Gazetecilerin Gözünden Gazetecilik ve Medyada Yeni Dönem

Farklı medya kuruluşlarından gazetecilerle Aydın Doğan’ın medya grubunu devretmesi ve Habertürk Gazetesi’nin kapanmasından hareketle ‘digital dönüşüm’ tartışmalarını başta olmak üzere medyada yeni dönemi konuştuk.

Yaşanan gelişmelerin tek sebebinin ‘digital dönüşüm’le açıklanamayacağı konusunda hem fikir olan ve Türkiye’de süregelen medya siyaset ilişkilerinin farklı bir döneme girmesiyle bu sonun ‘kaçınılmaz’ olduğu tespiti yapan gazetecilerin yeni dönem ile ilgili değerlendirmelerinde ise, ‘bağımsız gazetecilik ve mesleki etik’ vurguları yer alıyor…

Evrensel Gazetesi’nden Ceren Sözeri, Kanal 7 Televizyonu’ndan Semanur Sönmez, Agos Gazetesi’nden Yetvart Danzikyan, İnternet Haber’den Hatice Kübra Özdemir ve Journo.com.tr’den Mustafa Kuleli; medyanın ve gazetecilerin dönüşümüyle ilgili sorularımızı cevaplandırdılar. Aydın Doğan’ın medya grubunu devretmesi, Habertürk Gazetesi’nin kapanmasıyla birlikte ‘digital dönüşüm’ ile ilgili tartışmaların yanı sıra; son yıllarda özellikle  toplumsal olaylarda gazetecilerin takındığı tavrı, yaşananlarda sansür, oto sansür ve siyasi baskının etkisi gibi konularla ilgili sorularımızı da yanıtlayan gazetecilerle mesleğin geleceğini de konuştuk.

Ceren Sözeri Evrensel Gazetesi yazarı, akademisyen

Dijital dönüşüm, basılı gazetenin geleceği yeni tartışma konuları değil 10 – 15 senenin tartışma konuları. Bu tartışma Habertürk gazetesinin kapanmasıyla başladı ama ondan önce Radikal gazetesinin kapanış sürecinde de dijital dönüşüm tartışmaları yaşanmıştı. Her ne kadar kendileri dijital dönüşümle açıklasalar da hem Radikal’in hem Habertürk’ün siyasi baskılar nedeniyle kapandıklarını biliyoruz. Üstelik artık bu bir spekülasyon da değil, hem eski Başbakan Binali Yıldırım hem de iktidar medyasının tetikçi kalemleri bunu ifade ettiler. Habertürk zaten bir internet sitesiydi, Ufuk Güldemir dijital dönüşüme inanmıştı, bu alana ilk yatırım yapanlardan biriydi. Siz internet sitesini alıp, ismiyle bir gazete çıkaracaksınız hem de dört ilde matbaa kurarak sonra 10 yıl sonra kapatacaksınız ve bunu dijital dönüşümle açıklayacaksınız.

“Meslekten vazgeçmeyenler zaten internette ya da daha küçük gazetelerde haber yapmak için çırpınıyorlar. Bu ağı güçlendirmekten başka çare yok.”

Medya patronluğu çok uzun zamandır cazip bir alan değil. Ana akımda Aydın Doğan haricindekilerin hepsi rica ile, para kaptırdıkları için vs bu alana girmişler. Ancak medyaya girmek de zor çıkmak da, sadece yüksek maliyetler açısından değil artık girerken de çıkarken de en büyük patrondan yani Erdoğan’dan onay almak zorundasınız. 2007’den sonra medya sahipliği işi tatsızlaştı. Her ne kadar büyük ihaleler almaya yarasa da zararı faydasından çok olmaya başladı. Gücün tamamen tek elde toplandığı şu dönemde ise artık ihale için medyaya giren patronlardan bahsedemeyiz. Medya artık o kamu ihale şartnamesinin görünmeyen şartı. “Bu ihaleyi alman için şu televizyonu alıp iktidar lehine zararına katlanman gerekiyor ya da şu gazetenin batmasını önlemen” İktidar medyasında maaşlar böyle ödeniyor. Dolayısıyla burada bir tarafgirlik yok demiryolu kontrol, onarım ihalesini patronun ya da patronunun içinde bulunduğu çevre almışsa kaza haberini yapamazsın kalan hükümetin gözünde muhalif medyaya da yayın yasağı getirdiğin zaman “sorun” çözülmüş oluyor.

İktidardan bağımsız medyada da habercilik açısından sorunlar yok mu elbette var, zaten dile getiriliyor, tartışılıyor. Ancak bugünkü durumun tarafgirlikle açıklanamayacağını düşünüyorum. Sorumlu davranmaya yönelik çok sayıda uyarı, girişim var bunun da karşılık bulduğunu düşünüyorum. İktidar ve medyası karşısına siyasi ve sermaye yönüyle kuvvetli bir medya yapılanması çıkmadıkça gazetecilerin mesleklerini eskisi gibi sürdürme yani geniş kitlelere ulaşma, iyi maaşlarla çalışma gibi imkanları yok. Meslekten vazgeçmeyenler zaten internette ya da daha küçük gazetelerde haber yapmak için çırpınıyorlar. Bu ağı güçlendirmekten başka çare yok.

 

Semanur Sönmez Yaman Kanal 7 Televizyonu Haber Müdür Yardımcısı

Bunun öncelikli nedeni tabii ki internet medyası karşısında baskı teknolojisinin çok yavaş kalması. Haber kanalları ile dijital ve sosyal medya, haberciliği, günlük değil anlık bildirim formuna dönüştürdü. En büyük olaylar bile vukuundan birkaç saat sonra ayrıntılarıyla öğrenilmiş, kritiği yapılmış ve çoğu zaman güncelliğini yitirmiş hale geliyor. Bu işin teknik boyutu. Bir de içerik boyutu var. Gazeteler, özellikle Türkiye’de yıllarca medya patronlarının elindeki en büyük silahtı. Gazete manşetleriyle ekonomiye yön, hükûmetlere ayar verilirdi. Tek bir manşet, bir ismi zirveye taşıyabilir ya da siyasi hayatını bitirebilirdi. Bu sınırsız gücün, sermaye sahiplerine nasıl bir getirisi olduğunu/olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Bugün geldiğimiz noktada dijital medya ve yurttaş gazeteciliğinin de yaygınlaşmasıyla gazetelerin eski gücü kalmadı. Patronlar da gazetelerini riske atacak, yargıyla uğraştıracak bu tip yöntemler kullanmayı tercih etmiyor.

“Gazeteciliğin uzun vadede yerini sosyal medya ve benzerlerine bırakarak hayatımızdan çekileceğini düşünüyorum. Ya da yeni teknolojilerle evrim geçirip “kişiye özel gazetecilik” şekline dönüşmesini bekliyorum. Benmerkezciliğin zirveye taşındığı toplumlarda haberciliğin devamı, kişiye özel gazetecilikle olabilecek sanırım.”

Zaten sosyal medya gibi önü alınamaz bir medya canavarının ardına gizlenmek ve kimliğini aşikar etmemek artık daha akıllıca bir hareket. Bu bir otosansür müdür? Evet, bir anlamda oto sansürdür ama Türkiye’nin yakın geçmişine baktığımızda, gazetecilik abası altından gösterilen sopa yığınlarıyla karşılaşıyoruz ne yazık ki. 1988’de Hürriyet gazetesinin sürmanşette yayınladığı bir açık mektup var mesela. Erol Simavi, dönemin başbakanı Turgut Özal’a yazıyor bu açık mektubu ve tam olarak şu ifadeyi kullanıyor: “”Basın için dünyada dördüncü kuvvettir derler. Bu söz Türkiye için geçerli değil. Birinci kuvvet Türkiye’de ordu mu? Hayır… Basındır… İkincisi, ordudur… Çünkü orduyu, ihtilallere basın hazırlar…” Medya patronları açıkça dile getirdikleri bu yöntemle bir anlamda ülkeyi yönetiyordu. Bugün ise bu gücün yarısına bile sahip değiller. Hem siyasilerin güçlü duruşu hem de toplumun darbelere direnecek hatta darbe isteyenleri yargıya teslim edecek bilinç düzeyine ulaşması, medya patronlarına büyük bir güç develüasyonu yaşattı.

Benim meslek hayatım boyunca en rahatsız olduğum şeylerden biri, gazetede birkaç satır yazan herkesin ”gazeteci” olarak nitelenmesiydi. Gazetecilik nedir, haber nasıl yapılmalı, haber etiği nedir gibi konularda hiç bilgisi olmayan insanlar kendilerini “gazeteci” olarak tanımlıyor, bu birinci sorun. İkincisi özellikle internet ortamında her isteyen bir haber sitesi kuruyor ve bir anda küçük bir medya patroncuğa dönüşüyor. İlk iş olarak da yakın geçmişte örneklerini gördüğü gibi sahibi olduğu medyadan rant elde etme çabasına giriyor. Bunu abartılı partizanlık olarak da görüyoruz, yalancılık olarak da. Kimi abartıyor, kimi görmezden geliyor, kimi tamamen çamur at izi kalsın diyerek iftira haberciliği yapıyor. Sadece şu ya da bu grubun özelliği değil bu. Kendini solcu olarak niteleyen de aynını yapıyor, partili ya da dindar olarak niteleyenler de. Bütün renkler hızla kirlenirken birinciliği beyaza vermişler ya, medyada birinciliği verebileceğimiz bir mecra kalmadı desek yeridir.

Gazeteciliğin meslek olarak sürdürülmesinde ciddi sorunlar var. Tarafgirliği bir kenara koyalım, insan kaynağı çok sıkıntılı. Benim öğrencilik yıllarımda yüzde 1-2’lik dilimle girilirdi iletişim fakültelerine. Şimdi çok düşük puanlarla girdikleri okullardan imla kurallarını bile bilmeyen gençler mezun oluyor. Ne yazık ki hayallerini de gerçekten gazetecilik yapmak değil, kısa sürede şöhret olmak süslüyor. Bu nesille gazetecilik nereye kadar gider bilmiyorum. Sadece Türkiye’nin sorunu da değil bu. Dünyanın en büyük gazeteleri bile abartılı politik tutumları ve faşizan eğilimlerini manşetlere taşımaktan imtina etmiyor. Ekmeğini gazetecilikle kazanan emektarların ise kendilerine çizilen çerçevenin dışına çıkmaları mümkün değil. Ben gazeteciliğin uzun vadede yerini sosyal medya ve benzerlerine bırakarak hayatımızdan çekileceğini düşünüyorum. Ya da yeni teknolojilerle evrim geçirip “kişiye özel gazetecilik” şekline dönüşmesini bekliyorum. Benmerkezciliğin zirveye taşındığı toplumlarda haberciliğin devamı, kişiye özel gazetecilikle olabilecek sanırım.

 

Yetvart Danzikyan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Habertürk üzerinden gidersek şunu söyleyebiliriz: Belki iktidar güdümünden uzaklaşıp (ki pratikte mümkün değildi) haber yapsalar kapanmak zorunda kalmayabilirlerdi. Tamam bu öne sürülebilir ancak madalyonun bir de öbür yüzü var. Bağımsız bir çizgide haber yapan gazeteler satıyor mu? Orası da karışık. Cumhuriyet, Evrensel, Birgün gibi gazetelerin tirajları ne yazık ki beklenen seviyelerde değil. Sanıyorum okur sosyal medya üzerinden kısa ve bedava habere ya da kısa ve içeriksiz kanaatlere alıştı, bu eğilim tüm gazeteleri zorluyor

Haber yapamayınca gazetenin bir albenisi cazibesi olmuyor, olmayınca gazete karlı hale gelmiyor. Ayrıca iktidar için önemli olan televizyonlar. Gazete artık holding sahipleri için neredeyse mecburen yapılan bir iş haline geldi. Medya sahiplerinin asıl görevi haber ve eğlence televizyonu kurup oradan iktidarın konuşmalarını yayınlamaktır artık. Buradan da artık ne kadar para kazanılırsa o kadar para kazanılıyor ve yine bu da artık biraz mecburen yapılan bir iş halinde. İktidarın iki dudağı arasında olan öbür işleri yürüsün diye televizyonları var yani ve onların da işlevi belli.

“Gücü yettiğince sabretmeli ve bağımsız mecralarda haber yapmaya çalışmalı. Hiçbir şey olamıyorsa ele aldığı konuyu dört başı mamur kitap haline getiren gazeteciler var.”

Merkez medya açısından otosansürü geçtik artık. Oralar geride kaldı. “Neyi yayınlayabilir neyi yayınlayamayız?” diye düşünülmüyor artık, çünkü neyin yayınlanabileceği çok açık, bir otomatikleşme var. Ola ki o otomasyon bozulursa iktidar zaten gazete ve televizyon sahiplerini çağırıp gerekli talimatları açık açık veriyor. Bazen buna da gerek kalmadan sermaye sahipleri hızla genel yayın yönetmeni değişikliklerini kendileri yapıyorlar. İki yıl önce sisteme uyan bir yayın yönetmeni otoritarizmin yoğunlaşmasıyla ya da grubun el değiştirmesiyle bir bakıyorsunuz “fazla” geliyor ve sermaye sahibi uyarıya gerek kalmadan gerekli değişikliği yapıyor. İklim öylesine değişti ki muhabir ve spiker de artık (zaten dikkatle seçtiği) konuklardan aslında gayet normal ama kanal politikasına ters olabilecek bir yorum geldiğinde paniğe kapılıyor ve hemen savunmaya geçiyor. Bu aslında ne halde olduğumuzun acı bir göstergesi. Muhabir ya da spiker orada mesleğinden olmamaya çalışıyor çünkü düşünüyor ki o yoruma ses çıkarmazsa o konuk gibi düşündüğü zannedilecek ve işinden atılacak. 1930’ların totaliter rejimlerinden bir farkı yok bunun.

Mesleki konularda  tavsiye vermek sevimsizdir, ama madem sordunuz, gücü yettiğince sabretmeli ve bağımsız mecralarda haber yapmaya çalışmalı. Hiçbir şey olamıyorsa ele aldığı konuyu dört başı mamur kitap haline getiren gazeteciler var. Bu da bir yol. Ama elbette ki çok zor bir yol. Herkese uyabilecek bir yanıtı yok bunun.

 

Hatice Kübra Özdemir İnternet Haber Ankara Temsilcisi

Türkiye’de ana akım medyanın önemli aktörlerinden biri olan Habertürk gazetesinin 6 Temmuz tarihi itibariyle basılı yayına son vererek dijital yayıncılığa devam kararı “medya” bağlamında pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Elbette ki internet yayıncılığı ve alternatif medyanın gazetelerin önüne geçmesi en büyük etkenlerden bir tanesi.

Bir dijital medya araştırmasına göre; Türkiye halkının yüzde 62’si bilgisayar, yüzde 68’i mobil telefon aracılığıyla haberleri takip ediyor. Ve Reuters Enstitüsü’nün 2018 Dijital Haberler Raporu’na göre; Türkiye’de Periscope ve YouTube aracılığıyla haber izleme oranları geçmiş yıllara göre hızlı şekilde artarken haber kaynağı olarak YouTube’un kullanımı 9 kat, Twitter’ın kullanımı ise 10 kat arttı. Bu verilere bir de internetin reklam pastasındaki payının her yıl arttığını eklersek medya patronlarının gazete yerine internet yayıncılığını tercih etmesi gayet anlaşılır bir hal alıyor.

“Yaşanan tüm bu süreç bizi medyada alternatif olana doğru itecektir. Hem gazeteciler açısından, hem de okur/izler kitle açısından.”

Fakat Türkiye’deki medya dönüşümünü sadece bir gazetenin kapanarak dijital yayıncılığa geçmesi üzerinden okuyamayız. Türkiye’de önce fiilen değişen sistem, 16 Nisan referandumuyla meşruiyet ve ardından 24 Haziran seçimleriyle birlikte resmiyet kazandı. Bu sadece bir hükümet sistemi değişikliği değil aynı zamanda devletin dönüşümü anlamına da geliyordu. Devlet Bahçeli’nin sözlerini hatırlayalım, “Bu 94 yıllık cumhuriyet tarihimizin üçüncü evresi”. Türkiye böyle tarihi bir evreye girerken, herhalde medya ikinci evrede kalıp bize oradan el sallamayacaktı. Robert Southey’in 19. yüzyılın başlarında belirttiği gibi modern devletlerin ayakta durmasında kalemlerin önemi süngülerden az değildir. Dolayısıyla medyada yaşanan gelişmeleri bu bağlamdan kopartarak değerlendirmek yanlış olur. Türkiye’de medya hiçbir zaman bağımsız olmadı. Ülkenin en büyük 40 medya kuruluşu, medya haricinde sanayi ve ticaret alanlarında faaliyet gösteren şirketler tarafından yönetiliyor. Zaman zaman yaşanan el değiştirmeler ise bu gerçeği değiştirmedi. Dolayısıyla medya sahipliğindeki bu “bağımlılık” hali medyamızın her dönem kamu çıkarlarını değil devletin ve şirketlerin çıkarlarını öncelemesine neden oldu. Yukarıdan baktığımızda bugün medyada yaşananların bundan bir farkı yok.

İçeriden baktığımızda ise; büyük bir medya grubunun el değiştirdiği, uzun yıllar köşelerini okuduğumuz, ekranlarda izlediğimiz gazetecilerin teker teker ana akım medyadan silindiği, yerine gelenlerinse birbirinden farklı bir şey söylemediği, işsiz gazeteciler ordusuna her gün bir neferin eklendiği, farklı olanın yaftalandığı ve bu sebeple sansüre bile gerek bırakmayan bir oto sansürün gazetecileri sardığı, üstelik bütün bunların sadece ana akım medyada değil muhalif medyada da yaşandığı bir “medya iklimi”ndeyiz. Şimdi ister yukarıdan bakalım, isterseniz içeriden; yaşanan tüm bu süreç bizi medyada alternatif olana doğru itecektir. Hem gazeteciler açısından, hem de okur/izler kitle açısından.

 

Mustafa Kuleli journo.com.tr

Kâğıt baskının eninde sonunda biteceği herkesin malûmu. İnsanlık olarak nasıl taş tabletlere yazmakta ısrar etmeyip kâğıda geçtiysek, bu eski teknolojiyi de bırakıp ekranlara geçeceğiz. Ayrıca ekolojik denge ve kâğıt maaliyetlerini de düşününce bu modelin uzun süre devam etmesi mümkün görünmüyor. Taş tablet, plastik tablet ya da kâğıt fark etmez, aslolan gazeteciliktir, kaliteli içerik üretmektir ve hikâyeyi en iyi şekilde anlatmaktır. Gelgelelim Habertürk’ün kapanmasını teknolojik ilerlemenin bir sonucu olarak okumuyorum. Türkiye’de patronlar gazetecilik sektörüne kâr elde etmek için değil, hükümet ya da devletle olan işlerini tanzim etmek için giriyor. Yaşadığımız dönüşüm, iktidarın on yıllardır süren bu ‘al ihale at manşet’ düzenine artık ihtiyacının kalmamasının sonucu. Çünkü ana-akım medya için Saray’ın istemediği bir manşet atma, hükümetle tartışma ihtimâli artık yok. Bugün medyanın yüzde 90’ı zaten Saray kontrolünde ve büyük medya patronlarının yayınları üzerinde bir tasarrufu bulunmuyor. Medya kuruluşları Saray’dan gelen telefonlar ya da hükümet komiserleriyle yönetiliyor. Baskı, otosansür gibi kavramlar bu yeni dönemi tarif etmeye yetmiyor.

“TGS Akademi ve Journo.com.tr dört yıl önce tespit ettiğimiz bu ihtiyaç üzerine bina edildi. Tek düşündüğümüz, gazetecilerin dijital çağa uyumuna yardımcı olup sektörün gözdesi kalmalarını sağlamak.”

Kutuplaştırılmış bir toplumda yaşadığımız için gazeteciler de bundan etkileniyor elbette. Ancak gazetecilik bir temas ve mesafe mesleği. Gazetecilik aktivizm değildir. Siyasete yükselen bir basamak hiç değildir. Aslında medya sektörü küçülmüyor ancak işsizliğin yüzde 30 ile en yüksek olduğu meslek gazetecilik. Yani medya şirketleri tasarımcı, veri gazetecisi, sosyal medyacı, dijital hikâye anlatıcısı, multimedyacı, trend analisti, SEO uzmanı gibi pozisyonlarda işe alım yapıyor fakat tek becerisi düz haber yazmak olanlara ihtiyaç duymuyor. Evet, sektörün gazeteciler için daha da küçüleceğini, gazetecilerin çok daha kırılgan piyasa koşullarında var olma savaşı vereceğini söyleyebiliriz. Bu yüzden meslektaşlarımızın kendilerini dijital becerilerle donatması gerekiyor. TGS Akademi ve Journo.com.tr dört yıl önce tespit ettiğimiz bu ihtiyaç üzerine bina edildi. Tek düşündüğümüz, gazetecilerin dijital çağa uyumuna yardımcı olup sektörün gözdesi kalmalarını sağlamak.

Etiketler

Emine Uçak

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
116 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör