak, paylaşmak ve ona uygun hizmet ve politikalar üretmek gerekli diyen Maşalacı, bu kapsamda AÇEV’in önümüzdeki dönemde kanıt temelli politika önerilerine odaklanmayı sürdürmeyi planladığını söylüyor.

Pandemi Koşullarında Nitelikli ve Kapsayıcı Eğitim Nasıl Sağlanır?Pandemide Farklı Gelişim Gösteren Tüm Çocukları Kapsayan Eğitim İhtiyacı

Pandemide engelli çocukların eğitimde karşılaştıkları sorunları konuştuğumuz Türkiye Otizm Anneleri Topluluğu’ndan, Denizli Otizm Derneği İletişim Koordinatörü ve Otizmli Deniz’in annesi Dudu Karaman Dinç, salgın sürecinde engelli çocukların ailelerinin kendi kendilerine kaldıklarına dikkat çekiyor. Otizmli çocuklar için MEB’ in EBA uygulamasından verim alınamadığını belirten “Bizim çocuklarımız için uzaktan eğitim için uygun değil” diyor. Otizmli çocuklar için eğitimin bireysel ve yüz yüze olması gerektiğini vurgulayan Dinç, alışveriş merkezleri dahil her yerin açık olması nedeniyle, gerekli düzenlemelerin yapılarak bu okulların da açılıyor olmasını, Otizmli Anneler grubu adına talep ettiklerini belirtiyor.

Bazı ailelerin okulların açılması durumunda dahi çocuklarını okula göndermeyi tercih etmeyebileceğini belirtirken sözlerini şu şekilde açıklığa kavuşturuyor: “Burada bizim için temel mantık şu: eğitimden mahrum kalan ve çocuğunu göndermek isteyen çocukların eğitime ulaşabilmelerini sağlamak…MEB evde ve hastanede de eğitim verebiliyor.  MEB’in kimseyi bırakmadan yöntemlerini çeşitlendirmesi gerekiyor.”

Bakan Ziya Selçuk tarafından yapılan son açıklamada, engelli çocuklara ilişkin bir ifade yer almadığını hatırlarlatan Dinç, “Biz de Otizm Anneleri olarak ‘31 Ağustos Çok Geç Olmadan’ başlığıyla bir hareket başlattık; bizim çocuklarımız ne olacak? Onlara nasıl çözümler üretilecek? bunları soruyoruz.” diyor. Kaynaştırmaya devam eden otizmli öğrencilerin de EBA’dan yararlanamadığını ekleyen Dudu Kahraman Dinç,  kimseyi geride bırakmama prensibinden hareketle, farklı gelişim gösteren tüm çocukları kapsayan, ama onları kapsarken, down sendromlu çocuğun ya da başka engel bir grubunun değişkenlik gösteren ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde, gerektiğinde eve öğretmen göndererek, farklı gelişim gösteren çocukların özel durumlarını özel eğitimde göz ününde bulundurarak MEB’in strateji belirlemesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Pandemide Kollektif Doğruya Ulaşma İhtiyacı

BlogcuAnne.com’un yazarı Elif Doğan’a bir veli olarak okulların açılmasına ilişkin bireysel değerlendirmelerini ve diğer velilere ilişkin gözlemlerini sorduk. Doğan, bu koşullar altında okul öncesi, ortaokul ve lise kademesindeki 3 çocuğunu, eğitim hayatına gerekirse bir süre ara vermeyi göze alarak, okula göndermeme taraftarı olduğunu söylüyor ve gerekçelerini anlatıyor:  “Hiçbir şey için kesin olarak konuşamıyorum. Şahsen, çok güvendiğim sağlıkçılara danışıyorum ve halk sağlığını önceliklendirdiğini düşündüğüm kişileri takip ediyorum.  Bu kişiler, COVID-19 ile ilgili hala çok fazla bilinmeyen olduğundan, bu koşullarda risk alınmaması ve okulların bu koşullarda açılmaması taraftarı. Çok bilinmeyenli bir süreçten geçtiğimiz için, kendi çocuklarım ve kendi sağlığım için bu durumu ürkütücü buluyorum.”

Evde kalmanın çocuklara daha az iyi geldiğini, okula gitmenin daha iyi geldiğini düşünmekle birlikte, pandemiden en fazla özel gereksinimli ve sınıfsal olarak dezavantajlı çocukların olumsuz etkilendiğini belirten Elif Doğan, nitelikli eğitime bir şekilde ulaşabilecek olan çocukların uzun vadede daha az yara alarak çıkacaklarını ancak dezavantajlı durumdaki çocuklara bu koşullarda ne yapılması gerektiği sorusuna yanıt bulmanın güç olduğunu kaydediyor. Elif Doğan’ın, vurguladığı önemli bir konu, hayatımızdaki birçok şey gibi “okullar ne işe yarıyor? Çocuklara ne katıyor?” sorusunun pandemide öne çıktığını belirtmesi…Bu sorunun yanıtının çocuklara göre farklılık gösterdiğini kaydeden Doğan, gözlemlediği kadarıyla diğer velilerin okulların açılmasına ilişkin yaklaşımlarının, ebeveynlerin koşullarına ve imkanlarına göre çok farklılık gösterdiğini belirtiyor.

Veli, öğretmen, çocuklar, özel okul sahibi dahil tüm aktörlerin bu süreçte bir şekilde mağdur olduklarını kaydeden Doğan, söz konusu mağduriyetlerin giderilmemesi ve pandeminin getirdiği kaygı nedeniyle taraflar arasında birbirini suçlayıcı yaklaşımlar görebildiğimize işaret ediyor.

Birçok ülkenin nüfusundan daha yüksek sayıda öğrenciye sahip olan Türkiye’de ‘pandemide eğitim’ gibi büyük ölçekli bir soruna nasıl yanıt bulunacağı, sürecin nasıl yönetileceğine dair kimsenin fikrinin olmadığını düşünen Elif Doğan’a göre, tek bir doğru yok. Bu nedenle, çoğunluğun kurallara uyma eğilimi göstermediği Türkiye’de, karar alıcıların önceliği halk sağlığına vererek sorunun çözümünü şekillendirildiği ve sürecin şeffaf yönetildiğine toplumun ikna olması, kollektif doğruya ulaşmada önemli bir faktör…