Veri Bilimi Sivil Toplum İçin Altın Yumurtlayan Tavuk Mudur?

05 Kasım 2019
Hak savunuculuğu yapan tüm sivil toplum örgütleri, ister hak ihlallerini belgelemek kapsamında olsun, isterse temsil ettikleri tabanın profilini ve ihtiyaçlarını anlatmak için olsun sayılara erişebilmek ve çalışmalarında kullanmak için çaba sarf ediyorlar. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu işte bunun için de önemli.

Bilgiye Erişim Hakkı Kanunu’nun 2003 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçişi ile birlikte önemli bir kazanım elde edilmişti. Bu yasa sayesinde o güne değin kamu idaresinin görevlerinden kaynaklı olarak sahip olduğu veriler artık bu bilgiyi edinmek isteyen tüm vatandaşlar tarafından öğrenilebilecekti. Üstelik bunun için talepte bulunan tarafın bir dernek, vakıf ya da şirket olmasına yani tüzel kişiliğinin olmasına da gerek yoktu, vatandaşlar da bireysel olarak bilgi edinme hakkından faydalanmak için başvurabilecekti. Elde edilen bilgilerle yürütme daha şeffaf, hesap verebilir olacaktı. Kanun hâlen yürürlükte, ancak uygulamada çoğunlukla beklentileri karşılamadığına dair yaygın bir kanaat var. Bu yazının amacı kanunun uygulamasına yönelik bir değerlendirme yapmak değil. Kanun ilk etapta kamu idaresinin hesap verebilir olması ve tüm sistemin demokratikleşmesi açısından önemli. Bunun yanı sıra kanun, çalışmalarını bilgi temelinde yapmak isteyen, ancak bu çapta ve kapsamda üretilmesi hayli maliyetli olan veriye ulaşamayan sivil toplum örgütlerine kamu idaresinin veri sağlaması açısından da önemli. Eğer sivil toplum veriyi bu yollarla elde edemiyorsa yeni teknolojiler veri toplama açısından bir fırsat sunuyor mu? Yani sivil toplum için veri altın değerinde mi, yeni teknolojiler veriye ulaşmamızı kolaylaştırıyor mu yoksa yeni uzmanlıklar mı geliştirmemiz gerekiyor? 

Sivil toplum alanında çalışan birçok aktivist ve meslektaşım gibi uzunca bir süredir yeni bir yaklaşım ve söyleme ihtiyacımız olduğu görüşündeyim. Bu yaklaşım ve söylemi inşa edecek birçok unsur elbette var ancak tabanla ilişki kurmak, tabanın ihtiyaçlarını anlamak ve hak ve özgürlükler temelinden bu ihtiyaçlara denk gelecek lafı ve eylemi geliştirmek için veriye sahip olmak gerekli. Veri yoksa, varsayımlar var. Varsayımların olduğu yerde de genellemeler yapmaya başlamak en büyük tuzak. Üstelik hızla dönüşen ve heterojen bir yapıya sahip olan günümüz toplumlarındaki hedef gruplara ulaşmak için varsayım ve genellemelerin ötesinde farklı kategoriler altında ayrıştırılmış ve stratejik hedeflere göre yapılandırılacak veriye ihtiyaç var.  Bu ihtiyaç da yeni değil. Hak savunuculuğu yapan tüm sivil toplum örgütleri, ister hak ihlallerini belgelemek kapsamında olsun, isterse temsil ettikleri tabanın profilini ve ihtiyaçlarını anlatmak için olsun sayılara erişebilmek ve çalışmalarında kullanmak için çaba sarf ediyorlar. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu işte bunun için de önemli.

Veri meselesine geri dönecek olursak, benim gibi başı sayılarla hoş olmayan bir “sosyalci” için rakam, analiz, algoritma gibi kelimeler saçımızdaki beyazların artmasına neden olabilir. 

Algoritmalar bizim işimiz olmasa da sosyalciler olarak veri ve bilgi arasındaki farkı biz tanımlayabiliriz elbet.  Veri bir konu hakkında enformasyon sağlar, ancak işlendikten sonra anlamlı hale gelir. Ham hâli o konuya hâkim olmayan insanlar için bir şey ifade etmez. Bu nedenle verinin organize edilmesi, yapılandırılması ve bir bağlama oturtulması gerekir ki veri bilgiye dönüşsün, o konu üzerine uzmanlığı olmayan insanlar için bir şey söyler hale gelsin. Örneğin, Türkiye’de kadın istihdam oranının düşük olduğunu, gözünü sivil toplum çalışmalarına açan 6 yaşındaki oğlum bile biliyor. Yani veri yeni değil. Ama kadın istihdamının düşük olmasının Türkiye ekonomisi için ne demek olduğu birçok insan için yeni bir bilgi. Bunun da ötesinde eğer kadın istihdamını artırma önceliği olan bir örgütsek ve veriyi bilgiye dönüştürmeyip, noktaları birleştirme işini insanlara bırakıyorsak hedefimize ulaşmak konusunda kendi işimizi zora koşmuş oluyoruz. Halbuki istiyoruz ki insanlar bizi desteklesin, bu konuda bizim söylediklerimizi söylesin ve zihniyet değişsin. Tam da bu nedenden dolayı hepsi olmasa da veri temelli çalışan örgütler, veriyi hem yazılı hem de görsel olarak bilgiye dönüştürmeye çalışıyor, gücünün yetmediği noktalarda uzman desteği alıyor.

Uzun yıllar boyunca sivil toplum örgütleri, kamu kurumları ve şirketler veriyi kamuoyu araştırmaları, odak grupları gibi daha aşina olduğumuz, yöntem olarak uzmanı olmasak bile adını bildiğimiz yöntemlerle elde etmeye çalıştı. Bu yöntemler halen daha yaygın olarak kullanılıyor. Ancak yaygın cep telefonu kullanımı, internetin yaşamımızın asli unsurlarından biri haline gelmesi, mobil uygulamaların kullanımı ile birlikte, biz farkında olsak da olmasak da tercihlerimiz, eğilimlerimiz, davranışlarımız hakkında veri üretiyoruz. Hepimizin malumu artık, bu ürettiğimiz veriler şirketler tarafından derlenip toparlanıyor, şirketlerin kârlarını artırabilecekleri stratejilerin temelini oluşturuyorlar. Bu verileri derleyip toparlayan “veri bilimi” ise günümüzün en gözde ve gelecek vaat eden mesleklerinden biri olarak tanımlanıyor. Facebook, Google, Amazon gibi şirketler veri bilim insanlarını işe alarak her geçen gün daha fazla sayıda ve çeşitlilikte veriye sahip oluyor. Bir iddiaya göre yeni dönemin kralları bu şirketler, zira veri onlarda.

Durum buyken, bu şirketler ya da kamu kurumları kadar kaynak ve güce sahip olmayan sivil toplum örgütleri için veri toplama ve işleme alanında fırsatlar var mı? Sorunun yanıtı tabii ki var. Hayli yeni bir kavram olan “iyilik için veri” sivil toplum örgütleri, aktivistler ve sosyal faydayı dert edinen veri bilim insanları ve sivil toplum profesyonelleri tarafından tartışılmakta.  İyilik için verinin üzerinde uzlaşılmış standart bir tarifi olmamasına rağmen, nihai kullanıcılarının kamu kurumu ya da kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olması, veriyi işleyen yetkin gönüllülerin olması, veriyi sağlayan araçların bir kişi ya da kuruluş tarafından ücretsiz ya da düşük bir ücretle sağlanması gibi genel bir çerçeve üzerine bir uzlaşı var. Çok yeni olmasına rağmen Hindistan, Kanada, İngiltere gibi ülkelerde bir grup sivil toplum örgütü veri bilimini çalışmalarında kullanmaya başlamış durumda.

Peki veri biliminin nimetlerinden faydalanmak sivil toplum örgütlerine ne tür faydalar sağlıyor? Öncelikle sivil toplum alanında zaten kısıtlı olan kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlıyor. Verinin işlenmesi ile birlikte, toplumun farklı kesimleri ve gelecekteki eğilimler hakkında daha fazla bilgi sahibi olarak gerek strateji gerekse de mesajları yeniden belirlemek mümkün.  Çalışmaların izlenmesi ve yarattığı etkiyi analiz etmek de veri bilimi ile daha kolay. Proje çemberine sıkışmış olan Türkiye’deki sivil toplum örgütleri için şu anda pek geçerli olan bir fayda olmasa da bağışçıların profilini çıkarmak, eğilimlerini, önceliklerini anlamak kısacası kaynak geliştirme açısından da veri bilimi birçok fırsatı barındırıyor. Her şeyden önemlisi, örgütler veriyi kendi öncelik ve ihtiyaçlarına göre analiz ederek, geleceğe ilişkin projeksiyon yapabilirler.  

Veri bilimi sivil toplum örgütleri için tek başına mucizeler yaratacak bir araç değil. Kullanmaya başlamak için insan kaynağına ve mâli kaynaklara ihtiyaç olduğu muhakkak. Şu an kira ödemekte güçlük çeken örgütlerin olduğu bir sivil toplum dünyasında veri bilimi ütopik bir fikir olarak düşünülebilir.  Ancak sivil toplum örgütleri olarak veri toplama işinden uzun süre geri duramayacağımız da aşikâr. Zira savunduğumuz hakların özü değişmemekle birlikte, işlev gördüğümüz ortam, seslendiğimiz kitle ve kullandığımız araçlar inanılmaz bir hızla dönüşüyor. Bu dönüşümü anladığımız ve stratejilerimizi, çalışmalarımızı bu değişimi de gözeterek yapılandırdığımızda değişimi sağlamak konusunda daha etkin olmamız da mümkün olabilir.

Ebru Ağduk

Üyelik Tarihi: 25 Temmuz 2019
11 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör