Kolektif Aşındırma

12 Aralık 2019
Kapitalizm ve kapitalist devlet, kişilere ‘birey’ olarak seslenip ve onları tek başına bir özne olarak çağırıp hazzı ve mutluluğu kişisel bir edim, özgürlüğü ve refahı bireyin kendisiyle sınırlı bir değer olarak gösterdiğinde, egemen üretim biçiminin neden olduğu acıların yükünü ve ıstırabını sıradan kişilerin omuzlarına yüklemiş oluyor. Bu kişiselleştirme oyununun kaybedenleri, geniş kalabalıklar ve gittikçe yığınlaşan kişiler ise kimlik zindanından kurtulsa bile egemen ideolojinin zihinsel bariyerleriyle karşılaşmaktan kurtulamıyorlar. 

Modern toplumun kurucu dinamiklerinin başında egemen üretim biçimi gelir. Kapitalizm, çeşitli biçimler altında tanımlansa da nihayetinde modern toplumun düşünme, anlama, yorumlama kalıplarının gündelik yaşam içerisinde somutlaştığı, çeşitli formlar halinde cisimleştiği ve sosyal ilişkileri belirlediği bir ilişki olarak gerçekleşmektedir. 

Kapitalizm bir ilişkidir. Her ilişki gibi somut sosyal koşullar altında gerçekleşir ve kendini gerçekleştirebileceği ilişkileri somutlaştırır. Bu ilişkinin katı hali olarak ortaya çıkan modern devlet, örgütlü ve dönüştürücü bir güce sahip ve tarihsel yolculuğuna devam ediyor. Bu güç karşısında toplumu ve onun ortak çıkarlarını korumak ve devlet ile kişiler arasındaki dengeyi, kişiler lehine, sağlamak için ortaya çıkan sivil toplum ise görece zayıf ve yetersiz görünüyor. Küresel ölçekte gözlemlenen bu durum, devletin gittikçe egemen sınıf çıkarları için örgütlenen ve egemen sınıf karşısında göreli özerkliğini yitiren bir aygıt haline dönüşmesine neden oluyor.

Sivil toplum, bazı açılardan egemen ideolojiyi aşındırma girişiminin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Egemen ideolojinin ısrarla üstünü örttüğü, gizlediği, çarpıttığı gerçekleri kazıyarak çıkarmak, sorunları ve çözümleri göstermek, sorumluları işaret etmek ve bunu istikrarlı bir edime dönüştürmek, birçok şeyin tersyüz edildiği yerde görece kinizmden kurtulmanın da bir yoludur.

Üretim biçiminin üretim ilişkilerini, üretim ilişkilerinin ise geri kalan sosyal ilişkileri belirlediği varsayımını kabul edenler, kapitalist ilişkilerin herhangi bir amacı olmayan ilişkileri baştan yadsıyacağını kabul edebilir. Örneğin egemen sınıf üyelerinin bütün sosyal ilişkileri (aile/evlilik, eğitim, seyahat vb.) egemenlik ilişkilerinin bir bütünleyeni olarak inşa edilir. Bu ilişki biçiminin bağımlı sınıflara transferini ve ilişki biçimini yadsıyan ve reddeden, en azından bunu dönüştürmeyi hedefleyen her girişimin bir aşındırma eylemi olduğu söylenebilir. Politik ya da ekonomik alanda sonuç almak ve egemen ideolojiyi aşındırmak için değil, bir arada yaşamaktan, daha iyi bir yaşamın koşullarını aramaktan kaynaklanan medeni bir tutum, jest, hâl olarak oyunun dışına çıkmanın yollarını aramaktan söz ediyorum. 

Neoliberalizm ile birlikte artan ‘özgür birey’ mitinin kişileri içinde yer aldıkları koşullara daha da bağımlı hale getiren ve eşzamanlı olarak onları güvencesizliğe, geleceksizliğe sürükleyen ilişkiler sistemini yeniden üretmek yerine, yeni ilişkiler inşa etmenin zor ama mümkün yollarından biri olarak sivil toplum üzerine düşünmek, verimlilik yerine birliktelik, ölçülebilirlik yerine dayanışma üzerine düşünmek anlamına gelir. Oysa modern üretim ilişkilerinin kurucu ilkesi olan rekabetçilik, kişinin kendisine yaptığı yatırımların ödüllendireceğini söylerken, onu yavanlaşmış bir yoksunluğa sürükler. Bu, sermayenin ‘özgür birey’ isimli kişiyi zenginlik vaadi ile kandırırken ondan çaldıklarını biriktirmesinden başka bir şey değildir: “Özgür rekabette, özgürlüğüne kavuşan bireyler değil, sermayedir. Sermayeye dayalı üretim, toplumsal üretimin gelişimine tekabül eden, dolayısıyla zorunlu biçim olduğu sürece, bireylerin sermayenin saf koşulları çerçevesinde devinmesi, özgürlük olarak görünür; ve bundan da öte, sürekli olarak serbest rekabetin parçalamış olduğu ayak bağları yad edilerek, dogmatik bir şekilde bunun başlı başına bireysel özürlüğün ta kendisi olduğu ilan edilir” (Marx, 1979: 625).

Birliktelik ve dayanışma, ortak çıkarlar etrafında bir araya gelmeyi amaç olarak değil, yaşamın olağan hali olarak deneyimlemeyi içerir. Aynı zamanda kapitalizmin gündelik ilişkilerin içine sızan rekabetçiliği yerine kolektif hareket edebilmenin mümkün olduğunu gösterir. Değişen piyasa koşullarına kendini uyarlarken, sürekli yeni beceriler elde etmeye çalışırken, sertifika programları, eğitim paketleri ve sayısız kurs peşinde koşarken neyi aradığını unutan kişilerin içselleştirdikleri ilişki biçimlerinin dışına çıkmak, aynı zamanda kendiliğinden eylemdir. Kendiliğinden eylem, bir ideolojik endoktrinasyon içermez, içinde yaşadığı koşulların kötücüllüğünün nedenini kendi eksikliğinde ya da yetersizliğinde aramak yerine gerçek sorumlulara bakan siyasallığın inşa edildiği yerdir. Bazen sokak ortasında dans ederken ya da işini iyi yapmayı bir ödeve dönüştürürken bile açığa çıkan itirazın hikmeti, biraz da bu siyasallığın içerisinde gizli.

Marx, K. (1979) Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev. S. Nişanyan, İstanbul: Birikim. 

Polat Alpman

Üyelik Tarihi: 03 Nisan 2019
23 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör