İslam Ekoteolojisi: Ekosistemi Korumak İçin Dini Bir Çağrı

Ekolojik adalet çağrıları, her zamankinden daha hızlı ve gürültülü bir şekilde yoğunlaşıyor. Çevre uzmanları ve iklim bilimciler, hummalı araştırmaların ardından, iklim değişikliğinin insan ırkının hayatta kalmasını tehdit altında bırakan işlevsel bir gerçeklik olduğuna dikkat çekiyor.

Araştırmalar, 1970’lerden beri her asrın dünya çapında bir öncekinden daha sıcak olduğunu ve kutuplardaki buzullar ile buz örtüsünün bilimsel tahminlerinden daha hızla eridiğini destekliyor. Bu denli hassas bir durumda dünyanın her yanından devletler, sivil toplum kuruluşları ile farklı uluslararası çevresel araştırma komiteleri, dini organizasyonlar ve inanç önderleri; dünya için adalet, jenerasyonlar arası adalet ve tümüyle yaradılış için adalet açısından sorumlulukları ve rolleri hakkında bilinçlenmiştir.

Çevresel kriz; temelinde, insan’ın doğal dünyaya karşı sömürgeci tavrından ortaya çıkan bir “dengesizlik” sorunudur. Bu sebeple siyasi-bilimsel değerlendirmelerin yanı sıra, insan’ın “bilincinin” fiziksel ve psikolojik boyutlarını çevresinin biyolojik ve fiziksel bileşimine eğilimini arttıracak potansiyeli olan sistematik bir teolojik bakış açısı istemektedir. Dini bilincin ekolojik adalet karşısında “uyanışı” için;  bütün dinlerden inanç-aktivistlerinin “ekolojik adalet’i” ortak sorumluluk olarak görmesi ve bu dünyayı yaşanabilir hale getirme çabalarında el ele vermeleri gerekiyor.

Günümüzde dünya, inanç liderlerinin gün aşırı büyüyen katılımıyla “kutsal kitaplara ilişkin bağlam içinde kullanılmış” hızla artan sera gaz yayılımı, yükselen küresel sıcaklık, tayfunlar, seller ve öldüren kuraklık gibi çevresel sorunların konu edinildiği ekolojik yazılarının gün yüzüne çıkışına tanıklık ediyor.

İnanç liderleri, tereddütsüz şekilde, prensipte ve pratikte adil bir toplum kurmanın, – bütün iletişim kanallarında “ekolojik adaletin” dini yazıtlar ve teolojik ifadelerde nasıl değerlendirildiği konusunda hummalı toplu tartışmalar olmadığı sürece – imkansız olduğu gerçeğini kabul ediyorlar. “Adil toplum” olarak adlandırılan “ütopya”; din-temelli grupların “iklim değişikliği üzerine küresel eylemler” gibi çevreci hareketleri ulusal ve uluslararası seviyede teşvik edilmez ise gerçekleşemez.

1960’ların sonlarından beri yükselen dinen-ilham almış “iklim değişikliği üzerine küresel eylem” çağrılarına, Müslüman alimler ve çevre uzmanları kendi seslerini ekliyorlar. İslami eko teolojiyi geliştirme çalışması artıyor.  Müslüman alimler  “teolojik metinleri” güncel ekolojik sorunlarla bağdaştırıyor.

Müslüman âlimlerin farklı çevresel projelerle etkileşim halinde olmaları sebebi ile insan ve onun ekosistemi arasındaki karşılıklı bağı anlamlandırmaları mümkün oluyor.  Onların daha önce “az çıkan” sesleri artık anlamlı bir “eylem” haline geliyor.  17-18 Ağustos 2015’te, Müslüman inanç önderleri, 20’den fazla ülkeden ekolojist ve politikacılarla İstanbulda bir seminer topladılar ve oy birliği ile Küresel İklim Değişimi İslam Beyannamesi başlattılar. Dünyada sayıları 1.6 milyarı bulan Müslümanlara ekolojik dengesizlik karşısında hemen harekete geçmeleri, organize şekilde ilgili eylemlere başlamaları için çağrıda bulunan bir belgeydi bu.

Bu beyanname; bu yılın başlarında Vatikan tarafından yapılan benzer bir genelgeye ilham oldu. Papa Francis, uzun süredir beklenen, 192 sayfalık iklim değişikliği genelgesi ile eğer iklim değişikliğinin mekaniklerine karşı koymada başarısız olunursa, ekosistemin benzeri görülmemiş yıkımı ve ciddi sonuçları” hakkında dünyayı uyardı.

Ekolojik adaletsizlik ve İslamik tepkiler etrafında oluşan tartışmalar, İslami Eko-teolojinin temelini oluşturmuştur. Şimdi, konsantre olunması gereken nokta, İslami Eko teolojinin nedir ve nasıl işler, sorularıdır.

Benim anladığıma göre, İslami ekoteoloji (dini çevrebilimci) İslamın, kendi sağlam temelli çevresel yapı konsepti var. İslami ekoteolojinin felsefi yapıları esasen şeriatta (İslam Kanunu) sıkça bahsedilen kavram ve ilkelerin hepsini (Tanrı’nın dünya doğasını yaratış tasarımı -bilim- ve insan’ın onu korunması, bakımı ve kullanımı konusundaki sorumlulukları vb…) kapsıyor.

İlginç olarak Müslüman ekoteolojistler -ilahiyat formülasyonları ışığında çevresel sorunlarla başa çıkmaya çalışan alimler- Kur’an’da 750 ayetin doğrudan veya dolaylı yoldan, doğal dünyanın yaratılışı, insan hayatının kalitesine etkileri ve onu yöneten kanunlarla alakalı olduğunu savundu. Örnek olarak, Kur’an’da maa’ (su) kelimesi 60’dan fazla yerde geçmekte ve biyolojik hayatın başladığı nokta olarak bahsedilmektedir (21:30). Aynı zamanda kaynağını, hallerini, dönüşümünü ve bütün ekosisteme etkisini en ince detayına kadar anlatmaktadır.

Müslüman ekoteolojistler aynı zamanda Kur’an’da bir çok sûrenin; ‘İnek’, ‘Sığır’, ‘Şimşek’, ‘Arı’, ‘Karınca’, ‘Gün Işığı’, ‘Güneş’, ‘Gece’, ‘İncir’ ve ‘Fil’ gibi belli hayvanlar ve doğa unsurlarıyla isimlendirildiğine dikkat çekiyor, İslamın insanı çevresinden ve onun kanunlarından bağımsız olarak “yaşayan bir canlı” olarak tanımadığını gösteriyor. İslam; su,hava, toprak, bitkiler ve hayvanlar gibi bütün ekolojik faktörlerin “fiziksel olarak” insan hayatına destek için yaratıldığını savunuyor. Bu sebepten dolayı, insan’ın onun çevresine karşı tutumu adalet (‘adl), akıl (hikmah), ve şevkat (rahmet) ilkelerini temel alması gerektiği savunuluyor. Aynı zamanda alimler; İslam’ın bütün doğa olaylarının, Tanrı’nın bilgisini, aklını ve gücünü gösterdiği kutsal işaretler ((Ayetullah) olarak yorumluyorlar.

Bunlardan yola çıkarak çevremizin bize Tanrı’nın varlığını farketmemiz adına engin ve daimi fırsatlar verdiği ve çevresel faktörlere karşı herhangi olumsuz davranışın insan’ın Tanrı’nın belirgin işaretlerine karşı “saygısızlığına” eşdeğer olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Ancak, saygılı olmak, insanın doğadan ve onun bol kaynaklarından olumlu yönde yararlanmaması anlamına gelmiyor. Daha çok yarar sağlarken kişinin İslami eko-teolojinin temeli olan belli prensiplerine uyması gerekiyor. Bu prensipler aşağıdaki gibi tanımlanabilir:

Halifelik (Amanah):

Halifelik kavramını anlamak için, Tanrı, insan ve dünya arasındaki ilişkiyi anlamak gerekiyor. İslami bakış açısına göre, dünyanın bütünü ve bulundurduğu bol kaynakları Tanrıdan gelen kutsal bir hediye ve insan ise Tanrı’nın dünyadaki temsili (halife) olarak görülüyor (2:30, 6:165, 35:39). İnsanın temsili ilkeleri bize, dünyanın kaynaklarının tamamen Tanrıya ait olduğuna ve insanın bu kaynakları yaratıcı şekilde kullanması, denetlemesi ve en iyi durumda Tanrıya geri vermesi için dünyaya konulmuş bir vekil olduğunu söylüyor. Belirtilen Kur’an ayeti bu noktayı vurguluyor,  “Allah ve Resûlü’ne iman edin. Size üzerinde tasarrufla yetkili kıldığı şeylerden harcayın… (57:7).” Bu ayetin anlamı Ali ibn Abi-Talib tarafından “yok edici değil; yetiştirici, yağmacı değil; bağışçı olduğunuz sürece sevinçle paylaşın… insan’ın herhangi bir kaynağı suistimali yasaktır“ şeklinde yorumlanmıştır. Hz. Ali’nin açıklamasına göre insana diğer yaratılanların üzerinde “özel bir statü” bahşedildiği fakat bunun insana dünyanın kaynaklarını sömürme veya müsrifçe kullanma hakkı vermediğini söyler.

Çağdaş dönemlerde, modern tekno-odaklı insan, enerji kaynaklarına tümüyle bağlı olan, teoride ve uygulamada Vesayetin bütün ilkelerini terketmiştir. Dolayısı ile o “vekil” yerine “sahip” gibi davranmaya başlamıştır. “Sahip” – “vekil” değişimi bütün doğal dengesizliğin temel kökü haline gelmiştir. Bu nedenle “mutlak sahiplik” yerine “vesayet” kavramını modern teknolojiyi dünyaya ve onun kaynaklarına uygulayarak yeniden inşa etmek, dünyanın durumunu ve ekolojiyi insan’ın sömürgeci davranışından kurtararak iyileştirmenin etkili yollarından biri olabilir.

Muhafaza ve Özdenetim:

Kaynaklara müsrifçe (israf) davranılması insan’ın dünyada “yaşamını” olumsuz etkileyecek şartların ortaya çıkmasında büyük rol oynamaktadır. Araştırmacılar, uzmanlar ve politika belirleyiciler doğal kaynakları tüketirken tutumlu ve muhafazakar bir yaklaşım için kamu farkındalığı yaratmak adına yorulmadan çalışıyorlar. Ancak Müslümanlar için kaynaklar için “muhafazakarlık” gelecekte “kaynakların yok olması” korkusuna tepki olarak bir yöntem değil; daha çok inancın ana parçalarından biri olarak betimlenen “aktif bir süreç” olarak görülmektedir. Müslümanlar “devrimci toplum” olarak “fakat israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez(6:141)”  ve “Elbette israfçılar Şeytanın dostlarıdır ve Şeytan, Rabbine nankördür (7:31).” Bu ayetlerin ışığında, “tüketimin” sınırlarını aşmak ve başkalarının pahasına ihtişamlı yaşamak -buna dünyadaki bütün biyolojik ve fiziksel elementler dahildir- İslamda büyük günah ve “kutsal dengeyi” bozmak olarak nitelendirilir.

Muhafazanın ilkelerini, hadis-i şerif kitaplarında geçtiği söylenen Peygamber’in altın sözlerinin ışığında daha iyi anlayabiliriz. Abdullah bin Amr tarafından yazılana göre Tanrının elçisi S’ad’ın yanından boy abdesti alırken geçmiştir. Peygamber der ki, “Bu müsriflik nedir böyle?” S’ad cevap olarak “Boy abdesti alırken suda müsriflik olur mu?” der. Peygamber ise “Evet, akan bir nehrin kıyısında olsan bile (Sunan İbn Majah).” Bu Peygamber geleneğinin ana mesajı, her şey için “muhafaza etmek”, geniş bir bağlamda uygulanırsa yararları şaşırtıcı olabilir.

Yozlaşma ve Vandalizm:

İslami öğretilere göre yaratılışçılık, Tanrı (Khaliq veya Yaradan) her şeyi en iyi halinde ve bununla birlikte Kur’an’da geçtiği gibi “dengede” yaratmıştır, ”O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmıştır.(32:7).” Yaratılışın “yapısına ve amacına” mükemmeliyet aşılandıktan sonra, Tanrı,  bütün yaratılışı arasında güç ve kontrol bahşedilen insana yaratılanları öyle tutmasını buyurdu. “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın (7:56).” Bu emirler altında İslamın kötülüğün (fesat) ve yozlaşmanın (zulüm) bütün türlerine karşı olduğu belirginleşti. Ancak, bu ayetlerin sadece kişiler arası ilişkilerden bahsettiği konusunda tartışmalar var, ama, Tarik Ramazan, Seyyid Hüseyin Nasr, ve Muhammed Aslam gibi birçok alim bu ayetlerin yelpazesini insanın yaşadığı çevrenin sorunlarını kapsaması adına genişletmiş. 

Burada İslami içtihat biliminde sıkça kullanılan bir atasözünden bahsetmenin faydası olacaktır, “La dhararwa la dhirarafi’l Islam” yani “İslamda ne zarar verir ne de karşılık bulur.” Bu atasözü uygulamada kişisel, çevresel ve toplumsal olmasını gözetmeden zararın bütün türlerini kapsamaktadır. Böylece çevreye zarar sağlayan her şey yasak (haram) ve cezalandırılacak bir hareket olarak algılanmalı ve tekrardan gerçekleşmesini önlemek için gerekli bütün adımlar atılmalıdır.

Temizlik ve Hijyen:

İslam temizliği sadece cazip bir özellik olarak değil inancın vazgeçilmez bir parçası olarak görmektedir. Kur’an’a göre, “Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de (2:222).” İslam temizliğe hem fiziksel hemde ruhsal boyutlarda büyük önem verdiğinden, hadis (Peygamberin söz ve davranışları) ve fıkıh (İslami içtihat bilimi) üzerine bütün eşsiz yapıtlar metodolojik olarak dünya tarihi literatüründe değişik bir uygulama olan temizlik (abdest) ile tartışmaya başladıklarını görüyoruz. Temizliğin etkisine dair “temizlik imanın yarısıdır (İmam Müslim tarafından alıntılanmıştır)” ve “Şüphesiz ki Tanrı temizdir ve temizleri sever, bu yüzden avlunuzu (çevrenizi) temizleyin (Sunan İbn Majah)” gibi çok sayıda Peygamberin sözleri bulunmaktadır. Peygamber aynı zamanda “Şüphesizdir ki elbiseler güzel gösterir,(ancak) kirli ve pis olduklarında güzel göstermezler (Mizan al-Hikmah).” Peygamberin sünnetlerinden anlaşılabileceği üzere imanın bütünlüğü düzgün bir temizlik anlayışı olmadan “tamamlanamaz”.

Kişinin kendi vücut temizliğinden ayrı olarak, İslam evlerin, yolların, sokakların, parkların, sağlık merkezlerinin ve eğitim kuruluşlarının, toplumun değerleri ve yaşam standartlarını yükseltmek adına, temizliğini talep ediyor. Örnek olarak, hadislerinden birinde “evlerinizi temizlemeli ve Yahudilerin izinden gitmeyin (ruhbaniyet Tirmizî’ye göre dünyevi sorumlulukların terk edilmesidir) ve “Yollardan zararlı şeylerin (pislik ve kirlilik de dahildir) kaldırılması hayırsever bir davranıştır (Buhârî ve Müslüman)”. Peygamber aynı zamanda yaşayan başka canlılara sorun çıkaranları azarlamış ve Tanrı’nın gazabına uğramanın nedenlerinden biri olarak algılanır. Peygamber, “Başkalarının size lanet etmesini sağlayacak üç davranıştan kaçının; suvatlara, yaya yoluna veya gölgelik alanlara ve umumi parklara küçük abdestinizi yapmak (Sunan Ebu Davud)”. İslam açısından temizlik büyük önem taşıdığından, Müslümanlar bu talimatları çevrenin korunması ve ekolojik adaletin sağlanması ile birlikte birer görev olarak kabul etmelidir.

Ekolojik Sorumluluk ve İyi Tavırlar:

Peygamber’in vecibe ve ihtiyati teşvik ettiği ve bizi “ekolojik adalet” ile yüzleştiren, hayvanları korumak, toprağın verimliliğini korumak, suyu tutumlu bir şekilde kullanmak, haklı bir sebepten dolayı bir ağaç kesiliyor ise yenisini ekmek, ve nehirleri pis su ile kirletmemek gibi birçok hadisi vardır. Enes bin Mâlik’e göre anlatılan bir sünnette, Peygamber (s.a.v.) Müslümanlara Tanrı’nın yarattıklarına iyi bakmalarını teşvik eder. “Eğer bir Müslüman bir ağaç diker veya tarla biçer, sonradan bir insana, kuşa, veya yaratığa, ona beslerse hayırsever bir iyilik (sadaka) olur (Buharî).”  Bitkilerin gereksiz yere kesimi veya yok edilişini kınarken, Peygamber “ Çitlembik ağacını keseni [sebepsiz yere], Tanrı onu cehennem ateşine yollayacaktır (Sunan Ebu Davud).” Peygamberin çevresel farkındalığı kendi sözlerinde muazzam bir şekilde ortaya çıkıyor,“Eğer kıyamet (son saat) geldiğinde elinizde bir fidan var ise ve eğer Saat gelmeden ekme imkanınız var ise ekiniz (Müsned).”

“Hayvan Bakımı” kavramını söz konusu olduğunda ise, Tarık Ramazan aydınlatıcı olan Peygamber’in İzinde kitabında Peygamberin mahşer günü hakkında belli başlı ana hadislerinin altını çizmiştir. Örnek olarak Peygamber’in “eğer kim bir serçeyi veya daha büyük bir canlıyı, onun var olma özgürlüğüne saygı duymadan öldürür, Mahşer Günü Allah’a hesap verecektir (Sünen-i Nesâî).” hadisinden alıntı yapmıştır. Peygamber’in yoldaşları tarafından ona “Hayvanlara hizmet etmemizin bir mükafatı olacak mı?” sorusu sorulduğunda cevap olarak “Herhangi bir canlıya hizmet etmenin mükafatı vardır (Buhârî).” Hal böyleyken başka bir sünnette ise “Bir kadın bağladığı bir kedi yüzünden ateşe girdi, ne yiyecek veriyor, ne de dünyanın haşaratlarından yemesine izin verdi (Buhârî).”

1400 yıldan önce gelen bu sünnetler, ekolojik sorumluluk algısını teşvik etmekle kalmayıp, aynı zamanda “hayat zinciri” bilimsel kavramını, ve bütün yaşayan türlerin, insan da dahil olmak üzere, hayatta kalmak için birbirine muhtaç olduklarını desteklemektedir. Bu anlamda, Tanrı bize O’nun yüce dengesini hatırlatıyor “ (burada ölçü olarak ima ediliyor) “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı O koydu; Sakın dengeyi bozmayın; Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın. (55:7-9).”

Sonuç:

Kısacası, ben İslami ekotoelojinin çevreyi çok kutsal ve çevreye hizmeti diğer dua ve oruç gibi diğer İbadet şekillerine eşdeğer gördüğünü ileri sürüyorum. Bu “kaynak krizi” olmasa bile, Müslümanların dünyayı ve kaynaklarını gözeteceğini, hayvanları ve bitkileri koruyacağını, ve daha önemlisi, “hayat” kalitesinin iyileşmesi için dünyada çevrelerine hem görev hem de ahlak anlayışı ile bakarak çalışacaklarını ima ediyor.

Bunun için, güçlü bir “eko-bilinç” geliştirmeleri ve çevreye verilen zarara küresel farkındalık kazandırabilmek için farklı çevresel gruplar ve enstitüler kurmalılardır. Sağlıklı çevre sağlıklı yaşam getirdiğinden, her bir Müslüman için hayatın “iyiliğini” korumak mecburi oluyor. İmam Ca’fer es-Sâdık’ın dediği gibi, “Üç şey mevcut olmadıkça yaşamda neşe yoktur: temiz ve açık hava, bol saf su ve verimli topraklar”.

  • Bu makale esasen 4 Nisan 2107’de The Companion’da yayınlanmıştır.

İlgili Yazılar

Tüm Haberler