“Eşitlik Mücadelesi Alevi Kadınlarla Sınırlı Kalmayacak Tüm Kadınları Etkileyecektir”

Feminist araştırmacı yazar Gülfer Akkaya ile Alevi kadınların hem inanç dünyasında hem de gündelik hayatta eşitsiz duruma düşmesindeki pratikleri, ‘kadının silikleştirilmesi’ olarak ifade ettiği süreçlerin gelişimini, Alevi toplumundaki toplumsal cinsiyet eşitliği açısından dönüşümünü son kitabına da ismini veren “Kadıncık Ana” vesilesiyle konuştuk.

Öncelikle “Kadıncık Ana” kitabını yazmaya nasıl karar verdiğinizi sorarak başlamak istiyoruz.

Alevi kadınlarla ilgili ilk çalışmam olan  “Sır İçinde Sır Olanlar: Alevi Kadınlar” adlı kitabı; çeşitli süreklerden gelen, Türkiye’nin farklı illerinde ve Avrupa’da yaşayan Alevi kadınlarla görüşerek hazırlamıştım. O zaman daha her şeyin çok başındaydım. Görüştüğüm kadınların bir kısmı ziyaretlerden, bugün hala Aleviler için kutsal mekân, nehir vb. yerlerden bahsederken oraların adlarını söylüyorlardı ve söyledikleri adlar hep erkek adlarıydı. Sonra “Ama oranın adı eskiden şöyleymiş, sonradan değiştirmişler.” cümlesini ekliyorlardı ve kadın adı söylüyorlardı. Zamanla Aleviliğin erkekleştirilmesi diye adlandıracağım durum ilk olarak böyle dikkatimi çekmişti.

Kaynaklarda bu durumu destekleyen kayıtlara rastlamak mümkün mü? Aleviler arasında nasıl karşılanıyor bu düzeltmeler?

Nuri Dersimi gibi Alevilik konusunda yetkin kişilerin daha evvel okuduğum kitaplarına dönüp baktığımda orada da bu bilgi destekleniyordu. Dersimi, “Munzur kadın adıdır ve Munzur Nehri’nin adı da bir kadın adından gelir.” der. Bugün hemen herkes Munzur Baba der o nehre. Oysa Munzur Ana’dır nehrin adı. Elbette bu kadar yerleşmiş bir yanlış bilgiyi doğrusu ile değiştirmek istediğinizde, bundan bahsettiğinizde çok yüksek itirazlar arasında sesiniz iyice bastırılıyor. Ancak doğrusu bu ve Munzur’un Ana olması Baba olmasından akla daha yatkın. Çünkü Alevilik kadıncıl bir inanç, deyişlerden öğrendiğimize göre Alevilikte Hakk’ın kendisi de kadın. Cemlerin Ana Fatma adıyla kurulup çerağların kadınlarca yakılmasından da biliyoruz bunu. Fakat ziyaretlerin adlarının değiştirilmesi gibi Alevi ocaklarının Dede ile eşit statüye sahip şekilde var olan Ana’ların varlığı da yok sayılıyor Alevi toplumunca.

Bu anlamda Aleviliğin erkekleşmesine hizmet eden faktörler nelerdi?

Ana’ların toplumda yok edilmesi cevabı benim açımdan ilk cevaptır. Alevilik ocak sistemi üzerine kuruludur ve her ocakta Ana ve Dede olur. Oysa şimdi aynı ocak sistemi ile var olan Alevilerde Ana’lar neredeyse yok. Birkaç Ana var, sayısız Dede var.

Bu erkekleştirme kadın ozanların-âşıkların unutturulmasına ve nihayet cemevlerinde cinsiyetçi iş bölümlerine dek uzanınca kadınlar Alevilikte görünmez hale getirildi. Alevilik erkekleştirildi. Cemlerde kadın zakirlere (ozanlar-âşıklar) regl olduğu için görev vermeyen Dede’lere, kadınlara başörtüsü dağıttıran cemevlerine dek vardı durum. Oysa Alevilikte kadın bedeniyle ilgili bu uygulamaları destekleyen tek bir kanıt yok, aksine kadınların bedenlerine müdahale suç sayılıyor. Ne yazık ki bu müdahaleleri şevkle uygulayan çok sayıda Dede mevcut. Bu yapılanlar sadece erkekleştirme değil, Aleviliği asimile etme ve Aleviliği Alevilikten çıkartıp başka bir şeye dönüştürmedir.

Kadıncık Ana kitabını yazmaya karar verdikten sonra nasıl bir çalışma yürüttünüz?

Bir yere giderken mutlaka uğrayacağınız duraklar vardır ya Kadıncık Ana benim için böyle biriydi, yani bazı şeyler sanırım kaçınılmaz. Bu araştırma da böyle bir çalışmanın ürünü. “Sır İçinde Sır Olanlar: Alevi Kadınlar” kitabı üzerine attığım her adımda, baktığım her yerde karşıma Kadıncık Ana çıkıyordu. Ben de iş yaptıkça, araştırdıkça, Alevi kadınlarla konuştukça, Alevi kurumlarına gittikçe içimde farkında olmadan bir şeyler biriktiriyormuşum. Alevi kurumlarında asılı görsellere her baktığımda, gittiğim panellerin çoğunda “Buralarda neden sırf erkeklerin görselleri var, kadınlar neden yok? Hace Bektaş-ı Veli var da neden Kadıncık Ana yok? İkisi yoldaş, nasıl onları birbirinden ayırabiliyorsunuz?“ diye soruyordum. Kadınlar çok etkileniyordu, gelip Kadıncık Ana kim diye soruyorlardı. Kadıncık Ana’nın Alevi toplumu tarafından bilinmemesi, bilenlerin de genellikle adından fazlasını bilmemesi beni çok şaşırtmıştı. Nasıl yani diye soruyordum kendi kendime. Çünkü ben Kadıncık Ana’yı bilmeyen sadece benim sanıyordum. (Gülüyor)

Kadıncık Ana bu sayede ilgi alanınıza girmiş oldu.

Evet, bu ilginç durum sonraki çalışmalarımda Kadıncık Ana’ya da özel olarak bakmam gerektiği fikrinin doğmasına sebep oldu. Mesela “Yol Kadındır” kitabımda Hace Bektaş ve Kadıncık Ana bölümü böyle doğdu. O bölümü yazarken sanırım yine farkında olmadan Kadıncık Ana’yı yazma fikrini oluşturmuşum. Çünkü ondan sonra Kadıncık Ana hiç dilimden düşmedi. Yaz tatilimde o kadar çok Kadıncık Ana muhabbeti etmişiz ki Kadıncık Ana’yı yazma kararıyla döndüm o tatilden. Üstelik neden bu kadar geciktim telaşını yüklenerek.

Bu çalışmada karşılaştığınız sorunlar nelerdi?

Araştırmaya başladığımda artık araştırdığım konularda kaderim haline gelen sorun olan kaynak yokluğu ile karşılaştım ilk başta. Kadıncık Ana ile ilgili doğru düzgün tek bir kaynak bile yoktu. Sadece Serçeşme tarafından çıkartılan bir broşür vardı. Ben de Hace Bektaş üzerine yazılan kitaplara baktım. O konu da çok evlere şenlik durumda. Döneme ve dönemin önde gelen –tabii ki erkek- kişilerinin yazdıklarına, onlar hakkında yazılanlara baktım. En çok 1200’lü ve ardından gelen yıllarda yazılmış temel kaynaklar üzerinde çalıştım. Bu kaynakların da temel sorunu dönemin iktidarlarının istediği şekilde yazılmış olmaları yani gerçeği çarpıtarak yazılmış olmalarıydı. Bugün olduğu gibi Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de tarih resmi tarih yazıcılarınca yazılmış, esas kaynaklar yok edilmiş.

Üzerinde çalıştığım kaynakların çoğu tahmin edeceğiniz gibi Türk İslam perspektifinden ve eril bir dille yazılmış kitaplardı. Hace Bektaş ve Kadıncık Ana hakkında İslam’ı Aleviliğe taşıyanlar minvalinde absürt resmi tarih yazımlarına rastladım. Hace Bektaş, Baba İlyas ve Baba İshak gibi farklı bir inancın en önde gelen kişilerini dönemin devleti yanlısı gösteren, ömrünü kendi inancını kurmak ve yaymaya adamış bu kişileri İslamcıların müridi gibi aktaran çok fazla kaynağı Türk, İslam ve cinsiyetçi bakıştan arındırarak okumaya, doğrulara öyle ulaşmaya çalıştım.

Bu sorunları aşmak zor olmadı mı? Hangi motivasyonla çalışmalarınızı devam ettirdiniz?

Çok zor oldu. Çünkü mesela Mevlana o dönemde yaşayan ve dönemi etkileyen güçlü kişilerden biri. Mevlana, Baba İlyas’tan Ahi Evren’e, Fatma Bacı’dan Hace Bektaş’a dek kendi kişisel çıkarları için tehlikeli bulduğu kimselere karşı devletle yan yana durarak mücadele etmiş biri. 6 ciltlik Mesnevi adlı meşhur kitabında bu kişilerle ilgili çok sayıda anlatısı yer alıyor ve anlatılar son derece ağır hakaret hatta küfürlerle dolu. Ayrıca bugüne dek neredeyse bütün yazarlar tarafından dili, üslubu övülen Mesnevi’nin tüm ciltleri çok ağır cinsiyetçi, homofobik ve başka dinlere yönelik nefret dolu ifadelerle yüklü. Bu tarzı Prof. Dr. Mikail Bayram dışında eleştiren ki o da bir kısmını eleştiriyor ve kitabın bu yanları hakkında konuşan pek kimse yok.

Mesnevi ve Mevlana’ya dair ne gibi sonuçlara ulaştınız araştırmalarınız sırasında?

Bu çalışmayı yaparken yer yer kendimi mazoşist gibi hissettim. O kadar zor ki böyle kitapları üst üste okumak. Özellikle Mesnevi’yi okurken kendimi toparlamak için sık sık ara verip uzaklaşıyordum. Çok ağır cinsiyetçi, homofobik, nefret dolu örnekler ve dil kullanmış. Dayanılır gibi değildi.

Bilgiler hep İslam’ın ve Türkçülüğün prizmasından kırılarak geçirildiği için kişiler de bundan payını alıyor. Mevlana için hoşgörülü deniyor ve hemen herkes onu böyle biliyor ama gerçek bunun tam tersi. Mikail Bayram’ın kitaplarında belirttiği şekliyle Mevlana, Ahiler gibi dönemin en güçlü siyasal çevrelerinden birinin Selçuklu Devleti tarafından saldırıya uğrayıp katledildikleri dönemde sarayla çok yakın ilişkiler içinde.  Bu katliamlar sonrasında Ahilerin mallarını, topraklarını, mülklerini istiyor ve bu talepleri içeren çok sayıda mektubu bulunmakta.

Kendisi gibi düşünmeyenlere, kadınlara, eşcinsellere karşı çok saldırgan, onları hedefe koyan bir dile ve tarza sahip. Kadınların yerinin ev içi olduğunu söyleyebiliyor. “Kadınların söylediklerini dinleyin ama söylediklerinin tersini yapın” diyebiliyor. O dönemde savaşçı olan kadınların yerinin kılıç salladıkları savaş meydanları olmadığını, evlerinin içinde erkeklere itaat etmelerinin gerekliliğini defalarca yazmış Mesnevi’de.

Bu anlamda Kadıncık Ana’nın Alevilik tarihindeki önemini nasıl görüyorsunuz?

Kadıncık Ana ve o dönemin kadınlarının kendilerini var etmek için nasıl bir cinsiyetçilikle mücadele ettiklerini anlamak, dönemin kadınlar açısından siyasi, sosyal ve ekonomik çerçevede nasıl ilerlediğini kavramak için bu temel kaynakları okumak yolumu çok açtı ama bir feminist araştırmacı olarak da çok zorlandığımı, öfkelendiğimi itiraf etmeliyim.

Kadıncık Ana’yı bu kadar önemli hale getiren tavır, o dönem belki de İslam’dan bile güçlü olan Babailik inancının devamlılığında oynadığı roldür. Babailik süreği tıpkı Hace Bektaş gibi Kadıncık Ana tarafından da içselleştirilmiş ve bu inancın devamlılığının sağlanmasında en büyük rolü üstlenen kişi Kadıncık Ana olmuş. Hace Bektaş artık tartışmasız olarak kabul edilir ki Baba İlyas’ın mürididir. Babai isyanında kardeşi Menteş ile beraber yer almıştır. Menteş Sivas’taki savaşta ölür. Amasya’da Baba İlyas’ın öldürülmesi ile Babai isyanının kaderi ve istikameti değişir. Baba İshak, Baba İlyas’ı kurtarmak için Konya’ya yürümekten yani başkentteki sarayın üzerine yürümekten vazgeçer. Amasya’ya gitmeyi hedefler. Bu isyanın sonunda Babailer yenilir ama Selçuklu da kazanamaz. Selçuklu kendisini yok etmek isteyenleri yok edemez. Hace Bektaş bu isyan sırasında Anadolu’da bu inancı sürdürmek için el alır Baba İlyas’tan. Anadolu’da örgütlü olan Anadolulu bacılardan destek alan Hace Bektaş, onlarla beraber var olarak bu inancın devamını sağlar.

O dönemde kadınların sosyal hayata katılımları ne durumda? Kadıncık Ana nasıl bir konumda yer almış?

Aşıkpaşaoğlu bu dönemde Anadolu’da dört önemli sosyal kesim/zümre olduğundan bahseder kitabında. Bunlardan biri de Anadolu bacılarıdır yani Anadolulu kadınlar. Kitapta dört zümreyi sayar ve der ki Aşıkpaşaoğlu, “Hace Bektaş bunlar arasında Anadolulu Bacıları seçti, ona Hatun Ana derlerdi. Bu kişi Kadıncık Ana’dır.” Aşıkpaşaoğlu’nun yazdıklarından öğreniyoruz ki o dönem Anadolu’da kadınlar genel olarak örgütlüler ve bir güç halindeler. Zaten aynı dönem Niğde’de Tapduklular arasında Tapduklu kadınların da kadın olarak ayrıca kendilerini var ettiklerini yine dönemin kaynaklarından öğreniyoruz.

Tüm bunlar bize o dönem kadınların kadın olarak ayrıca bir sınıf ya da zümre halinde örgütlü olduğunu, toplumda güçlü bir kesim olarak var olduklarını, Kadıncık Ana’nın da böyle bir sınıf ya da zümrenin parçası olduğunu ve Hace Bektaş ile karşılaşmalarının da tesadüfen değil bizzat tüm bu nedenlerden dolayı olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak kadınlar o dönemlerde de örgütlülermiş.

Kadıncık Ana, Hace Bektaş Vilayetnamesi’nde yazıldığı gibi yemek yapan, erkeklere hizmet eden, kadınlık görevleri ile anlatılacak biri değil. Güçlü, örgütlü bir kadın yapısının olduğu dönemde Hace Bektaş ile eşit var olmuş, bu eşitlik anlayışını Babailer’den de alarak Yol’una taşımış, Yol’u eşitlikçi kurup eşitçe sürdüren, bu Yol’u Hace Bektaş öldükten sonra yalnız yürüten, silsilenin oluşmasını sağlayan ve Abdal Musa’ya el veren bir büyük Ana’dır, Veli’dir. Bugünkü Alevi Ana’ların örnek alması gereken kadındır.

Peki tarihsel süreçte Kadıncık Ana’nın görünmez kılınışı nasıl gerçekleşti?

İlk olarak Kadıncık Ana ve Hace Bektaş’ın dönemin tüm baskı ve saldırılarına rağmen vazgeçmedikleri aksine özellikle sahip çıkıp ilmek ilmek ördükleri eşitlik ilkesinden vazgeçen Alevi toplumunun Aleviliği erkekleştirmesi ile.

İkinci olarak resmi tarihin Türk, İslam ve cinsiyetçi yazımı ile. Çünkü Aleviler kendi tarihlerini ne yazık ki yıllarca resmi tarihten okuyup öğrendiler, yetmezmiş gibi kendi içlerinden yeni resmi tarihçiler çıkardılar.

Üçüncü olarak da kadın ya da erkek Alevi cinsiyetçi araştırmacı ve tarihçiler sebebiyle. Bu cinsiyetçi tarihçiler Kadıncık Ana gibi daha nice kadınları, kadın örgütlemelerini yok sayarak, onları görünmez hale getirerek tarih sahnesinde yok ettiler. Dönüp dolaşıp yine kadıncıl eşitlikçi Aleviliğin erkekleştirilmesine varıyoruz. Alevilikte bugün Ana’ların yok edilmiş olması Kadıncık Ana gibi Ana’ların görünmez hale getirilmesi, yok sayılması ile başlamış olabilir. Bunlar arasında ilişki olmadığı iddia edilebilir mi?

Kadıncık Ana ve Fatma Bacı gibi kadınların mücadelelerini görünmez hale getirdiğinizde tarih boyunca kadınların sürdürdüğü eşitlik mücadelesini yok etmiş oluyorsunuz. Bu topraklarda binlerce yıldan bu yana süren kadınların eşitlik mücadelesinin sürekliliğini de görünmez hale getiriyorsunuz. Kadın mücadelelerini yok ederek tarihi de sadece erkeklerin tepiştiği alan olarak göstermiş oluyorsunuz.

Kadıncık Ana’nın hem tarihi anlamda hem de inanç boyutunda bilinmesi Alevilerdeki kadın temsili açısından ne ifade ediyor?

Kadıncık Ana ve Hace Bektaş’ın kurduğu şey sadece Yol değil. Kadın erkek eşitlikçi bir yol. Bu kitapta anlattığım her şey Alevilikte eşitliğin pratikte nasıl kurulduğunu anlatıyor. Hace Bektaş’a “Kadıncık benim eşim değil, eşitim” dedirten, eşitliği bir erkek olarak Hace Bektaş’ın içselleştirmesine neden olan, kadınlarla beraber Yol’u kurduğu bir dönemdir bu.  Ayrıca Ana’lar ocak sisteminde var diyoruz ya, buyurun işte Kadıncık Ana. Kendisi bir ocak ve onun ocağında pişmeye devam etmiş bir Veli, Hace Bektaş. Her ikisi birbirlerini karşılıklı pişirmiş, sürekli olarak oluşturmuş iki damla, devasa umman ve iki Veli.

Kadıncık Ana olmasa biz bugün Hace Bektaş’ı bilmiyor olabilirdik. Kadıncık Ana olmasa bugün Alevi süreklerinden biri olamayacaktı. O süreği kuran, sürdüren ve bugünlere gelmesine imkan sağlayan Kadıncık Ana. Abdal Musa’yı var eden kişidir Kadıncık Ana. Aleviler her yıl Hace Bektaş Dergâhına gidip orada Kadıncık Ana adını bile geçirmeden Hace Bektaş festivalleri yapıyor ya, o dergahı da kuran kişi Kadıncık Ana. Zaten oradaki ilk dergâh Kadıncık Ana evi. Aleviler Kadıncık Ana’yı görmezden geldikleri gibi onun ve Hace Bektaş’ın birlikte yaşadıkları evi de görmezden geldiler son bir iki yıla dek. 17+ Alevi Kadınlar grubu olarak Kadıncık Evi’ni de Alevilerin gündemine biz getirdik. Umarım bu yıl artık bu festivalin adı da değiştirilip Kadıncık Ana ve Hace Bektaş-ı Veli Festivali adını alır.

Ayrıca Hacı değil, Hace Bektaş. İslamcı kavramlaştırmalar Alevilerin adlarına dek girmiş durumda. Kadıncık Ana demek kadıncıl eşitlikçi Alevilik demek. Alevi kadınlar bu eşitlikçi pratikleri bilmeden bugün Alevilikteki eşitsizliklerle yeterince güçlü mücadele edemezler. Kadıncık Ana Alevi kadınların Ana’sı olarak Yol arkadaşı, Yol gösterenidir. Kadıncık Ana Yol’dur.

Alevi kadınların mücadelesi, kadıncıl eşitlikçi Aleviliğin güçlendiği yerde bütün kadınları ve kadın mücadelesini güçlendirmiş olacak. Çünkü bu sadece kimlik mücadelesi ile sınırlı bir mücadele değil. Dünyanın yarısı kadın. Kadınların kurtuluşu da dünyanın yarısının vereceği mücadele ile olacak. Kadınların mücadelesi sınıflar, uluslar, ırklar, dinler, inançlar üstü bir mücadele. Bu nedenle Alevi kadınların vereceği eşitlik mücadelesi sadece Alevi kadınlarla sınırlı kalmayacak, tüm kadınları etkileyecektir.

Kadıncık Ana başta olmak üzere kadın figürlerin silikleştirilmesi resmi tarih anlayışı açısından değerlendirilince nasıl bir yere tekabül ediyor?

Resmi tarih dediğimiz şey Aleviliğin statüko lehine tariflenerek asimile edilmesidir. Resmi tarih asimilasyon politikalarını üç ayak üzerine kuruyor. Türkçülük, İslam ve kadın erkek eşitsizliği.

Kadıncık Ana’nın yaşadığı dönemde cinsiyet eşitliği ilkesi, dönemin devlet ve İslam inancı için ciddi bir tehlike arz ediyor. Bu nedenle bu eşitliğin kurulması için çalışan, kadınlarla örgütlü olarak var olan Ahi Fatma Bacı da Kadıncık Ana da muktedirler için tehlike anlamına geliyor. O sırada İslam inancı içinde de kadın erkek eşitliğini savunan kesimler mevcut. Mesela Fatma Bacı’nın babası olan Kirmani ve onun kurduğu Evhadiyye hareketi böyle. Kirmani’nin yetiştirdiği Ahi Evren ve Fatma Bacı da aynı eşitlikçi çizgiyi sürdürüyor. Ama aynı zamanda onlara, Hace Bektaş ve Kadıncık Ana’ya karşı olan Selçuklu sarayı ve Mevlana gibiler de var.

Kadıncık Ana ve Fatma Bacı gibi kadınların mücadelelerini görünmez hale getirdiğinizde tarih boyunca kadınların sürdürdüğü eşitlik mücadelesini yok etmiş oluyorsunuz. Bu topraklarda binlerce yıldan bu yana süren kadınların eşitlik mücadelesinin sürekliliğini de görünmez hale getiriyorsunuz. Kadın mücadelelerini yok ederek tarihi de sadece erkeklerin tepiştiği alan olarak göstermiş oluyorsunuz. Burada söz konusu olan sadece kişilerin görünmez hale getirilmesi değil, eşitlik mücadelesinin kendisinin ve sürekliliğinin de yok edilmesi.

“Aleviler artık kadın erkek eşitliği konularını daha derin ve yoğun şekilde kurumlarının gündemine getirmeyi hedeflemeliler.” diyorsunuz. Bu pratiği günümüz Aleviliği açısından uygulanabilir görüyor musunuz?

Günümüz Aleviliği diye bir şey yok ki, Alevilik var. Hâlâ Analar var, hâlâ cemler Ana’ların adıyla açılıyor, hâlâ eşitlik ilkesi teorik olarak da olsa kabul ediliyor, hâlâ Analar cem yürütüyor, hâlâ aynı deyişler söyleniyor, kadınlar hâlâ zakir, 12 hizmet hâlâ mevcut. İster çalınabilsin ister çalınamasın bağlama hâlâ tüm Alevi evlerinin baş köşesinde yerini koruyor. Alevilerin evlerinde bağlama olur, çünkü bağlamasız Alevilik düşünülemez. Bu nedenledir eline bağlama almamış tek bir Alevi nerdeyse yoktur.

Sorun Alevilikte değil, Alevilerde. Kadıncık Ana ve Hace Bektaş’ın eşitlikçi duruşunu, aralarında Baba İlyas ve binlerce kadın müridinin de olduğunu bildiğimiz 72 bin müridin eşitlikçi duruşunu terk eden bugünkü Alevilerle eşitlikçi Alevilik yaşatılabilir mi diye sorarsanız cevabım tabii ki hayır. Bu haliyle gitmediği için zaten Alevi toplumu kadın erkek eşitliğini konuşmak, gündemlerine almak ve değişmek zorundadır.

Alevilik inancında en önemli ilkelerden biri rızalık almaktır. Bir can diğerinden rızalık almadan bir şey yapamaz. Ana ve Dede’ler canlardan rızalık almadan cem kurup yürütemez. Cinsiyet eşitlikçi ve komünal bir topumu temsil eden Alevi anlatısı Rıza Şehri adlı anlatıdır. Rızalık bu kadar önemliyken elbette rızalık ilkesi kadınlar için de esastır. Alevi kadınlar cinsiyetçi Dede’lere, Ana’lara, cinsiyetçi yönetimlere ve elbette erkeklere rızalık vermezse sadece cemler değil bugüne dek erkeklerin keyfince yürüttüğü o cinsiyetçi kurultaylar, toplantılar vb. de yapılamaz. Bu yüzden Alevilik mis gibi kadıncıl eşitlikçi bir inançtır diyoruz. Değişmesi gerekenler Aleviler.

Çalışmalarınız Alevi kadınlarda ve kendisini değiştirmesi gerektiğini vurguladığınız Alevi toplumunda nasıl bir karşılık buluyor?

Alevi kadınlar son birkaç yıldır susmaktan konuşmaya geçtiler. Sırada itaat etmemek var, o günler de pek yakın gibi görünüyor. Birbirimizle güzel ilişkilerimiz var, konuşuyor tartışıyoruz. Kadınlar, kadınlar lehine olan işleri çok sahipleniyorlar. Eşitsizliğe karşı her geçen gün daha da yüksek sesle itiraz ediyor Alevi kadınlar. Ben umutluyum Alevi kadınlardan. Bu mücadeleyi açıktan destekleyen erkek arkadaşlar da az değil. Bunlar önemli şeyler. Elbette canı sıkılanlar da var. Erkekliklerinin sağladığı konfordan, kurdukları düzenin ellerinden kaymasından rahatsız olanlar pek çok ama son noktada kadınların mücadelesi herkesi alt üst ediyor. Etmeye de devam edecek.

Alevi kadınların mücadelesi, kadıncıl eşitlikçi Aleviliğin güçlendiği yerde bütün kadınları ve kadın mücadelesini güçlendirmiş olacak. Çünkü bu sadece kimlik mücadelesi ile sınırlı bir mücadele değil. Dünyanın yarısı kadın. Kadınların kurtuluşu da dünyanın yarısının vereceği mücadele ile olacak. Kadınların mücadelesi sınıflar, uluslar, ırklar, dinler, inançlar üstü bir mücadele. Bu nedenle Alevi kadınların vereceği eşitlik mücadelesi sadece Alevi kadınlarla sınırlı kalmayacak, tüm kadınları etkileyecektir. Bu nefis bir şey.