Diyarbakır İnsan Hakları Okulu’nda Çatışma Çözümü Deneyimleri Tartışıldı

Diyarbakır İnsan Hakları Okulu, Bahar 2019 eğitimlerinde dünyadaki çatışma ve çözüm deneyimlerini ele aldı. Beş oturumdan oluşan programda Filipinler, Kolombiya, Afganistan, Endonezya ve Türkiye’deki çatışmaların tarihi ve çözüm girişimleri tartışıldı.

HAK İnisiyatifi Diyarbakır Temsilciliği bünyesinde çalışmalar yürüten Diyarbakır İnsan Hakları Okulu (Diyarbakır İHO), Kış 2018 programının ardından Bahar 2019 eğitimlerini de tamamladı. 40 kişinin kabul edildiği İHO’nun bu yılki teması dünyadaki çatışmalar, çatışma çözümleri ve dünya deneyimleri oldu. Toplam beş oturumdan oluşan programda Filipinleri İHH İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyeti Başkan Vekili Hüseyin Oruç, Kolombiya’yı Demos Araştırma Merkezi’nden Nisan Alıcı ve Hak İnisiyatifi Diyarbakır Temsilcisi Reha Ruhavioğlu, Afganistan’ı gazeteci Enise Malbat, Endonezya’yı akademisyen Cuma Çiçek anlattılar. Programın son oturumunda ise akademisyen Vahap Coşkun, Türkiye’deki çatışma ve çözüm süreçlerini ele alan bir sunum gerçekleştirdi ve Türkiye’nin mevcut atmosferinde barış arayışlarının nasıl sürdüğünü anlattı.

Programın açılışını yapan Hak İnisiyatifi Diyarbakır Temsilcisi Reha Ruhavioğlu, Diyarbakır İnsan Hakları Okulu’nun bugüne kadarki çalışmaları hakkında kısa bir bilgi verdi. Türkiye’deki İnsan Hakları mücadelesinin, çözüm sürecinin bitişi ve çatışmaların başlamasıyla çok zor bir sürece girdiğini ancak hak savunucularının umutsuzluğa kapılmak yerine çabaya odaklanmaları gerektiğini vurgulayan Ruhavioğlu, son dönemde İHO programlarına olan ilgiden memnun olduklarını söyledi. Bugün unutturulmak istense de Türkiye’de bir çözüm süreci yaşandığını ve o dönemki barış atmosferinin insan hakları alanına da olumlu yansımaları olduğunu hatırlatan Ruhavioğlu, süreç sona erip çatışmalar başladıktan sonra toplumun bir ümitsizlik ve karamsarlığa sürüklendiğini aktardı. Ruhavioğlu, çatışmaların yeniden duraklaması ile birlikte herkesin bir çözüm beklentisine girdiğini, bu noktada dünyada çatışmaların nasıl başlayıp hangi süreçlerden geçtiğini, Türkiye ile benzerliklerinin ve farklılıklarının neler olduğunu tartışmak için dünya deneyimlerini tema olarak belirlediklerini söyledi. Türkiye’de yaşanan çözüm süreci ve ardından başlayan çatışmaların daha iyi anlaşılması için dünya ülkelerinde meydana gelen çatışmalar ve devamındaki çözüm deneyimlerinin detaylı bir şekilde ele alınması gerektiğini vurgulayan Ruhavioğlu, bütün oturumları tamamlayan katılımcılara sertifika verileceğini belirtti.

“Hedefinde Barış Olmayan Çatışmalar Katilliktir”

Diyarbakır İnsan Hakları Okulu’nun ilk dersi, İHH İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyeti Başkan Vekili Hüseyin Oruç’un sunumu ile başladı. Filipin devleti ile Moro İslami Kurtuluş Örgütü (MILF) arasında yürütülen barış sürecindeki izleme gruplarından biri ve en önemlisi olan Bağımsız Gözlem Heyeti’nin İHH adına üyesi olan Oruç, Müslüman Moro halkına geniş bir özerklik tanınmasıyla neticelenen süreci anlattı.

Oruç, daha önce 1989 yılında kurulan Mindanao Özerk Bölgesi’nin Bangsamoro halkının iradesini içermediğini ve bugün gelinen noktanın mevcut ama işlemeyen özerk bölge statüsünün Moro halkı lehine güçlendirilmesi olduğunu söyledi. Bahsi edilen özerkliğin Moro Ulusal Kurtuluş Örgütü (MNLF) lideri Nur Misvari ile Filipinler devleti arasındaki görüşmelerle kurulduğunu anlatan Oruç, ancak işlemeyecek şekilde kurulmuş olan bu özerk yapı sebebiyle mezkur sürecin bir yıl içinde yürütülemez hale geldiğini vurguladı.

MNLF (Nur Misvari) ile MILF (Selamet Haşim) arasındaki farka da değinen Oruç, Misvari’nin savaşla ancak Haşim’in toplumsal değişim ve toplumsal mücadeleyle başarıya ulaşacaklarına inandığını aktardı. Haşim’in “hedefinde barış olmayan bütün savaşlar katilliktir” sözünü paylaşan Oruç, “savaşmakla bir şey değişmiyor, (alandaki) kontrol her seferinde bir tarafa geçiyor” diyen Haşim’in kendiliğinden işleyecek bir toplumsal hareket inşa ettiğini, bu sayede MILF’in kendi kendini sürdürebilir kılan bir harekete dönüştüğünü anlattı.

Moro’daki son sürecin 1970’li yıllarda başlayan savaşın bir sonucu olduğunu ve bugün gelinen noktanın 1997 yılında Filipinler hükümeti ile MILF’in görüşmelere başlamasına dayandığını hatırlatan Oruç, 17 yıl süren bu görüşmelerin sonunda 2014 yılında kapsamlı bir Bangsmoro anlaşması imzalandığını, bu anlaşmanın 2018 yılında Bangsamoro Organik Yasası haline getirildiğini ve bu yasanın yapılan referandumda kabul edildikten sonra onaylandığını aktardı.

‘Barış Görüşmelerinin Koşulu Yoktur, Barışın Koşulları Vardır’

Çatışma ve Çözüm Deneyimleri Okulu’nun üçüncü oturumunda gazeteci Enise Malbat, Afganistan’da başlayan çatışmaları ve bugünlerde Taliban ile yürütülen barış sürecini anlattı.

Afganistan’ın kültürel, dini ve coğrafi yapısı hakkında bilgiler veren gazeteci Malbat, “Afganistan’da yaşanan çatışma ve çözüm süreci Türkiye’ye çok benzer” dedi. Taliban’ın meşruiyetinin halk tarafından kabul gördüğünü belirten Malbat ayrıca şunları söyledi. “Asya’nın kalbi olan Afganistan’da 1992’de tarihinin en büyük iç savaşı başladı, 1996’da ise Taliban medrese öğrencileri birkaç ay içerisinde Kabil’i ele geçirdi. Çünkü kamusal düzeni sağlamayı amaçladığını söyleyen Taliban halktan da ciddi destek görüyor.”

Taliban üyelerinin radikalleşmeye müsait bireylerden oluştuğunun altını çizen Malbat, “Bu örgüt üyeleri, hiç aile hayatı yaşamamış ve bir ailesi olmayan radikal bireylerden oluşmaktadır.” dedi. Malbat, Taliban’ın ilk başta Tacik yönetime karşı silahlı mücadele başlattıklarını ve 2013 yılında Katar’da siyasi bir ofis açtıklarını fakat Afganistan hükümetinin buna karşı çıktığını söyledi.

Taliban’ın beklentisinin ülkeden yabancı güçlerin çekilmesi ve kurulacak olan yeni siyasi düzende, yönetimden pay sahibi olmayı istediğini ifade eden Enise Malbat, “Afgan hükümetinin beklentisi ise Taliban’ın silah bırakması” dedi. Rusya’nın, ülkede siyasi uzlaşının sağlanması amacıyla Moskova Görüşmeleri adı altında 5 Şubat 2019’da Afgan siyasetçilerle Taliban’ı bir araya getirdiğini söyleyen Malbat, toplantıya eski cumhurbaşkanı Hamid Karzai başta olmak üzere Afgan liderlerin çoğunun katıldığını fakat Kabil hükümetinin toplantıda yer almadığını belirtti.

Öte yandan Malbat, 1989’dan bu yana ABD ile Rusya’nın ilk defa Afganistan barışı adına temaslarda bulunmak için 2019 yılında Ankara’da Rusya Büyükelçiliğinde bir araya geldiklerini ve Afganistan Cumhurbaşkanı Gani’nin ise 29 Nisan 2019’da barış sürecinin güzergahını belirlemek amacıyla Afganların geleneksel şurası olan ‘Jirga’ toplantısı düzenlediğini, toplantı sonrası ateşkes çağrısı yapıldığını fakat Taliban’ın bu toplantıyı boykot ettiğini sözlerine ekledi.

Malbat, Taliban’ın, Kabil hükümetini resmi ve meşru bir iktidar olarak görmemesi ve bir ‘kukla’ olarak nitelemesinin uzlaşmayı zorlaştırdığının altını çizdi.

“18 yıl süren savaştan yorulan Afganlar, her iki tarafa da çözüm tavsiyelerinde bulundu.” diyen gazeteci Malbat, bir ay boyunca yalın ayak yürüyerek her iki taraftan da çatışmayı bitirmelerini isteyen ve halktan oluşan barış elçilerinin “Artık cenazelerimizin ağırlığını omuzlarımızda taşıyamıyoruz.” ifadelerinin toplum tarafından ciddi destek gördüğünü belirtti.

Geçen yıl Ramazan ayında hem Taliban hem de Kabil hükümetinin ‘Bayram Ateşkesi’ gerçekleştirdiklerini dile getiren Malbat, bu gelişmede en büyük payın sivil yürüyüş eyleminin olduğunu ayrıca diğer taraftan Taliban militanlarının “Savaştan bizde yorulduk, onlar da” çıkışının barış sürecine etkisinin olduğunu söyledi.  Malbat’a göre, 2018 yılında resmi barış temaslarıyla başlayan Afganistan’daki çözüm sürecinde, Taliban’ın tamamen silah mı bırakacağı yoksa orduya mı entegre olacağı konusu devam eden barış görüşmelerinin sonunda netlik kazanacak.

‘Ana Mesele Gücün Paylaşılmasıdır’

‘Çatışma ve Çözüm Deneyimleri’ konulu Diyarbakır İnsan Hakları Okulu’nun dördüncü oturumunda Endonezya’da yaşanan çatışma ve GAM (Özgür Açe Hareketi) ile yürütülen barış süreci konuşuldu. Akademisyen Cuma Çiçek, Kürt meselesiyle benzer özelliklere sahip bir coğrafya olan bu ada ülkesinin ‘Çok dilli ve çok etnisiteli bir ülke’ olduğunu söyledi.

Çiçek, anadil temelli çok dilli bir eğitim sisteminin olduğu dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesi olan bu ada ülkesinde, 70 yıldır süren bir çatışmanın var olduğunu belirtti. Endonezya’nın üç bölgesinde devlet içi teritoryal çatışma alanı olduğunu dile getiren akademisyen Çiçek, en fazla can kaybının yaşandığı bölgenin Doğu Timur olduğunun altını çizdi.

Açe’nin zengin doğal gaz kaynaklarına sahip bir bölge olduğunu ve buna bağlı olarak çok fazla çatışmanın yaşandığını hatta Açe’nin birçok kez özerklik kazandığını aktaran Çiçek, bu özerkliklerin sürekli sonlandırılmasının ve askeri yönetiminde gerçekleştirdiği yaygın insan hakları ihlallerinin çatışmayı sürekli hale getirdiğini söyledi.

Bölgede 1976’dan sonra otuz yıllık bir hareket olan GAM’ın kuruluş safhasından ve GAM ayaklanmasından da söz eden Çiçek, “Çatışmanın temelinde aslında Açe’nin özerkliğinin sonlandırılması yatmaktadır.” dedi. Öte yandan 1998 yılında mevcut rejimin yıkılmasıyla GAM’a ‘fırsat’ doğduğunu vurgulayan Çiçek, GAM’ın sorunu uluslararası arenaya taşımayı hedeflediğini ve buradan çözüm bulmayı amaçladığını sözlerine ekledi.

Çiçek ayrıca şunları söyledi. “2003’te GAM’ın ortadan kaldırılması için askeri operasyon başlatıldı. Açe dünyaya kapatıldı, bir yıl sıkıyönetim ilan edildi. Sonrasında sıkıyönetim kaldırılıp yerine OHAL getirildi.” Tüm bu olaylar sonunda toplamda 30 bin can kaybının yaşandığı Açe’de, 2005 yılında barış müzakerelerinin başladığını ifade eden Çiçek, “Otuz yıllık bir diktatörlük sonrası demokratikleşme süreci barış sürecine zemin hazırladı.” dedi.

Abdurrahman Wahid döneminde başlayan barış sürecinde Akil Adamlar Heyeti denilebilecek bir heyetin de etkili olduğunu belirten Çiçek, barış müzakerelerinde yaşanan silahsızlanmada anlaşmazlık ve Açe’nin teritoryal egemenliğinin belirsizliği çözümün ilerlemesini geciktirdiğini söyledi.

“Ana mesele gücün paylaşılması meselesidir.” diyen akademisyen Çiçek, barış müzakereleri sonunda 2006 yılında Açe’ye özerklik tanındığını ve bu gelişmeyi tetikleyen en büyük nedenin ise Açe’de yaşanan, dışsal bir şok olan ve 250 bin insanın hayatını kaybettiği Tsunami felaketinin olduğunu ifade etti.

‘Her Çatışma Biriciktir, Kendine Özgüdür’

‘Çatışma ve Çözüm Deneyimleri’ başlıklı programın final oturumunda Türkiye’nin yakın dönemde yaşadığı demokratik açılım ile çözüm sürecinden ve bu dönemde hükümet tarafından oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmalarından bahseden Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun bütün çatışmaların temelinin aynı olduğunu, hepsinde gücü paylaşma isteğinin var olduğunu, her çatışmaya uygulanabilecek bir sihirli formülün olmadığını söyledi.

“Her çatışma biriciktir, kendine özgüdür.” diyen Coşkun, Türkiye’nin özellikle 2013-2015 yılları arasında yaşadığı çözüm sürecini, çözüme giden sürecin evrelerini ve çözümün neden sonlandırıldığını değerlendirdi. Çözüm süreçlerinin ilk denemede sonuçlanamayacağını dile getiren Coşkun, birden fazla deneme sonucunda bir noktaya varılacağının altını çizdi.

Coşkun ayrıca şunları söyledi. “Her süreç belli aşamalardan geçer. Bunlar; Temas, Diyalog, Müzakere ve Anlaşma/Çözümdür. Bu bakımdan Türkiye’de de bu dönemde ciddi çatışmalar yaşandı. Özellikle Oslo’dan sonra bir buçuk yıl süren ciddi çatışmalar gerçekleşti. Burada çözümü başlatan dinamiklerin, çatışma ve silahla bir mesafe alınamayacağını ve çözüme ulaşılamayacağını görmeleri, müzakerelerin başlamasında etkisi oldu.”

2013’de çözüm sürecinin başladığı dönemlerde 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti’nin içerisinde, İç Anadolu grubunda yer alan Coşkun, o dönemki yaşadığı tecrübelerini katılımcılarla paylaştı. Coşkun, “Akil İnsanların seçiminde her iki tarafın da mutabık olduğu isimlerde karar kılındı. İç Anadolu Bölgesi heyetinde 9 kişi yer aldık. Her kesimden insan vardı, ekibimizde Cemal Uşşak, Hilal Kaplan da vardı. Bizim heyetin başkanı Ahmet Taşgetiren’di. Birçok il gezdik, raporlar hazırladık. Bu zaman diliminde akademik hayatımın en verimli dönemini yaşadım.” dedi. “Bu iş silahla değil, siyasi alanda çözülmeli” diyen Coşkun, o dönem ülkenin yarısından fazlasının süreci desteklediğini, Akil İnsanlar olarak kendi görevlerinin de bu süreci toplumsallaştırmak ve halka anlatmak olduğunu belirtti.