”Sivil Toplum Öncelikli Sektör Olmalı”

Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı Mali İşbirliği ve Proje Uygulama Genel Müdür V. Bülent Özcan ile Katılım Öncesi Mali Yardım (IPA) hibe programını, sivil toplumun AB uyum sürecine katkısını ve kamu–sivil toplum ilişkilerini konuştuk. 

Sivil toplumun öncelikli sektörlerden biri haline gelmesinin demokratikleşme başta olmak üzere siyasi ve toplumsal etkileri hakkında neler söylersiniz?

Öncelikle Katılım Öncesi Mali Yardım’ın (IPA) her dönem çeşitli öncelikleri oluyor. Türkiye 2002 yılından beri bu kaynaklardan faydalanıyor ama sivil toplum önceliği, sivil toplum konusu önceki dönemlerde bir alt öncelik, temel konuların dışında kalan alandı. Ama 2014 yılından itibaren Türkiye’ye sağlanan mali yardımlarında, biz Türkiye olarak sivil toplum konusunu bir öncelik olması gerektiğini, sivil toplumun güçlenmesi hususuna mutlaka değinilmesi gerektiği, bunun da aynı diğer temel öncelik alanlarından biri olması gerektiğini istemiştik ve bu kabul edildi. Bu bizim için önemli bir gelişmeydi. Böylece sivil toplumun gelişim stratejisi belirlendi, bunun için bir bütçe ayrıldı. Dolayısıyla sivil toplum sektörü adına verdiğimiz bir başlık altında biz Avrupa Birliği Mali Yardımlarını kullanmaya başladık. Bu başlık altında bazı öncelikler belirledik. Sivil toplumun kapasitesinin güçlenmesi, kamu-sivil toplum ilişkilerinin güçlenmesi, sivil toplum ile ilgili yasal mevzuatın iyileştirilmesi ve Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin AB üyesi ülkelerdeki sivil toplum örgütleri ile diyalogunun yani Türkiye’nin AB uyum üyelik sürecine katkı sağlanmasıydı. Bu öncelikler doğrultusunda yola çıktık ve projenin hayata geçmesini sağladık. Sivil alanın güçlenmesi adına önemli bir katkısı oldu sivil oplum sektörünün.  Türkiye’de demokratikleşme, demokrasinin gelişimine katkı, karar alma süreçlerine sivil toplum örgütlerinin entegrasyonu gibi konularda bir çok farklı proje yürütüldü, kamu – sivil toplum örgütleri ilişkilerini iyileştirme adına bir çok proje hayata geçti ve geçmeye devam edecek önümüzdeki dönemlerde. Elbette Türkiye gibi büyük bir ülkede bu yürüyen irili ufaklı projelerin her zaman büyük etkilerinin olmasını beklemiyoruz. Ama sonuç itibariyle sivil toplum sektörüne sağlanan bu destekler özellikle sivil toplum güçlenmesi ve katılımcılığın arttırılması adına önemli bir fayda sağladı.

Kamu Sivil Toplum İlişkileri

Kamu–sivil toplum ilişkisinin geliştirilmesinin önceliklerinizden olduğunu söylediniz. Sizce mevcut durumda kamu kuruluşları sivil toplumun deneyiminden yeterince yararlanıyor mu? Bu durum nasıl geliştirilebilir?

Kamu ve sivil toplum örgütlerinin beraber çalışması ve bütün ülkede bunun yaygınlaşması çok kolay değil. Ama çok önemli bir alan özellikle kamunun sivil toplum örgütlerini dinlemesi, karar alma süreçlerine onları dahil etmesi, sosyal sorunların çözümünde sivil toplum örgütlerinden yararlanması gerçekten büyük bir ihtiyaç, bunu hepimiz görüyoruz. Bu doğrultuda bu süreci kendi açısından bakıldığında birkaç farklı segmentte düşünün , birincisi merkez kuruluşlar – bakanlıklar ile sivil toplum örgütlerinin ilişkileri, ikincisi yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri ilişkileri. Bakanlıklar seviyesinde bu çok kolay olmuyor. Çünkü hem alanlar çok geniş, hem konular çok derinlemesine ve sivil toplum örgütlerinin bazen uzmanlıkları çerçevesinde bu çok mümkün olmuyor, kamuda da bir direnç olabiliyor bu süreçle alakalı olarak. Biz bunları destekleyebilecek projeleri hayata geçirmeye gayret gösterdik. İç İşleri Bakanlığımızla da , Aile Çalışmalar ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızla da pilot projeler yaptık ve bunun bir anlamda olabilecek bir çalışma olduğunu da gördük. Bu anlamda kendi içinde modeller çıktı ama yerel düzey daha kolay olabiliyor. Yerelde düzeyde insanlar birbirlerini daha çok tanıyor daha çok biliyorlar, yerel sorunların çözümleri için birlikte çalışabiliyorlar. Özellikle de sivil toplum örgütlerine yönelik sağladığımız fonlarda yerel yönetimlerin bu projelerin içerisinde ortak olmasını, iştirakçi olmasını destekliyoruz. Bu doğrultuda da sivil toplum örgütlerinin kamu ile çalışmasının daha kolay olduğunu görüyoruz. Aslında bu bizim açımızdan teşvik edici bir şey, umarım önümüzdeki dönemde giderek yaygınlaşır.

Yerel Yönetim – Sivil Toplum İlişkileri

Yerel yönetimler ve sivil toplum arasındaki ilişkiye dair gözlemleriniz nedir? Bu bağ nasıl güçlenebilir? Bu ilişkinin kentlere ve toplumsal yaşama ne gibi etkileri oluyor?

Özellikle yerel yönetimler ve belediyeler düzeyinde ele aldığımızda sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerin daha kolay çalışabileceğini söylemiştik. Özellikle de burada kent konseyleri çok önemli aktörler. Biliyorsunuz kent konseyleri Türkiye’de kurulalı önemli bir zaman geçti. Zaman zaman bunun çok iyi örneklerini gördük. Zaman zaman ise bunun bazı yerlerde çalışmadığını gördük. Oysa yerel yönetimlerde karar alıcı noktalardaki kişilerin en güzel kullanabileceği enstrüman kent konseyleri. Çünkü kent konseyleri sivil toplum örgütlerini bünyesinde barındıran ve sivil toplum örgütlerinin kent sorunları ile ilgili hususlarını yerel yönetimlerle paylaşabilecekleri bir araç. O yüzden de her seçim sonrasında kent konseylerinin etkin ve verimli bir şekilde çalıştırılmasına yönelik bir beklenti oluşur, şu anda da böyle bir beklenti var. Umarım kent konseyleri sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerine katılımı anlamında iyi bir araç olarak bu dönemde kullanılabilir.  Eğer kent konseyleri iyi çalıştırılmazsa özellikle sivil toplum örgütlerinin, vatandaşın, sivil aktörün kentle ilgili konuları yerel yöneticilerle paylaşabileceği bir araç olacaktır. Bu anlamda bakıldığı zaman en önemli enstrümanın bu olduğunu düşünüyoruz.

Peki Ya Sürdürülebilirlik?

Bugüne kadar 4000’i aşkın projenin desteklenmesine katkıda bulundunuz. Bu projelerin destek programları bittikten sonra sürdürülebilir olması için neler yapılabilir? 

Özellikle AB fonlarının yerel düzeyde kullanımı hibe programı dediğimiz bir mekanizmada oluyor. Yani sivil toplum örgütlerine, diğer yerel aktörlere yönelik bir proje çağrısı yapılıyor. Bu proje çağrıları farklı temalarda ve konularda olabiliyor. Bugüne kadarki döneme baktığımız zaman yaklaşık 100’e yakın proje teklif çağrısının yani hibe programının hayata geçtiğini görüyoruz. Bunların içinde yaklaşık 500 milyondan fazla bir kaynağın bu projelere aktarıldığını ve 5000’e yakın projenin finanse edildiğini görüyoruz. Bunlar içerisinde dernek, vakıf, kooperatif düzeyindeki kuruluşların oluşturduğu proje sayısı 1000-1500 bandında. Yani bu 5000’e yakın projenin önemli bir kısmı sivil toplum örgütleri tarafından kullanılmış. Projeler bittikten sonra en önemli sorun sürdürülebilirlik. Ne yazık ki bu projelerin bazıları kaynak bittikten sonra, fon sona erdikten sonra proje de işlevini kaybediyorlar, bu bir risk, bir problem. Ama diğer taraftan da projelerini sürdüren kurumlar da var. Özellikle sürdürülebilirliğin şöyle projelerde olduğunu görüyoruz; farklı aktörleri bir araya getiren, örneğin bir stk ile bir kamu kuruluşunu bir araya getiren, projelerde iyi bir kazanım olduğunda, böyle bir projenin kamu kuruluşunun, odanın, yerel yönetimlerin bünyesine entegre edildiğini görebildiğimiz takdirde bu projelerin sürdürülebilirliğinin daha güçlü olduğunu görüyoruz. Ya da bazı sivil toplum örgütleri yürüttükleri projeleri sonraki hibe programları aracılığıyla da geliştirerek ve yeni proje fikirleri oluşturarak sürdürülebilirliklerini temin edebiliyorlar. Bu da bir opsiyon. Ya da sadece AB hibeleri değil projede ortaya çıkan kazanımı kalkınma ajansları, devlet kuruluşlarının farklı kaynakları, uluslararası programlar vb vasıtasıyla da sürdürülebiliyorlar. Burada önemli olan proje baştan dizayn edilirken sürdürülebilirliğin nasıl sağlanacağının iyi düşünülüyor olması lazım. Eğer gerçekten bunun üzerine biraz kafa yordukları takdirde projelerin sürdürülebilir olduğunu görüyoruz. 

Sivil Toplum Birbirinden Öğrenebilir Mi?

Sivil toplum ve diğer paydaşların birbirinden öğrenebildiği, birlikte üretebildiği bir zemin mevcut mu Türkiye’de ve bu konuda neler yapılabilir?

Sivil toplum örgütlerinin birbirlerini bulabileceği, entegre edilmiş programları ne yazık ki çok fazla göremiyoruz. Ama özellikle bizim AB Başkanlığı’nın, AB katılım öncesi mali yardım altında oluşturmuş olduğu sivil toplum sektörü çalışmaları aslında bunu hedefliyor. Yani farklı alanlardaki STK’ları bir araya getirebilecek, birbirlerinin deneyimlerinden yararlanabilecek bir platform oluşturmaya gayret gösteriyor. Ama bunun yanında AB mali yardımları altında yürüyen başka inisiyatifler de var; örneğin STGM, Sivil Düşün, Etkiniz programı. Bu tarz programlarda da farklı alanlardaki STK’ların ya da benzer alanlarda çalışan STK’ları bir araya getirebilecek çalışmalar olduğunu görüyoruz. O yüzden de sivil toplum örgütlerini tek bir başlık altında bir araya getirmek belki kolay da değil ama eğer sivil toplum örgütleri farklı paydaşlarla çalışmak istiyorlarsa özellikle bu sivil toplum sektörü altında yaptığımız az önce de ifade ettiğim çalışmaları yakından takip ederlerse hem yerel yönetimler – kamu cephesinden hem de farklı alanlarda çalışan sivil toplum örgütlerinden ortak çalışma yürütebilecek kuruluşları kolaylıkla bulabileceklerini düşünüyorum.

Sivil Sayfalar Daha Neler Yapabilir?

AB Başkanlığı’ndan da destek alan ve sivil toplum haberciliği üzerine çalışan Sivil Sayfalar’a dair değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Bu konuda daha neler yapılabilir?

Öncelikle Sivil Sayfalar’a emeği geçen herkesi kutlamak istiyorum. Çünkü sivil toplum örgütlerinin birbirlerinden haber alabilecekleri, sivil toplumla ilgili gelişmeleri takip edebilecekleri bir platform. Çok kıymetli bir platform. Biz de bu anlamda bu çalışmanın bir parçası olmaktan çok mutluyuz. Sivil Sayfalar kapsamında sivil toplumda yapılacak çok şey var. En başta katılım öncesi mali yardım altında, sivil toplum sektörü altında yürüyen projelerin çok hikayesi var; insan hikayeleri var, gelişim hikayeleri var, katkılar var. Bunların Sivil Sayfalar içerisinde biraz daha fazla yer alması lazım. Çünkü bu başarı hikayeleri başka sivil toplum örgütlerine bir anlamda bir kıvılcım yaratabilir, onlara bir vizyon katabilir, destek olabilir bir sonraki çalışmalarına yardımcı olabilmek adına. Aynı zamanda da benzer alanda çalışan benzer çalışmalarını yürüten STK’larla hatta kamu kuruluşları ile sinerji yaratabilme imkanını, iş birliği oluşturabilme zeminini sağlar. Dolayısıyla proje hikayeleri, proje kazanımlarının daha fazla yer almasında fayda var. Bu birincisi. İkincisi; sivil toplumun ihtiyaçları sadece proje ve fon kaynakları değil, diğer taraftan gerek mevzuat, gerek sivil toplumu ilgilendiren yasal düzenlemeler -çünkü bazen çok teknik konularda düzenlemeler olabiliyor ama sivil toplum bunun farkında olamayabiliyor- , yasal düzenlemelerden kaynaklanan imkanlar söz konusu olabiliyor ama bunu okuyabilmek de çok kolay değil. Böyle uzman görüşlerine yer verebilmek çok önemli, diğer taraftan da sivil toplum örgütleri arasında o işbirliğini geliştirebilecek olan fikirler ve konuların da ele alınması yararlı olacaktır. Ama mevcut hali ile belli bir ihtiyacı sivil toplum örgütlerinin özellikle haber ve bilgi ihtiyacını karşılayabilme adına Sivil Sayfalar’ın önemli bir misyon edindiğini düşünüyoruz.

AB Başkanlığı’nın yeni dönem gündeminde neler var?

Katılım öncesi mali yardım sivil toplum sektörü açısından önemli imkanları içinde barındırıyor. 2014-20 döneminde 200 milyon avroluk bir bütçeyi sivil toplum örgütlerinin kullanımıyla ilgili olarak farklı programlar dizayn ettik ve uyguladık. Şu anda AB Başkanlığı 120 sivil toplum örgütüne 20 milyon avroluk bir kaynak sağlıyor, AB Birliği Türkiye Delegasyonu’nun Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, Sivil Düşün ya da Etkiniz gibi programları aracılığıyla destek sağlıyor. Bazı kamu kurumlarının STK’larla iş birliğini temin ettiğimiz projeleri var. Dolayısıyla bu sektör altında birçok projeye finansman sağlandı ancak önümüzdeki dönemde de benzer imkanlar söz konusu olacak. Biz AB Başkanlığı olacak şimdi 2021-27 dönemini müzakere etmeye başlayacağız AB Birliği tarafıyla. Bu müzakerelerin sonucunda sivil toplum sektörünün altında eminim sivil toplum örgütlerinin yararlanabileceği bir çok fon kaynağı çıkacak. Sivil toplum örgütlerinin yapmaları gereken özellikle birincisi, sivil toplum sektörü altında hibe programlarını takip etmek -birinci anlamda fon kaynağına ulaşabilecekleri imkan bu oluyor- ikincisi, bazen sadece fon değil farklı çalışmalara konferanslara, networklere, eğitimlere katılabilmek adına bu başlık altında bir çok çalışma yürüyor. Dolayısıyla da sivil toplum sektörünün duyurularını takip etmelerini, bu çalışmaların içinde yer alabilmek adına önemli. O yüzden AB Başkanlığı’nın veya sektördeki sivil topluma destek sağlayan diğer STGM, Sivil Düşün ya da Etkiniz gibi programları ya da AB Türkiye Delegasyonunun çağrılarını ve duyurularını takip etmelerini yararlı olacağını düşünüyorum.