Ekolojik Yıkım Ve Kentleşme Kıskacında Görülmeyenler: Hayvanlar!

“Çılgın” diye anılan mega projeler; maden tetkik ve sondaj projeleri; kentsel dönüşüm; enerji santrali projeleri; meraların, ormanların, kıyıların rant odaklı kapışılması; virüs gibi yayılan kentleşme ve sanayileşme beraberinde yadsınamaz bir ekolojik yıkımı getiriyor. Ekolojik yıkım ve kentleşme, proje bölgelerindeki insanların hayatlarını etkilerken, bazen de kültürlerini yok ederken, bu süreçlerde hayatları topyekûn değişen, ancak toplumun büyük bir kesimince görülmeyen bir grup var: Hayvanlar… Ekolojik yıkım ve kentleşme kıskacında, hayvanların nasıl etkilendiğini İstanbul Kent Savunması’ndan Cihan Uzunçarşılı Baysal, Kuzey Ormanları Savunması’ndan Emre Yılmaz ve Dört Ayaklı Şehir’den Mine Yıldırım ile konuştuk.

Geçtiğimiz Cumartesi, Türkiye Ormancılar Derneği, Kuzey Ormanları Derneği ve Sarıyer Belediyesi tarafından düzenlenen “Ekosistem, İklim ve Kentsel Büyüme Perspektifinden İstanbul ve Kuzey Ormanları Çalıştayı”nda, etki alanı Düzce’den Bulgaristan sınırına kadar dayanmış olan İstanbul ve onu çevreleyen Kuzey Ormanları’nda yaşanan sorunlar bilimsel bir dille ele alındı, çözüm önerileri sunuldu ve üniversiteler, sivil toplum örgütleri, yerel ve resmî kuruluşların bu konudaki önemi ve dayanışması tartışıldı. İklim krizi döneminde İstanbul’un bir geleceği olabilmesi için ormanlık alanların ve İstanbul’un biyolojik çeşitliliğinin nasıl korunması gerektiği konuşuldu.

Türkiye’nin 469 kuş türünün 301’i İstanbul’da görülüyor

Çalıştayda konuşan akademisyenlerden, Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Başkanı ve Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şubesi Başkanı olan Prof. Dr. Ünal Akkemik, belediye başkan adaylarına doğanın korunması için çağrıda bulundu ve ekledi: “Artık İstanbul’un ne yatay, ne dikey büyümeye tahammülü yok”. Çalıştayda ekosistem çeşitliliği hakkında bilgiler veren Prof. Akkemik, Türkiye’nin 469 kuş türünün 301’inin İstanbul’da görüldüğünü belirterek, yeni havalimanı kuş göç yolları üzerinde olduğu için yaban hayatın ciddi derecede olumsuz etkileneceğini ifade etti.

“Ekosistem, İklim ve Kentsel Büyüme Perspektifinden İstanbul ve Kuzey Ormanları Çalıştayı”nda yapılan bir sunumdan…

Çalıştayda konuşan ve İstanbul Ormanları’na yapılan müdahalelerin ahlakî boyutunu ele alan Prof. Dr. Orhan Sevgi’nin şu beyanı ise dikkat çekiciydi: “Doğa sorunlarının kaynağı ahlakî sorunlardır”.

Prof. Sevgi’nin “ahlâkî sorun” olarak nitelediği doğa sorunları, kent sorunları ile neredeyse birebir benzerlik gösteriyor. İnsanlık tarafından doğanın ve kentlerin “tüketilebilir” kılınmasının her gün sonuçlarını yaşıyoruz. Devlet ve yerel yönetim politikaları ile doğa ve kent sorunları ortaya çıkarken ve insanların yaşamları doğal olarak etkilenirken, bir de hiçbir şeyden haberi olmayan, bu politikaların bir tarafı olmayan ancak öznesi, mağduru olan hayvanların yaşamlarında neler değişiyor? Ekolojik yıkımın sonuçlarını, kent ekosistemine verdiğimiz zararları kendimize belki reva görebiliriz ancak Prof. Sevgi’nin “ahlâkî sorun” olarak tanımladığı bu yıkım silsilesini hayvanlara yaşatmaya hakkımız var mı?

“Bu yıkım silsilesini hayvanlara yaşatmaya hakkımız var mı?” sorusu üzerine düşünürken, ekoloji, kent hakkı ve hayvan hakları alanlarında mücadele veren aktivistlerin aktarımlarına kulak verelim. Aktivistlerin aktarımları zorunlu göç, sürgün gibi olayları sadece insanların yaşamadığını, kenti ve doğayı tahrip ederken hayvanları nasıl mağdur ettiğimizi gözler önüne seriyor.

Kent, barınma hakkı gibi meseleler üzerine uzun süredir mücadele veriyorsunuz. İstanbul’daki kentsel dönüşümün, hayatlarını topyekûn değiştirdiği insanların hikâyelerine yakından tanık oldunuz. İnsanlar yerlerinden yurtlarından edilirken insanlarla yaşayan kent hayvanlarına ilişkin belleğinizde kalan hikâyeler neler? Kentsel dönüşüm süreçlerinde hayvanlar da o mahallelerden, sokaklardan silindi. Bu hayvanlara ne oldu?

Cihan Uzunçarşılı Baysal (İstanbul Kent Savunması): Sosyolog Saskia Sassen, ”Kovulmalar” zamanında yaşadığımıza dikkat çekiyor. Sassen’e göre kentlerden ve kırsaldan kovulanlar sadece alt, alt orta gelir grupları ya da kırsalın emekçi nüfusları  değil, sokak hayvanından kuşuna börtü böceğine, ormanına suyuna flora ve faunasına, kısaca yaşama dair ne varsa bugünün kentlerinden ve kırsalından kovulmakta. Küresel sermaye, kenti ve kırsalı metalaştırarak, sömürgeleştirerek gasp ederken tüm canlıları ya yok ediyor ya da yaşam alanlarından, habitatlarından kovuyor. Çalıştığımız, dayanışma verdiğimiz dönüşüm mahallelerini ve sokak hayvanlarını gözümün önüne getirdikçe, ”kovulma” sözcüğünden başka hiçbir sözcüğün gidişatı bu kadar özlü biçimde ifade edemeyeceğini düşünüyorum.

“Bölge lüks projelerle sterilleşirken, o hayvanlara ne olduğunu düşünmek bile acı”

Bugün Ağaoğlu’nun My World Europe adlı lüks projesinin yükseldiği Küçükçekmece Ayazma, kediler ve köpekler için de bir yaşam alanıydı. Mahallenin kedileri ve köpekleri, dar bütçeli Ayazmalılar’ın mütevazıdan mütevazı konutlarında, bahçelerinde, mahallenin sokaklarında fink atarlardı. Evlerin çoğu bahçeye açıldığından kedilerin bahçelerden konutlara girmeleri kolaydı; hele yaz aylarında pencereler de açık olduğundan kediler dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya dolanıp dururlardı. Ayrıca onları dışarılara kovalayan da olmazdı. Bezirganbahçe TOKİ konutlarına (zorla) yeniden iskan edildiklerinde, Ayazma’da da defalarca evinde ağırlandığım Osman’ın annesi, Ayazma’da bırakmak zorunda olduğu kedileri için endişeleniyordu. Ayazma’nın çocukları da mahallenin sokaklarında birlikte koşturdukları, baktıkları sokak hayvanlarından ayrıldıkları için üzülüyorlardı. ”Herkes iyi yaşamayı hak ediyor” sloganlı proje, iyi yaşamayı hak edenlere yer açmak için sadece mahallenin nüfusunu değil mahallenin kedi ve köpeklerini de yaşam alanlarından sürmüştü! Bölge lüks projelerle sterilleşirken, o hayvanlara ne olduğunu düşünmesi bile acı.

Sulukule TOKİ evleri şantiyesinden, belediye barınağına sürgün edilen yavru köpekler | Fotoğraf: Yedikule Hayvan Barınağı

Sulukule yıkıldıktan sonra köpekler ortada kaldı; yeni projeden konut alabilen Sulukuleli bir arkadaş mahallede tek tük kalan köpeklere elinden geldiğince bakıyordu ama ağaçlı bostanlı Sulukule’nin yerine konuşlandırılan villalı yaşam alanından o köpeklerin de kovulmuş olabileceklerini düşünüyorum.

Sulukule Küçük Çeşme Sokağı’nda bir sokak köpeği, yıkıma tanıklık ediyor. | Fotoğraf: Sulukule Günlüğü“Her geçen gün kediler eksiliyordu”

Sulukuleliler’in köpekleri varsa Ayvansaray Tokludedeliler’in kedileri vardı. Mahalleye ilk gidişimde kendimi bir kedi cennetinde hissettimdi; onlarca mutlu kedi mahallesi. Ahşap evleri ve özgün sokak dokusuyla tek tük kalan eski İstanbul mahallelerinden olan Tokludede de ne yazık ki Sulukule ile aynı kaderi paylaştı. Yenileme alanı ilan edildi ve butik otelli lüks villalı proje mahallelinin kabusu oldu. Tokludede’de yıkımlara karşı mahalleliyle dayanışma yapan aktivistler, yıkımlardan sonra kedileri beslemeyi görev edindiler. Her gün usanmadan kedilere yemek götürdüler; öte yandan, her geçen gün kediler eksiliyordu…

Tokludede’deki yıkımlardan sonra, şantiyeleri çevreleyen paravanların arasında yaşam mücadelesi veren sokak kedileri. | Fotoğraf: Cihan Uzunçarşılı Baysal

 

Dönüşüm alanlarında çalışan araştırmacı ve/ya akademisyenler olarak, mahallelerinden kovulup TOKİ’lere zorla yeniden iskan edildikten sonra, başta ekonomik ve kültürel nedenlerden, TOKİ konutlarında tutunamayıp göç eden nüfusların daha  sonra nerelere gittiklerini araştırmadığımız gibi mahallelerin kedi ve köpeklerinin başlarına geleni de araştırmadık. Bunlar çok büyük eksikliktir.

Kentsel dönüşümün, özensiz şehir planlamasının insanları etkilediği gibi hayvanları da etkilediğini biliyoruz. Kent hayvanları bu değişikliklerden nasıl etkileniyor?

Mine Yıldırım (Dört Ayaklı Şehir): “Kentsel dönüşüm”, maddi, mekânsal ve toplumsal pek çok değişikliği de beraberinde getiren bir süreç. Türkiye’de kent hayatı içerisinde evrimleşerek yaşayan evcilleşmiş hayvanlar, sokakları kedileri ve köpekleri bu değişikliklerden en çok etkilenen canlılardan. Çünkü bu hayvanların yaşam ve hareket alanları, kentin kamusal alanları: Sokaklar, parklar, meydanlar, çarşılar, pazar yerleri, cami avluları vb. Dolayısıyla kentsel dönüşüm gibi, tüm bu kamusal alanların tasarımına, kullanımına, kimler tarafından nasıl erişebileceğine dair radikal değişiklikler getiren projeler hayvanların yaşamlarını doğrudan etkiliyor.

“Mahallelerde henüz inşaat faaliyetleri başlamadan sokak hayvanlarının ilgili belediye birimleri tarafından toplatıldığı yüzlerce vâkâ kaydı mevcut”

Bildiğiniz gibi, Türkiye’de kentsel dönüşüm iki şekilde icra edildi: Mahalle ölçeğinde ya da bina bazında. İstanbul’da örneğin Tarlabaşı gibi, mahalle bazında ve tamamen mekansal kapatılmayla dönüşümün gerçekleştirdiği bir yerde, bütün mahalle şantiyeye dönüşmüşken o mahallenin kedisi, köpeği nasıl ve nerede barınabilir? Bugün İstanbul’da öyle sokaklar, mahalleler var ki, yıkım ve yeniden inşa sürecine girmemiş tek bir bina kalmış olsun. Üstelik, “dönüşüme giren” mahallelerde henüz inşaat faaliyetleri başlamadan sokak hayvanlarının ilgili belediye birimleri tarafından toplatıldığı yüzlerce vâkâ kaydı mevcut. Ya da örneğin, bina bazında dönüşüm başladığında, bir sokakta başlayan hareketliliği, hafriyat kamyonu, beton mikseri, kum, çimento giriş-çıkışını düşünün. Koruma olmadan başlatılan, kamusal alanı etkileyen her tür hareketlenme, inşaatlaşma ve dönüşüm süreci hayvanların yaşamı için ciddi bir tehdit.

Formula 1 Pisti C Kapısı civarına belediyelerce terk edilen sokak köpekleri | Fotoğraf: Mine Yıldırım

Yakın dönemde bir dizi mevzuat değişikliği (orman, mera, afet yasaları vb) oldu. Şehir, bu mevzuat değişikliği ile yeniden tasarlanırken, bu sürecin kent hayvanlarına ne gibi yansımaları oldu?

Mine Yıldırım: İstanbul’da şehir içinde, merkezi yerlerde kentsel dönüşüm süreci, şehrin hayvansızlaştırılması sürecini beraberinde getirirken, aynı süreç şehrin çeperlerinde daha büyük, etkili ve sarsıcı değişimlere neden oldu. İstanbul özelinde şehrin kuzey-batı aksı boyunca çeper coğrafyaları, masif ormanlarla kaplı, imara açılmamış, yerleşimin dağınık ve daha çok toprak bazlı üretime ve hayvancılığa dayandığı kamu arazilerinden oluşuyor. 2012 yılından bu yana hızlanan mevzuat değişiklikleriyle başta ormanlar ve meralar olmak üzere milyonlarca metrekare kamu arazisi altyapı yatırımlarına, özellikle yol, köprü, havalimanı inşaatlarına arazi olarak tahsis edildi. AKP hükümetinin ekonomik kriz dönemlerinde kaynak arayışına geçici çözümler giriştiği, Yap-İşlet-Devret modeliyle kamu kaynaklarının güvencesi altında ilerleyen Mega-Projelerle, Kuzey Ormanları hızla parçalandı; şehrin güneydoğusu, çeperleri Gebze’ye bağlayan ormanlık araziler, meralar, çayırlar “acele kamulaştırma”larla inşaat sermayesine devredildi.

“Dönüşüm süreci, şehrin içinde ve çeperlerinde sokak hayvanları için yok edici bir boyuta ulaştı”

Bu arazi istimlak ve inşaat sektörüne devri süreci, ekonomik ve toplumsal sarsıntıya paralel olarak, hayvanlar için de dehşet verici bir yıkım getirdi. Çünkü şehrin merkezlerinde kentsel dönüşüm süreciyle yerlerinden edilen hayvanlar, her biri devasa birer şantiyeye dönüştürülmüş olan ormanlara, yani doğrudan inşaat sahalarına terk edilmeye başlandı. Böylece ilçe belediyelerin ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin işbirliğinde gerçekleşen dönüşüm süreci, şehrin içinde ve çeperlerinde sokak hayvanları için yok edici bir boyuta ulaştı. Böylece İstanbul’un köpeksizleştirilmesi süreci, ormanları ve diğer kamu arazilerini imara, inşaat sektörüne hammadde (toprak, kum, taş) işlemesine, enerji üretimine açılması gibi yasal ve iktisadi dönüşümlerle hızlanmış oldu.

Kuzey Ormanları Savunması olarak, mega/çılgın projelerin, insanları da hayvanları da doğayı da ilgilendiren ekosisteme etkilerini raporlaştırdınız. Bu projelerin yarattığı ekolojik yıkımdan hayvanlar nasıl etkilendi ve etkilenecek? Özellikle yaban hayat ve kent hayvanlarının yaşamındaki değişiklikler raporlarınıza nasıl yansıdı?

Emre Yılmaz (Kuzey Ormanları Savunması): Havaalanının ve bağlantılarının yapıldığı alanda şimdi beton ile doldurulmuş birçok göl ve gölet mevcuttu. Bu alanlarda tatlı su balıkları ve birçok böcek türü yaşamaktaydı. Haliyle göç yolundaki kuşlar içinde dinlenme, beslenme ve üreme alanlarıydı bu alanlar. Keza yine tarım alanları aynı şekilde. Ancak bunların hepsi artık betonla dolduruldu ve oradaki ekosistem mahvedildi. Bütün bu tatlı su habitatları artık yok. Tabii bu alanlar sadece üstündeki canlılıktan da ibaret değil. Doğa dinamik bir yapı. Bu su havzaları doğanın kendini yeniden var ettiği, iyileştirdiği alanlar aynı zamanda. Yağmuru tutar, suyu temizler, sahip olduğu dinamizm bitkilerin ve hayvanların temiz suya ve besine erişimini sağlar, canlılık üzerindeki antropojenik baskıyı azaltan süspansiyon noktalarıdır. Yine ormanlar; birçok canlının ürediği, beslendiği ya da belli dönemlerini geçirdiği sıcak canlılık noktalarıdır. Dolayısıyla biz bütün bu dengeyi mahvettik, mahvediyoruz. Artık her şiddetli yağmurun ardından afetler yaşamamızın nedenlerinden biridir bu.

“Domuzlar, tilkiler şehirlerin periferine geldiler. Çöplerimizle besleniyorlar”

Son birkaç seneye kadar İstanbul’un kuzeyinde leyleklerin, şahinlerin sürüler halinde,  elektrik direklerinin, yerleşim yerlerinin çatılarına indiği görüntülere çok daha az rastlanırdı; çünkü orman kucağını açardı bu canlılara. Ancak artık bu görüntüleri sık sık görür olduk. Domuzlar, tilkiler şehirlerin periferine geldiler. Çöplerimizle besleniyorlar. Koca bir besin döngüsünü dinamitledik. Çöplerdeki plastikler, envai çeşit kimyasallar vs artık sadece bizim temas ettiğimiz unsurlar değil yaban hayatın da besin bulma çabasında maruz kaldığı stres faktörleri durumunda şu an. Bu durum şüphesiz bu canlılar için birçok hastalığı, olumsuzluğu da beraberinde getirecektir. Her sene binlerce süzülen kuş ilkbahar ve sonbaharda İstanbul’un üstünden Kuzey’e ya da Güney’e göçlerini gerçekleştiriyor. Orada uçaklar inip kalkmaya başlayınca bu hayvanlar bu göçten vaz mı geçecek? Tabii ki de hayır. Yine ormanların içine açtığımız yollar, nüfus baskını arttıran faaliyetler; bu hayvanların trafikle, araç çarpmalarıyla mücadele etmesi demek. Ormanların bölünmesi, o bölgelerin orman vasfının kaybolmasına yol açıyor. Bunun canlılık açısından geldiği anlam ise ekosistem dengesinin değişmesi, yaşamın daha da zorlaşması demek. 

Tüm bunları bir araya getirince, mega proje diye pazarladıkları projelerin ve bunlarla ilintili olarak şehrin bu bölgelere doğru genişlemesinin doğanın dengesine dönük geri dönüşü güç olan müdahaleler olduğu aşikar.

Burak Özgüner

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
51 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör